Hüzünlü Yüreklerde İki Vatan Sevdası


Yunan Tarihçinin Gözünden Mübadele

Mudanya'ya Gelen Mübadiller

110 Yıllık Zarfın Öyküsü

Mustafa Necati'nin Mübadillerle İlgili Genelgesi

100. Yılda Mübadele 

Vafiadis Ailesi Bursa'da

Venizelos'un Mektubu

Türk Yunan Şiiri

                                                                                                                                                                                                                                  Emir Doğan Savaş     

    Yunanların, Anadolu’da Türk Ordusuna yenilmesi üzerine 1922 yılının Eylül ayından itibaren Yunan askerleri ile Türkiye’de yaşayan yerli Rumlar şehirleri terk etmeye başlamışlardı. Aslında bu kaçışlar, 30 Ağustos 1922 zaferinden birkaç ay önce başlamıştı. İşgale destek veren Doğu Trakya, Karadeniz, Ege, İstanbul başta olmak üzere Anadolu’dan çok sayıda Ortodoks Rum adalara ve Yunanistan’a göç etmişti. Mudanya Mütarekesi’nin (1922) imzalanmasından son Doğu Trakyalıların da ayrıldığı 1922 Aralık ayına kadar üç ay süresince yaklaşık 260 bin Hristiyan Trakya’dan Yunanistan’a göç etti. Bu sayı yaklaşık olarak 1.200.000 kişiye ulaşmıştı. Yığılan bu nüfus (genel nüfusun %20’si), o günlerde 4-5 milyon nüfusu bulunan Yunanistan için bir sorun halini almıştı. Yığılan nüfus sorunu Milletler Cemiyeti’nde çözümlenemediği için Lozan Konferansı’na taşınmıştı.         

    Savaş, “göç ve acıyı” beraberinde getirdi. Geçmişte kapı komşusu, dükkân komşusu, kahve arkadaşı olarak bir arada yaşayabilmiş, birbirlerinin düğününe gitmiş, bayramlarda birbirlerine saygı sunmuş, her zaman selamlarını almış, dara düştüklerinde birbirlerinin yardımına koşmuş, yıllardır bir arada yaşayan Türk ve Yunan halkı bir anda birbirlerine düşman oldular. Emperyalist devletlerin neden olduğu savaş, artık birlikte yaşamayı imkânsız hale getirecek aşırı milliyetçi ve şoven (saldırgan) duyguları su yüzüne çıkartan toplumsal travmayı harekete geçirecekti. Artık bir arada yaşamanın can güvenliği bakımından bir anlamı kalmayacaktı. Can güvenliği nedeniyle yaşadıkları toprakları kısa zamanda terk etmek zorunda kalan, bu yüzden limanlara sığınan ve buralarda soğuk kış günlerinde aylarca çaresizlik içinde çok zor günler yaşayacak olan halk, kendilerini yeni topraklara götürecek gemileri beklemek zorunda kalacaklardı.

                               

LOZAN’DA ÇÖZÜLEN DÜĞÜM: MÜBADELE

    1919 -1922 yılları arasında süren savaş, iki toplum arasındaki ayrışmayı keskinleştirerek Anadolu topraklarından gerek asker gerekse halk olarak Yunanistan’a olan göçü başlatmıştı. 30 Ocak 1923 tarihinde, Türk-Rum Nüfus Mübadelesi’ne ilişkin sözleşme imzalandı. Mustafa İsmet, Dr. Rıza Nur Türk tarafı adına, E.K Venizelos ve D. Caclamanos Yunan tarafı adına, sözleşmeyi imzaladılar. Sözleşmeye göre;

 -Türk topraklarında yerleşmiş Rum-Ortodoks dininden Türk uyrukların ile Yunanistan’da yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukların 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecek, Türk ve Yunan Devletlerinin izni olmadıkça bu kişiler eski yerlerine geri dönemeyeceklerdi (Bu durum 1974 yılına kadar devam etti. 50 yıl her iki ülkeye giriş- çıkış yasaklanmıştı).

