| 
  
    | 
  
 
	  |  | 
	                                                                                               
	  
	
	Söyleşen: Türkan Genç
	
                
	
	         
	 “Şair Baba” Nazım'ın “Köylü Ressam”ı 
 2 BİN TABLO, 50 SERGİ, 12 KİTAP...
 
  Türk resim sanatının yaşayan büyük ustası, 
	efsanesi İbrahim Balaban,1921'de Bursa Seçköy'de doğdu. Köyün 3 yıllık 
	okulunda eğitim gördü. 1937 yılında, henüz 16 yaşındayken cezaevine girdi. 6 
	ay hapis ve 3 ay da para cezasına çarptırılan Balaban, para cezasını 
	ödeyemeyince 3 yıl cezaevinde kaldı. Burada tanıştığı ve çırağı olduğu, 
	“Şair Baba” diye hitap ettiği Nazım Hikmet'in desteğiyle resim yeteneğini 
	geliştirdi. 1944'te İmralı'ya gönderilen Balaban, 1947'de komünistlikten 
	yeniden Bursa Cezaevi'ne verildi. 1950 affıyla çıktı. 1953'te ilk sergisini 
	açtı. 1961'de resimlerinden dolayı 6 ay tutuklu kaldı. 1969'da Adana 
	Halkevi'ndeki sergisi, bağnaz bir grup tarafından basılarak resimleri 
	parçalandı. Balaban, 2 binden fazla yağlı boya tablo yaptı, 50'den çok sergi 
	açtı, 12 kitabı yayınlandı...
 Sayın Balaban, size neden 
	“Köylü Ressam” diyorlar, bunun öyküsünü anlatır mısınız?
 Köy 
	okulunun üçüncü sınıfından başka okulda okuyamayan, okumayan ben ibrahim 
	Balaban, çok küçük yaşlarda, elimde kalem defter, boyuna devamlı karasabana 
	koşulu çift sürerken babamın resmini yapıyordum, dedemin resmini yapıyordum. 
	Resimlerimde tarla, bahçe, ekin, köy, köylü yoğundu... Sonrasında Nazım 
	Hikmet, dostlarına yazdığı mektuplarda benden “Köylü Ressam” olarak bahsetti 
	hep.
 Nazım Hikmet'le tanışmanız, birlikte olduğunuz 
	yıllarınızdan bahseder misiniz?
 Suçsuz yere cezaevinde yatarken, 
	durmadan resim çiziyordum. Bir gün mahkumlardan biri bana, hapishaneye bir 
	ressamın geldiğini ve insanların yüzlerinin resimlerini çizdiğini söyledi. 
	Beni ona götürmesini istedim. “Olmaz” dedi. Nedenini sorduğumda ise 
	“Komünist” diye cevapladı. “Ne demek komünist?” diye sordum, yanıtını 
	kendisi de bilmiyordu. Sonunda beni Nazım Hikmet'in yanına götürdüler. Onun 
	nasıl resim yaptığını görmekti amacım. Ekmek paramı çıkarmak için cezaevinde 
	berberlik yapıyordum. Bir gün otururken, Nazım Hikmet içeri girdi. Orada 
	bulunanların hepsi ayağa kalktı. Ben de aynanın önünde oturuyordum. Benim 
	yanıma gelip, “Merhaba İbrahim, senin resmini yapmak istiyorum” dedi. Ben 
	istemedim, “Ben de ressamım, kendi resmimi aynaya bakarak yapabilirim” 
	dedim. O zaman “Sen benim resmimi yap” dedi. Daha resmini bitirmeden kağıdı 
	elimden çekip aldı ve diğer resimlerimi de görmek istedi. Sonrasında resim 
	çalışmalarını birlikte hızlandırdık. O benim ustamdı. Bana boyalar, fırçalar 
	verdi. Çok destekledi. O yıllarda kendisini ziyarete gelen önemli kişilere, 
	resimlerimi gösterip, beni tanıtıyordu. Hatta, Kemal Tahir'e yazdığı 
	mektupta “Ben burada, içeride bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, köy 
	mektebinde okumuş. Yaptığı resimleri görünce, milletimle bir kere daha 
	övündüm” diyordu. Ayrıca bana sosyoloji, ekonomi politika ve felsefe 
	konularında da bilgiler verdi, kültürle donattı. Gerçekten büyük adamdı. 
	Adeta bir güneşti. Beni ışığıyla aydınlattı. Onun gibi insanlar kolay kolay 
	gelmez.
 Köyde doğdunuz, büyüdünüz. Tahta sıralarda okudunuz. 
	Tuvale geçişiniz uzun yıllar aldı. Bu hayatın içinden Balaban nasıl çıktı?
 Bu doğanın ya da Allah’ın verdiği büyük bir nimet. Bursa’nın 
	Seçköy'ünde, elimde bir kalem, bir defter. Babam çift sürüyor. Ben de 
	oturmuşum, çift sürenlerin resmini yapmaya çalışıyorum. 5-6 yaşlarındayım. 
	Babam çok büyük, deftere sığmıyor. Amcanın resmini yapıyorum. Babam “Deli 
	Ahmet amcanın resmini yapmışsın, benim resmimi neden yapmıyorsun?” diye 
	sorunca, “Sen babamsın büyüksün, Benim defterime sığmıyorsun” diyorum. Çocuk 
	gözüyle böyle. Kırlarda öküz güdüyordum, öküzlerin resimlerini yapıyordum. 
	Düğünlerin, bayramların, çocukların, tarlada, bahçede çalışanların 
	resimlerini çiziyordum.
 Çizgilerinizin benzetildiği 
	ressamlar var mı?
 Nazım Hikmet, “Senin bu çizdiğin kalem 
	desenlerini, Türkiye’de değil, dünyada çizen yok” demişti. Sonra baktım ki, 
	gerçekten yok. İşte kimler mi var? Leonardo De Vinci çizmiş. Mikelangelo 
	çizmiş. Bundan dolayı Nazım Hikmet bana hayrandı.
 Oğlunuz 
	Hasan Nazım Balaban da sizin gibi ressam. Çocuklarınız ve torunlarınızı 
	resim sanatıyla tanıştırmanız nasıl oldu?
 Benim çocuklarım; 2 
	oğlum ve bir kızım, resim yaparken beni seyrediyorlardı. Büyük oğlum Nazım, 
	daha 5 yaşındayken başladı resim çizmeye. Şöyle çiz, böyle çiz demedim. 
	Kendi tarzını oluşturdu. Hatta zaman zaman Hasan Nazım’ın resimlerinden ben 
	de faydalandım.
 Hasan Nazım Balaban ile İbrahim Balaban 
	resimleri arasındaki tarz farkı nedir?
 Ben dram biçiminde 
	yapıyorum, o masal biçiminde. Oğlum da böyle anlatır. Onunkiler daha neşeli, 
	coşkulu resimlerdir.
 Oğlunuz ile aranızda rekabet var mı?
 Rekabet kendi kendine oluşur. Bizim evde iki koşucu vardı. Ben 
	kendi kendime koşuyordum. dünya çapında ün yaptım. Nazım Hikmet beni 
	koşarken alkışladı. “Sen hep birincisin” dedi. Beni Nazım Hikmet 
	beğeniyorsa, onun bilmediği şeyleri de yapacağım demektir. Benim oğlum da 
	kendi kendine koşuyor. Kendini geçmek için uğraşıyor.
 
