|
"İNŞALLAH BİR GÜN BİRİLERİ ÇIKAR DA BU İŞLERİ
YAPAR"
Ö. Erhan Yıldızalp
Musa Kasım Baykal hoca 1905
yılında Hoca Hasan Mahallesi’nde doğdu. İki yaşındayken babası İbrahim
Efendi vefat etti, annesi tarafından büyütüldü. 1915’te Darülhilafe
Medresesi’ne girdi, 1923’te mezun oldu, ehliyetname aldı. Aynı yıl
İstanbul’a giderek Darülfünun’un ilahiyat fakültesine girdi. 1927’de burayı
bitirdi, aynı zamanda Darülfünun’un felsefe ve Yüksek Muallim Mektebi’ne
devam etti, buraları da 1928’de bitirerek üç yüksek okul diplomasına sahip
oldu. Kazım Hoca çok sevdiği öğretmenlik mesleğine girdikten sonra önce 1929’da
Kayseri Lisesi’ne, iki yıl sonra Sivas Kız Muallim Mektebi’ne tayin oldu.
Aynı yıl askere gitti. 1933’te terhis olduktan sonra Niğde Ortaokulu’na,
1936’da Diyarbakır Lisesi’ne, 1942’de Kütahya Lisesi’ne, 1945’te Bursa Erkek
Lisesi’ne tayin oldu.
Kazım
Baykal Mısır gezisinde
Kazım Hoca’yı ilk kez 1955 yılında Molla Gürani
Mahalesi, Güranlı Sokak’ta emekli öğretmen Hilmi Erözdem’in evinde tanıdım.
Hilmi Hoca Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nun kurucularından olup en
yaşlı kişi idi. Pazar günleri anıt eserlere yakınlık gösterenleri evine
çağırır, Bursa’nın tarihi eserleri hakkında sohbetler yapardı. Bu
toplantılar bir yerde kurumun yönetim kurulu toplantısı gebe olurdu,
konuşulanlar deftere yazılırdı. Babam da Hilmi Hoca’nın arkadaşı idi,
kurumun kuruluşundan beri toplantılara gidiyordu. 1955 yılı mayıs ayında bir
Pazar günü toplantıya beni de götürdü. Ben orada Kazım Hoca’yı, Naci Kurtul
ve diğer kurucuları tanıdım. Bu toplantılara 1957 yılı mart ayına kadar her
Pazar günü devam ettim, askere gidişim nedeniyle bir daha gidemedim.
1971-1981 yıllarında Pınarbaşı’ndaki Osmangazi ve Bursa akşam Ortaokulları
Koruma Derneği’nin başkanlığını yapmakta idim, okulun bahçesine eski yıkık
bir Kubbealtı vardı, ne olduğu bilinmiyordu. Hocaya anlattım, orası Tekke-i
Kalenderiye imiş, “Restore edelim” dedim, “para bul, kalanı bana ait” dedi.
Çalışmaya başladık, üç ay araştırma kazıları sürdü. Tekke büyük bir alana
sahipmiş, biz de ancak kubbenin olduğu kısmı kurtardık ve okulun kütüphanesi
yaptık. Hoca ile evlerimiz aynı mahallede ve aynı sokakta olduğundan bazı ben onun
evine giderdim, bazen de o benim evime gelirdi. Konuşmalarımız hep anıt
eserler üzerine olur ve hep ben onu dinlerdim. Zaten bir soru sorsam en az
üç tane cevap verirdi, samimiyet hep devam etti ve vefatına kadar ondan çok
şey öğrendim.
Kazım Hoca bir hatırasını anlatmıştı. Diyarbakır Lisesi’nde öğretmenlik
görevinde iken talebelere ders olarak Diyarbakır Kalesi hakkında yazı
yazmalarını söyler ve bir hafta süre tanır. O akşam evine gidince düşünmeye
başlar “ey Kazım, sen talebelere Diyarbakır Kalesi hakkında yazı yazmalarını
söyledin ama sen bu kale hakkında ne biliyorsun, talebeler yazılarını
getirince nasıl not vereceksin?” O gece düşünmekten uyku uyuyamaz. Ertesi
gün okula gider ve ders bitiminde kaleye gider, gezer, bilenlerden bilgi
alır, hepsini not eder. Sonraki gün kütüphaneye gider, yine kale hakkında
bilgi toplar. Talebeler yazılarını hazırlarken Kazım Hoca da kendini
hazırlar. Bir hafta sonra talebeler yazılarını verirler, hoca değerlendirir.