 -Mübadele, İstanbul’da oturan Ortodoksları ve Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktı. 1912 yılı yasası ile sınırlandırıldığı biçimde, İstanbul Belediyesi sınırları içerisinde, 30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş “établis” bulunan tüm Rumlar, İstanbul’da oturan Rumlar; 1913 Bükreş Antlaşması’nın saptamış olduğu sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm Müslümanlar da, Batı Trakya Müslümanları sayılacaklardı.

  -Sözleşmede kullanılan “emigrant” (göçmen) terimi, 18 Ekim 1912 tarihinden sonra göç etmesi gereken ya da göç etmiş bulunan tüm gerçek ya da tüzel kişileri kapsamaktaydı. Mübadele uygulamasında, her iki halkın mülkiyet haklarına ve alacaklarına hiç bir zarar verilmeyecek, mübadele edilecek halklara mensup bir kimsenin hangi nedenle olursa olsun gidişine hiç bir engel çıkarılmayacaktı. Zanlı ya da suçu kesinleşmiş kişiler, kovuşturma yapan ülkenin makamlarınca göçmenin gideceği ülkenin makamlarına teslim edileceklerdi. Göçmenler, bırakıp gidecekleri ülkenin uyrukluğunu yitirecekler, vardıkları ülkenin topraklarına ayak bastıkları anda, bu ülkenin uyrukluğunu edinmiş sayılacaklardı. Göçmenler, her çeşit taşınır mallarını yanlarında götürme ya da bunları taşıttırmakta serbest olacaklardı ve bu mallardan giriş-çıkış vergisi alınmayacaktı. Aynı zamanda, cami, tekke, medrese, kilise manastır, okul, hastane, dernek, birlik gibi tüzel kişiler ve başka kurumlar  personellerini de kapsamak üzere, kendi topluluklarının taşınır mallarını serbestçe götürmeye, taşıttırmaya hak kazanmışlardı. Her iki ülke, karma komisyonun önerisi üzerine, taşıma işlerinde en geniş kolaylıkları sağlayacaktı. Taşınır malların tümünü ya da bir bölümünü yanlarında götüremeyecek olan göçmenler, bunları oldukları yerde bırakacak, bu durumda yerel makamlar, bu malların dökümünü ve değerini ilgili göçmenin gözleri önünde saptayacaktı. Göçmenin bırakacağı taşınır malların dökümünü ve değerini gösteren tutanaklar dört nüsha olarak düzenlenecek, bunlardan biri yerel makamlarca saklanacak, ikincisi karma komisyona sunulacak, üçüncüsü gidilecek ülkenin hükümetine, dördüncüsü de göçmenin kendisine verilecekti.

Nüfus Mübadelesi (Değişimi) Protokolü’ne göre;

“Türkiye’den ayrılmış olan Rum Ortodoksların bırakmış olduğu mal varlığı, Yunanistan’dan gelecek olan Müslüman göçmenlere dağıtılır. Yunanistan’dan gelecek olanların malvarlığı da, Türkiye’den gelecek olan Ortodokslara bırakılacak “ deniliyordu.

Mübadiller taşıyabilecekleri bütün malları yanlarında götürme hakkına sahipti ve iki devlette buna bir engel koyamazdı. Bu mallardan her iki ülkede vergi alamayacaktı. Asıl önemli konu, mübadillerin terk ettikleri ülkede bırakacakları malların değerinin tespitiydi. Protokole göre malların değeri, “altın para ile olan değeri esas alınarak” belirlenecek ve tutanaklar hazırlandıktan sonra mübadile, belirlenen değere göre, göç ettiği ülkede “aynı nitelikte mal” verilecekti. Fakat değer belirleme ve mal bildirim isleri hakkında birçok sorun ortaya çıktı ve bu konular üzerinde tam bir netlik olmadan mübadeleye başlandı.