  
 Hayatınızda önemli yer eden, sizi anlatan resminiz hangisi?
 Cezaevine girmeden önce suçu zorla kabul ettirmek için beni 
	falakaya yatırdılar. İşte bu falaka resminin arkasında hem dram, hem de 
	benim ressamlığım yatıyor.
 Nazım Hikmet'ten resminizi 
	yapmasını istediniz. Fakat resmi beğenmediniz. Çünkü kravatınız ve 
	ceketinizin yeniliğini vurgulamıyordu. Bu eleştiriniz nedendi?
 Cezaevinde 700-800 kişi var. Bir tek kişi bile Nazım'ı sevmiyordu, hatta 
	hepsi düşman olmuştu. Nazım Hikmet'in yazdığı şiirler dünyayı sallıyordu, 
	hala öyle. Bundan korktular. Ama ben 18 yaşında kendisine çırak oldum. Ben 
	ona neden gidiyorum; o da resim yapıyor, ben de. O da şiir yazıyor, ben de. 
	Resim yapan, şiir yazan insan kötü olabilir mi hiç. Dünyanın en büyük adamı, 
	dünyanın en büyük okullarında okumuş. Bense hiçbir okulda okumamışım. 
	Aramızda 21 yaş fark var. Bendeki cesaret, ressam olduğumdandı.
 İmralı’da yatarken, çizdiğiniz 7 bin adet kara kalem desenini denize 
	attıkları doğru mu?
 Evet, komünistlikle suçlanmak beter bir şey. 
	Resimlerimi atarken beni de atabilirlerdi suya. Ama benim yaptığım 
	resimlerin paralarını atmıyorlardı denize. Onu ceplerine atıyorlardı. 
	Tablolarımı İzmir’e, istanbul’a galerilere götürdüler… Tablolar satıldı. 
	Fakat hesabıma yatmış olan on beş tablomun parasını ceplerine attılar. 
	Çizdiğim yedi bin kara kalem desenimi de denize attılar. 1946-1947 
	yıllarında, kayığa bindirilip giderken, Marmara Denizi’nin en derin yerine 
	bu resimleri yapan adamı da atabilirlerdi. Öyle bir belaya sardılar ki, 
	tablolarımın parasının hesabını soramadım. Ama kitaplarda, dergilerde 
	yazdım.
 Birçok olay yaşadığınız hayatınızda; sanatın, resmin 
	etkisi ne şekilde oldu?
 Aleviler, Bektaşiler'in dediği gibi; 
	“Acıyı bal eyledik.” Dramın içinden ben öylesine çıktım ki, hatta bir 
	arkadaş çok güzel yazdı; “Balaban resimleriyle ölüme karşı koydu” dedi.
 Günümüzde boyaları karıştırıp, serpip, boca edip tablo 
	yapıyorlar ve adına da “resim” diyorlar. Bunlar resim midir, yapılan sanat 
	mıdır sizce?
 Sürekli batıya döndük. Eskiden de eli kalem 
	tutanları batıya göndermişler, resim öğrensin diye. Resim öğrenilmez ki, 
	mekanik bir şey değil. O ancak taklit olur. Bunlar resim değil, bir 
	atraksiyondur, bir el çabukluğu marifettir. Hatta soytarılıktır! Mağara 
	devrinden beri yapılanları bilirim. O zamanlarda Fransa'da bile öküz 
	resimleri bulunmuş. Benim yaptığım Şeyh Bedrettin, Nesimi, Hz. Ali’nin 
	resimlerine komünist işi deyip saldırdılar. Halbuki o erenler, evliyalar 
	olmasaydı, Osmanlı imparatorluğu ayakta durabilir miydi onca yıl?
 Resim sanatına bakışınızı nasıl ifade edersiniz?
 Resim 
	sanatı, önce taşlara, kayalara oyulmuş. Sonra heykeller yapılmış. Yunan 
	heykelleri, sonra Mısır rölyefleri. Batıda primitifler, sonra İncil 
	hikayelerini, efsanelerini ve incil’deki Hıristiyanların durumunu konu alan 
	ressamlar, binlerce resim yapmış. Resim çok ciddidir.
 İnsanlarımız resimden anlıyor mu, gereken değerin verildiğini düşünüyor 
	musunuz?
 Anlayan, değer veren büyük adamlar var tabii. Çuvalla 
	para vererek alanlar da. Benim tablolarıma Metin Akpınar, Nebil Özgentürk 
	çok para vermiştir. Onlar akılsız mı ya da paraları mı çok? Hayır, ama benim 
	50 yıldır ne yaptığımı iyi biliyorlar.
 