Kazım Hoca devamla “işti Diyarbakır Kalesi için edindiğim bilgiler benim
tahsil hayatım kadar değerli oldu. O günden sonra bir anıt eser görünce daha
fazla ilgilenmeye çalıştım. Allah ömür verirse Bursa’ya gittiğimde de anıt
eserlerin korunması için çalışacağım” der. 1945 yılında Bursa Erkek
Lisesi’ne tayin olunca Bursa’yı sokak sokak gezen Kazım Hoca “anıt eserlerin
o harap halini görünce içim sızladı” der ve şöyle devam eder: “Ata yadigarı
olan bu vakıf eserlerin tamamen yok olmasını önlemek için bir cemiyet
kurulması gerektiğine karar verip hemen çevrede bu işlere meraklı kişilerle
görüşmeler yaptım. Abdülkadir Keskin, Hilmi Erözdem, Hulusi Köymen, Ahmet
Muhtar Aykut, Hüseyin Kocabaş, Rıza İlova, Necip Kartalkaya, Vecdi
Kalyoncuoğlu ve Neşet Köseoğlu ile bir müteşebbis heyet kurup Bursa müzesini
adres göstererek 11 şubat 1946 tarihinde Bursa Eski Eserleri Sevenler
Kurumu’nun kurulmasına öncülük yaptım. Bu kurum 11 aralık 1947 tarihinde
Bakanlar Kurulu kararı ile Menafii Umumiyiye Hadim Cemiyet vasfını kazandı”.
47 yıl süren kurum çalışmasından başka Bursa Anıtları, Tarihte
Bursa Yangınları, Bursa’da Ulucami, 2000 Yıllık Bursa
Belediyesi, Hikmet-i Teşri, Irgandı Köprüsü, Hizmet Albümü isimli kitapları çıkarmış; Bursa Halkevi’nin
neşrettiği Uludağ dergisinde ve muhtelif gazetelerde çeşitli makaleler
yazmıştır. Kazım
Hoca Osmanlıcaya hâkimiyeti ile yıllarca Bursa Müzesi’nde bulunan kadı
sicillerini okumuş, İTÜ Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü üyeliğine
tayin edilmiş, burada verdiği konferanslarda yarının mimarlarına bilgilerini
aktarma imkanı bulmuştur. Uludağ Üniversitesi tarafından kendisine Bilim
Doktoru unvanı verilmiş,
Bursa Erkek Lisesi talebelerinin isteği üzerine bu
lisenin bahçesine, daha şaşarken büstü konmuş, daha sonra da Büyükşehir
Belediyesi tarafından Çakırhamam’ın yanındaki caddeye adı verilmiştir.
87 yıllık ömrünün 47 yılını Bursa’da anıt
eserlerin korunması ile geçiren Kazım Hoca’nın kurum adına yaptığı işler
şöyledir: Yeni yapılan: 3 tane cami, 2 tane altında havuz olan mescit, 3
tane türbe, 2 tane cami kapısı; restorasyonu yapılan: 32 cami, 4 minare, 1
tane altında havuz bulunan minare, 3 türbe, 5 medrese, 1 tekke, 2 han, 3
hamam, 4 çeşme; tamir edilen: 38 cami, 2 minare, 10 türbe, 3 mezar, 2 tekke,
1 tane yurt binası, 4 tane havuz ve çeşme. Ayrıca 4 tane satı alınan yapı, 3
yeni proje yapımı, 6 tane muhtelif işler, 6 tane yarım kalan işler.
Kazım Hoca toplantılarda sık sık şöyle derdi. “bu
yapılanlar, konuşulanlar havada kalmamalı, Kazım Hoca da fani, bir gün
ölecek, sizler bu işleri devam ettirmelisiniz, yapılanları yazmalısınız”.
İşte bunun için gücü yettiği kadarını yazdı. Kurumun bazı genel kurullarında
faaliyet raporu broşür haline getirmişti. Bu incecik broşürler aslında çok
şey ifade eden belgelerdir. Basında çıkan yazılarının bir özelliği de anıt
eserlerin bilinmeyen yönlerini açığa çıkarmasıdır. Broşürlerinin 1.
sayısında şöyle demektedir: “14. yüzyılın başından beri Bursamız
Türk-Osmanlı devlet ve medeniyetine merkezlik etmiş. İlk padişahlar, vezir,
başvezir, emir, komutan, bilgin, servet sahibi zatlar sosyal hayatımıza
hizmet uğruna servetlerini bağışlamışlardır. Okumak isteyenlere okul ve
medreseler, hastalara şifahaneler, camiler, ticaret yerleri(hanlar),
muhtaçlara imaretler yapmışlardır. Böylelikle şehrimizde tarihi, mimari
değerli anıtlar vücuda gelmiş ve yaptıranlarla beraber yapan mimar ve
mühendisler, hattat, nakkaş, çinici gibi sanatkârların adları
ebedileştirilmiş oldu. Bu millet atalarını anıtları ile anar ve tarihi
değerlerini onunla tanıtır”.