Mübadele Anlaşması’nın her iki toplum üzerindeki etkilerini özetlersek;

1-Türdeş bir Türk toplumunun yaratılması konusunda onların dini kimlikleri yeterli görüldü, dilsel ve kültürel farklılıklar göz ardı edildi.

2- Yunanistan’a göç eden nüfusun sayısı fazlaydı. Yunanistan’a göç 1.5- 2 milyon kadardır; Türkiye’ye gelenler 450 bin. Yunanistan’a yerleşenler mevcut nüfusun % 20’si iken Türkiye’de bu oran % 3.8. Ama her iki ülke için de ‘ayrılan’ nüfus %10 dur.

3- Türkiye’ye göç kontrollü bir uygulama sonucu olmuştur. Rum nüfus özellikle Batı Anadolu’dan mübadeleden önce zoraki ve büyük bir kargaşa içinde kaçmıştır ve kaçırtılmıştır. Bu nedenle de Yunan tarafında olay daha dramatik algılanmış olabilir.

4- Türk tarafı daha önce de Balkan Savaşı nedeniyle göç olayını yaşamış olduğundan belki söz konusu 1923 göçü en büyük dram sayılmamıştı. Türk tarafı bu konuda daha ‘deneyimliydi’ denebilir.

5- Türk mübadillerin çoğu köylüydü ve ortalama okuma yazma düzeyleri, oran olarak kentli nüfusu daha kabarık olan Rumlara kıyasla daha düşük olmuş olabilir. Aralarından yazarların çıkmamış olma olanağı da göz önüne alınmalıdır.

6- Mübadele yıllarının hemen sonrasında Türkiye’de Misak-ı Milli sınırları dışındaki Türklerle ilgilenmek hoş karşılanmıyordu; İttihatçı bir sapma sayılıyordu. ‘Dış Türkler’ konusu tabuydu ve bu tür konular desteklenmiyordu. Bu konular siyasal olarak sakıncalıydı. Bu yıllarda Anadoluluk temeli üzerinde bir ulusal kimlik oluşturulmaya girilmişti. ‘Çeşitlilik’, farklı kimlikler, çok seslilik devletçe hoş karşılanmıyordu.

 

     TÜRKİYE TARFINDAKİ HAZIRLIKLAR

Türk Hükümeti mübadillerin zor durumda kalmaması ve mübadelenin düzenli bir şekilde yapılabilmesi için “Mübadele İmar ve İskân Vekâleti’ni kurmuştu. Mustafa Necati, Ekim 1923’te kurulan Mübadele İmar ve İskân Vekaleti’nin ilk bakanıdır. Vekâletin çalışmaları sonucunda Türkiye on iskan bölgesine ayrıldı. Buna göre;

Birinci bölge: Sinop, Samsun, Ordu, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat, Çorum

İkinci bölge: Edirne, Tekirdağ, Gelibolu, Kırklareli, Çanakkale 

Üçüncü bölge: Balıkesir vilayeti 

Dördüncü bölge: İzmir, Manisa, Aydın, Menteşe, Afyon

Beşinci bölge: Bursa

Altıncı bölge: İstanbul, Çatalca, Zonguldak

Yedinci bölge: İzmit, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya

Sekizinci bölge: Antalya, Isparta, Burdur

Dokuzuncu bölge: Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray, Kırşehir

Onuncu bölge: Adana, Mersin, Silifke, Kozan, Gaziantep, Maraş.

    Yoğun göç alan bu kentlerden Samsun, İstanbul, İzmir ve Mersin’in bir özelliği de aynı zamanda birer “indirme iskelesi” olmalarıdır. Yeni gelen göçmenler bu iskelelerde indiriliyor ve buralardan diğer şehirlere gönderiliyorlardı.

    Diğer yandan, mübadele sırasında Yunanistan ve Türkiye’de mübadillerin gemilere bindirildiği iskele; bindirme, boşaltma iskelesi “İrkab İskelesi” olarak geçiyordu.