  
 Deniz Baykal'a resim alma yasağı koyduğunuz doğru mu?
 Deniz Baykal benim sergilerime gelip resim alamıyor. Neden mi? Ben 
	ona “Sen resim alamazsın” dedim. Bundan 10-15 yıl önce Ankara’daki bir 
	sergime geldi, beğendiği resmimin fiyatını sordu. 1000 lira diyelim, “500 
	lira verebilirim” dedi. “Bu resimleri ben yaptım, fiyatını da ben 
	belirlerim, sen fiyat da biçemezsin, benim resimlerimi bundan böyle 
	alamazsın da” dedim. Böyle davranan kim olursa sepetlerim. Ama bağrıma 
	bastığım insanlar da çok.
 Özel talep üzerine resminizi alan 
	liderler, siyasiler var mı?
 Erdal İnönü benden resim alırdı. 
	Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel benim sergime geldi. Bu büyük iş. Benim 
	sergime gelen bir cumhurbaşkanı. Üstelik felç geçirmiş ve zor yürüyordu. Ona 
	rağmen 2 saat kaldı ve beni dinledi. Bu olağanüstü bir şey. Ahmet Necdet 
	Sezer de ilk seçildiğinde beni özel olarak davet etmişti. Elini tuttum 
	bırakmadım. Ben ne Cumhurbaşkanları gördüm. Sergi, resim, şiir, tiyatrodan 
	bihaber, nasibini almamış. Onları sadece karşıdan gördüm.
 
    
	Sanatseverlerin 
	yoğun ilgisiyle, dünyadan size olan davetler, talepler geliyor mu?İspanya, İngiltere, Fransa’dan geliyorlar benimle tanışmaya, 
	görüşmeye. Azerbaycan’dan ve başka ülkelerden çağırıyorlar. Oralara gitmem 
	için araya adamlar koyuyorlar. Vaktim olursa gidiyorum. Bütün dünya benim 
	kitaplarımı basıyor.                      
	
	Kaynak: Bursa Hayat 
	gazetesi
 
      |  |