Ve her fani gibi Musa Kazım Baykal Hoca da vefat
etti, 27 temmuz 1993 günü Emirsultan mezarlığına defnedildi. Mekânı cennet
olsun. Sonuç olarak,
Kazım Hoca anıt eserlerin korunması için çok çalıştı. Bazı işlerde karşısına
çıkan zorluklarla nasıl mücadele ettiğini gördüm. Başta Ördekli Hamamı ve
Irgandı Köprüsü olmak üzere bir şey yapamamanın sıkıntısını çekiyordu.
“İnşallah bir gün birileri çıkar da bu işleri yapar” demişti. İşte hocanın
isteği yerine geldi, birileri çıktı o işleri yapıyor. Bir zamanlar adları
bile unutulan yapılar bugün gün yüzüne çıkıyor.
KAZIM BAYKAL İLE MUHTEŞEM BİR ÇALIŞMA:
IRGANDI
Şaziye
Sezginer
Kazım Baykal ile yollarımız 1988 yılında Irgandı
Köprüsü’nde kesişti. Eski Eserleri Sevenler Kurumu başkanı olarak belediyeye
Irgandı Köprüsü’nü restore ettirmek istediklerini belirtip resmi işlemlerin
başlatılmasını isteyen bir yazı yazdı. Zamanın Fen İşleri müdürü sayın Basri
Sönmez iyi ki o dilekçeyi bana havale etmiş. Onlarca kitap yazmış,
heyecanlı, inatçı, araştırmacı bir derya ile çalışma şansını yakaladım. Bir
kültür mirasına mimar olduğum halde dışarıdan değil içeriden en alttan
bakmasını, araştırmayı, doğruya ulaşmayı Kazım Hoca’dan öğrendim. Irgandı’da
çalışmaya başladığımızda köprü içinde ve dışında araştırma yoklama
hafriyatlarına başladık. Elektrik su gibi alt yapı borularının, köprünün
mimari öğelerini nasıl hunharca yarıp geçirildiğini gördük. üzüldük.
Köprünün üstünde araştırma kazısı yapıldığı sırada
Gökdere’nin içine araçların sürüklendiği sel felaketi oldu. Köprüde koruma
yapmıştık ama felaket büyüktü. Sabah fırlayıp Irgandı’ya gittim ki sayın
Kazım Baykal o yaşı ile benden önce gelmiş, burnunun üstünden yağmur
damlaları süzülerek köprünün başında idi. Çok duygulandım. Sevgili hocamla o
kadar çok anım var ki. Son zamanlarında sağlığı bozulmuştu, her gün evine
gidiyordum, orada çalışıyorduk. Çünkü bu arada Kazım Hoca Hoca Kadı
sicillerinden Irgandı ile ilgili bilgi ve belgeler buluyor, çevirisini
yapıyor ve bunları kendi daktilosu ile yazıyor ve bana iletiyordu.
Her zaman bana Şaziye Hanım diye hitap ederdi.
Sayın Teoman Özalp Erkek Lisesi’nde onun öğrencisi olduğu için, gıyabında
Teoman derdi. Eşi hanımefendiye de benim yanımda Hacı Hanım diye hitap
ederdi. Dünyanın her tarafını gezmiş, kültürleri incelemiş, dar çerçeveye
kendini kapatmamış, bir felsefeci, sosyolog, bilim adamı idi. Ünlü Fransız
profesör Albert Gabriel’e Bursa çalışmalarında rehberlik etmiş ve önsözde
ismen anılmıştır.
1975 yılında Bursa’da ilk defa belediye başkanı sayın İsmet
Tavgaç zamanında 2000 Yıllık Bursa Belediyesi isimli kitabı hazırlamış,
belediyenin çalışmalarına ilişkin sayısal bilgiler vermiştir. Hoca ile en
önemli ve anlamlı anım “Irgandı’yı bırakma, vasiyet olarak kabul edersen
mutlu olurum” demesiydi. Irgandı Köprüsü’nü bugüne kadar bırakmadım. Ancak
Kazım Hoca köprünün restore edilerek tamamlanmasını göremedi. Çok
teşekkürler sayın hocam. |