    Nüfusunun %20’si oranında bir göçe maruz kalan Yunanistan, topraklarında yaşayan Türk vatandaşlarına evlerini boşaltmalarını ya da bir odasını boşaltarak yeni gelen Rumlara vermelerini acilen talep ediyordu. Bunun yanında Yunan çetecilerinin katliamları da artarak devam edince Türk birçok aile tarladaki ekinini bırakıp, taşınabilir neyi varsa sırtlayıp kendilerini buradan alacak gemileri beklemek üzere en yakın limana yığılmışlardı. 1922 yılının Eylül ayında başlayan ve Mayıs 1923’e kadar sürecek olan bu yığılmalar kış şartları altında özellikle barınma ve beslenme konularında çok zorlu günleri de beraberinde getiriyordu.

    Türkiye’nin; Selanik, Kavala, Drama, Serez gibi Yunanistan’da ve Girit Adası’nda bulunan 450 bin civarındaki mübadili Türkiye’ye getirecek gemilerinin sayısı 10 civarında (bunlar insan taşımaya uygun olmayan kuru yük gemileriydi) olup, mübadilleri taşımaya yeterli olmayacaktı. Bunun nedeni, Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Kapitülasyon anlaşmaları nedeniyle “Kabotaj Hakkı” (bir ülkenin karasularında, göllerinde ve akarsularında gemi bulundurma, bunlarla taşıma yapma hakkı.) bulunmamaktaydı. O tarihlerde Mübadele İmar ve İskan Vekili olan Mustafa Necati Bey bu talebi yetkililerle görüşerek kabul etti. Ve bir konsorsiyum (Şirketler Birliği) oluşturuldu. Hem Osmanlı Devleti resmi vapur kumpanyası olan Seyr-i Sefain İdaresi hem özel gemi acenteleri bir araya geldiler. Ellerindeki imkânları topladılar. Ve devlet, Türkiye’nin mali durumunun o yıllarda çok sıkıntılı olmasına rağmen gemi almak isteyenlere ucuz kredi sağladı. Bu kredinin kaynağı da gelen göçmenlerin taşınması sırasında onlardan alınan taşıma ücretiydi. Her bir göçmen için, çocuk, eşya, hayvan için bir taşıma bedeli belirlenmişti. Bunu ödeyemeyecek durumda olan göçmenlerin parasını devlet uzun vadeli kredi şeklinde karşıladı.

    Ve taşıma sonunda elde edilen sermaye yeni gemi alımına yönlendirildi. Türkiye bu dönemde yeni gemiler aldı. Bu sayede 1926 yılında kabotaj hakkı sağlanmış oldu.

    Türk ve Yunan gemileri gidiş ve gelişlerinde karşı taraftan olan yolcuları taşımadılar. Türkiye’ye gelip Rumları alan gemiler dönüşte Türk göçmenleri almadılar, taşımadılar. Aynı şekilde Türk gemileri de bunu yaptılar.

    Türk mübadillerin taşınma süreci çok zorlu geçti. Bu gemi yolculuğu sırasında karşılaşılan en büyük güçlük, kış ayları süresince yolcu taşıma işi açık güvertelerde yapıldı. Her seferi 3-4 gün süren yolculuk yük gemisinden bozma konforsuz olan bu gemilerde oldukça zordu. Yine de devlet önlemler almaya çalışmıştı. Gemilere tatlı su tankı koydurmuş, yeni doğum yapmış olanlara ve hastalara süt dağıtımı yapılmıştı. Ambarlarda hayvanlarla birlikte insanlarda taşındı. Taşıma sırasında pek çok sağlık sorunu ortaya çıktı. Salgın hastalık, ölümler vs… Bu nakiller sırasında 1.500’e yakın insan kayboldu.

    Ordusu on yıldır savaşan, var olma savaşını yeni kazanan, insan ve ekonomik kaynaklarını büyük ölçüde savaşlarda yitiren, hastalık ve yoksullukla kırılan bir ülke gerçeğini göz ardı etmeden değerlendirirsek, tüm olumsuz şartlara rağmen Türkiye bu taşıma işinin altından başarı ile kalkabilmiş ve mübadillere bir vatan kazandırmıştır.

      MÜBADİLLERE VERİLEN İKİ ÖNEMLİ BELGE

1- TASFİYE TALEPNAMELERİ NEDİR?

    Mübadeleye resmen 10 Kasım 1923'de başlanacağı açıklandı. Mübadele edileceklerin henüz ayrılmadıkları topraklarda ki mal kayıtlarının yapılması ve bu malların paraca değerlerinin saptanması gerekiyordu. Böylece gidecekleri yeni topraklarda, ne oranda mal sahibi olabileceklerinin belirlenmesi de mümkün olabilecekti. Bu belirleme “Tasfiye Talepnameleri” belgesi ile mümkün olacaktı.

    Anadolu'ya gelecek  mübadiller tarafından doldurulan ya da doldurtulan, oradaki mallarını gösteren tasfiye talepnameleri; göçmenlerin (mübadillerin) yanlarında getirecekleri en değerli belge niteliğindeydi. Belgeler  Karma komisyona bağlı ara komisyonlarca 4 nüsha olarak düzenlenecek ve resmi olarak onaylanıp, mühürlenecekti.  Mallarının dökümünü yapan ve kendisine göre paraca değerini belirleyen mübadil elindeki beyannameyi ihtiyar heyeti azalarına onaylatıyor, sonra ara komisyona teslim ediyordu.

    Tasfiye talepnamelerinin doldurulması için  şehir merkezlerinde, köylerde yapılan duyurular ile halkın  köy meydanında toplanması, Muhtelit Tasfiye Komisyonu eşliğinde,  mal sahiplerine sorularak doldurtulması amaçlanmıştı ama planlandığı gibi olmadı. Zaman dardı ve her köye ulaşmak mümkün olamadı. Çoğu yerleşim yerlerinde bu belgeler mübadillerin kendisine doldurtuldu. Böylece bir takım fırsatçılar da ortaya çıkıp abartılı mal varlıklarını kayıtlara geçirdiler.

Tasfiye Talepnameleri'nde yer alan hususular;

- Belge en başında yanlış ve mübalağalı olarak bildirimde bulunmayacağına dair ihtar yazısı ile başlıyor. Ardından 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Sözleşmesine göre menkullerinin ve gayrimenkullerinin Mübadele komisyonu tarafından kişinin menfaatine uygun olarak doldurulması rica eden bir dilekçe geliyor.

- Belgenin 1.sayfasında; mübadilin adı, gemiye bindiği liman, erkek-kadın-çocuk olarak kaç kişi oldukları, tarihi seyahatin ücretli olup olmadığı hakkında bilgiler yer almaktadır.

- Belgenin 2.sayfasında; Tasfiye talepnameleri 16 yaşından büyük, evin reisi kim ise, onun adına doldurulur. Bazen evin babasının, bazen annesinin, bazen de en büyük çocuk adına doldurulmuş. İsmi  ve babasının  ismi ile başlıyor.  Memleketinin neresi olduğu, mesleği, söylediyse lâkabı, hatta mahallesi varsa onun ismi yazılıyor.

- Belgenin 3.sayfasında; Mübadilin sahip olduğu gayrimenkulün bilgileri. Varsa ektiği ürünlerin bilgileri yer alıyor.

- Belgenin 4.sayfasında; beyan edilen varlıkların altın olarak değeri hesaplanıyor. Tapuların kimden ve nereden intikal ettiği soruluyor. Yoksa tapuların zayi olduğu yazılıyor.

- Belgenin 5.sayfasında; sahip olunan hayvanlar yazılıyor.

-Belgenin 6.sayfasında; Ambarlarındaki tahılların kile olarak hesabı yapılıyor ve altına çevriliyor.

- Belgenin 7.sayfasında; onay bölümü var.

-Belgenin 8. Ve sayfasında; reşit olmayanlardan alınacak olan zorunlu vekâletname mevcut.

   Tasfiye Talepnameleri 4 nüsha olarak doldurulmuş. Biri mübadile, biri Yunanistan arşivlerine, biri Lozan'da, ötekisi ise Türkiye'ye verilmiş. Türkiye'de olanlar halen Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir.     (Kaynak: Sertaç Öztepe Cihan )

 

2- MÜBADİLLERE AİT MUHACİR KAYIT ÖRNEĞİ BELGESİ

    Mübadele de göçenlere verilen ikinci belgenin adı “Muhacir kayıt Örneği.” Tasfiye talepnameleri;  mübadillerin yaşadıkları yerlerdeki mallarını kanıtlamak için, mübadele antlaşmasından sonra oluşturulan heyetlerin köy köy dolaşarak köy muhtarı ve azaları eşliğinde mübadile doldurttuğu belgelerdi. Muhacir Kayıt Örneği Belgesi ise; Türkiye'ye geldiklerinde yerleştirildikleri yerleri ve kaç kişi olarak geldiklerini gösteren belge olması niteliğini taşıdığından dolayı, mübadiller adına çok önemli bir belgedir. Kişisel aile tarihinize ait birçok ayrıntıyı bulabilirsiniz. Devlet Arşivlerinden mübadelede gelen atalarınıza ait “tasfiye talepnamelerini bulduktan sonra, birazda şanslıysanız, kayıtlar yerleştirildikleri yerlerin bağlı olduğu nüfus müdürlüklerinden yanmadan, yırtılmadan, kaybolmadan geldiyse eğer ikinci olarak Devlet arşivlerinden isteyeceğiniz belgenin adı "Muhacir Kayıt Örneği" dir.

    Kayıtlarda tam olarak ilk iskan edildikleri yer, memlekette geldikleri il, kaza ve köy adı bulabilmeniz mümkün... Aile reisinin adı, yaşı, zevcesinin adı ve yaşı, yanında getirdikleri çocukları varsa, onların adı ve yaşı, kardeşleri varsa adı ve yaşı ve hatta kardeşlerinin eşlerinin adını ve yaşını bulabilirsiniz. Ailenin ikamet adresi  zorunlu olarak  değiştirildiyse, belgenin sonundaki açıklama kısmında hangi tarihte nereye gönderildikleri de ayrıca yazıyor. Geçmişini arayanlar için önemli bir belge.   (Kaynak: Sertaç Öztepe Cihan)

 ZORUNLU VE ZORLU MÜBADELE SÜRECİ BAŞLIYOR

    30 Ocak 1923 günü Lozan’da imzalanan “Zorunlu Göç Anlaşması”na göre mübadil kabul edilenlerin Türk ve Yunan uyrukluların mübadelesi 1 Mayıs 1923’ten itibaren başlayacaktı. İki ülke arasındaki tek değişim aracı gemilerdi. Bu süreçte her iki ülkede de farklı sorunlar yaşanıyordu.

    Ağır ekonomik sorunlarla boğuşan Yunanistan mevcut nüfusunun %20’ni bulan bir nüfus yığılmasına maruz kalmıştı. Bu göç dalgası barınma, beslenme, eğitim, ötekileştirme vs. gibi sorunları da beraberinde getirmişti. En kötü ekonomik kriz dönemini yaşayan Yunanistan ekonomisi gerek istihdam gerekse mali açıdan gelenlerin(1.5-2 milyon) yükünü kaldıracak durumda değildi. Yeni gelenlerin Hıristiyan olmalarına karşı Türkçe konuşmaları dışlanmaları için en önemli sebepti. Anadolu topraklarında iyi bir konuma sahip olanlar burada adeta yoksulluğun en dip noktasını yaşayacaklardı.

   Ağustos 1922’den önce başlayan ve sonrasında devam eden Anadolu’dan kaçışlar, Yunanistan’da Türk azınlığın bir an önce evlerini terk etmeleri ya da oturdukları evleri gidinceye kadar yeni gelen göçmenlerle paylaşmaları yönünde ağır baskılar doğurdu. Bu baskılara dayanamayan birçok Türk aile tarlasındaki ürününü, eşyalarını daha acısı mezarlarını bırakıp limanlara yığıldılar.

   1913 Balkan göçünü yaşayan Türkiye karşı taraf kadar dara düşmemişti. Gelecek olan mübadililer nüfusun %3.8’i kadardı (Giden 1.500.000 Rum mübadile karşılık 500.000 Türk mübadil gelecekti).

   Türkiye açısından en önemli sorun aylarca limanlarda bekleyen Türk mübadilleri taşıyacak yeterli sayıda gemi stokunun bulunmamasıydı. Türkiye bu sorunu kısa zamanda çözerek taşıma işini layıkıyla başaracaktı.

  Mihri Belli, 1940 yılında Amerika’da Mübadele üzerine Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen zorunlu nüfus mübadelesine ekonomik açıdan bir bakış” başlıklı yüksek lisans tezi hazırlamıştı. Bu tez Türkiye’de Mübadele üzerine yapılan ilk çalışmaydı. Mihri Belli’ye (Mübadele Tezi-1940) göre:

 "Türkiye mübadeleyle çok önemli bir ekonomik gücü elinde tutan nüfusun bir bölümünü kaybetmiştir. Bunun gözle görülür sonuçlarından biri, Anadolu’nun ve Trakya’nın her yerinde göze çarpan, her biri bir zamanlar zengin ticaret merkezleri olan hayalet şehir ve kasabalardır.

Yunanistan şehirlerde, kentli nüfusun üretkenliğini aşağıya çeken bir nüfus patlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Yunanistan’da göçmenlerin şehirlere akmasıyla varoşların giderek yayılması, mübadelenin çirkin yüzlü sonuçlarından bir diğeridir.

Göçün örgütlenmesi düzenli ve yeterli olmaktan çok uzaktı. Yunanistan’da hali hazırda çok büyük sayıda göçmen bulunduğundan, bunlara yer açılması amacıyla Türk azınlığı yola çıkarma işlemlerine hız verildi. Ayrılanların yerine yeni gelenleri yerleştirme yöntemi hemen uygulamaya sokulmadı. Birçok yerde haksız uygulamalar yapıldı. Gidecek olanlar boşaltma tarihinden önce evlerinden çıkartıldılar. Türk tarafında da işler pek parlak yürümüyordu. Rumların ayrılması aceleye getirildi ya da ertelendi. Anadolu’dan ayrılmak üzere limanlara yığılan sayısız Rum, o tarihte artık mallarına el konulmuş olan köylerine geri dönmeye zorlandılar.

Limanlarda tahliye gemilerine binmek için uzun bekleyişler oluyordu, gemiler gecikiyordu. Mübadillerden şansı yaver gidenler bazı kamu binalarında ve çadırlarda barınma imkanı buldular. Yola koyulanlar açlıkla, soğukla ve hastalıkla savaşmak zorunda kalıyordu.

Tezinin sonuç bölümünde Belli öncelikle “Herhangi bir nüfus göçü projesinin, göçe maruz bırakılan insanların mülkiyet hakkını çiğnemeden yürütülmesinin mümkün olmadığını açıkça ortaya koymuştur” saptamasını yapıyor.

    M. Belli’nin tezinde zorunlu göçün getirdiği iki önemli ekonomik sonuç da yer alıyor:    Birincisi, Mübadelenin değiş tokuş edilen kişiler üzerinde doğrudan etkisi olmuştur. Bu kişiler çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir. İkincisi, mübadele söz konusu olan her iki ülkede çoğunluğu teşkil eden nüfus üzerinde de etkili olmuştur. Bu etkinin iki yönü vardır. Bunların birincisi göçün kendisinin ve göçmen iskânının maliyetinin tüm halk tarafından kolektif olarak yüklenilmiş olmasıdır. Diğeri ise göçün söz konusu her iki ülkede de ekonomik uyum sorunları yaratmış olmasıdır.

    Mübadelenin iki yakasında da yolculuğa başlamadan önce mübadillerden gemiye binecekleri limanlara kendi imkânları ile gelmeleri beklenir. Bazen bir hayvanın çektiği arabalarla bazen de günlerce süren yürüyüşlerle gemilerin bulunduğu yere gelirler. Bu çileli yolculuklarda Ege’nin iki tarafında kimi zaman çete saldırıları gerçekleşir. Bu çetelerden korkan genç kadınlar bazen erkek kılığında yolculuk yapar.

    Gemilere binmek üzere geldikleri limanlar mübadillerin çilelerinin bittiği bir yer değildir. Yolculuk için ücret ödemek zorunda kalırlar. Bazen ücret ödememek için çocukları annelerin ya da büyük annelerinin eteklerinin altında saklayarak gemiye bindirirler.

    Mübadil gemileri kapasitelerinin çok üzerinde yolcuyu almak zorunda kalır. Böylece insanî bakımdan normal sayılmayacak bir şekilde yapılan bu seyahatlerde salgın hastalıklar baş gösterir. Günlerce süren bu yolda hastalananlar ölür ve gemiden denize atılır. Yurtlarından koparılmış bu insanlar gemi yolculuğu sırasında sevdiklerinden de kopmak zorunda kalırlar. Özellikle yaşlılar, kadın ve çocuklar bünyelerinin zayıflığı nedeniyle salgın hastalıklardan çabuk etkilenip kısa sürede vefat eder. Sevdiklerinin gözlerinin önünde denize atılışını seyretmek zorunda kalanlar için ziyaret edecekleri bir mezarları bile olmaz.

MÜBADİLLERİN TÜRKİYE’DE İSKÂNI (YERLEŞTİRİLMELERİ)

    Mustafa Necati’nin başında bulunduğu, Ekim 1923’te kurulan Mübadele İmar ve İskân Vekaleti Türkiye’de on iskan bölgesi belirler. Yoğun göç alan kentler Samsun, İstanbul, İzmir ve Mersin birer “indirme iskelesi” olarak hizmet verirler. Gelen mübadiller bu iskelelerde indirilir ve buralardan diğer şehirlere gönderilir.

Mübadelede görev alan gemilerin isimleri;  Hacıpaşa, Sakarya, Rumeli, Bahr-i cedit, Nilüfer, Dumlupınar, Timsah, Rize, İstanbul, Canik, Sürat, Sulh, , Ankara, Kırzade, Salih, Reşit Paşa, İsmet Paşa, Altay, Arslan, Millet, Cumhuriyet, Mahmudiye, Akdeniz, Türkiye, Kartal, Giresun, Bozkurt, Teşvikiye, M. Şevket Paşa, Ümit, Trabzon, Gülnihal, Gülcemal.

    Mübadilleri taşıyan bu gemilerin içinde en meşhur olanı ve bütün mübadillerin hatırladığı geminin adı “Gülcemal”dir. Belki de en çok seferi yaptığı için adı en çok bilinen bu gemidir.
Mübadillerin taşınmalarına başlanmasına ilişkin tarih anlaşmaya göre 1 Mayıs 1923’tür. 1924 ve 1925 yılları taşınmanın yapıldığı en yoğun olduğu yıllardır.

    Mübadiller, zorluklarla geçen yolculuk sonrası yeni vatana vardıklarında “tahaffuzhane” adı verilen karantina bölgelerinde bekletilir. Gerekli sağlık kontrollerinden geçirildikten ve elbiseleri etüv denilen cihazlarla temizlendikten sonra gerçek anlamda ülkeye girişlerine izin verilir.

    Türkiye’ye gelen mübadiller iskân edilecekleri köylerde, kasabalarda ya da şehirlerde ellerinde bulunan “Tasfiye Talepnameleri”ni görevliliklere vererek karşılığı olan gayrimenkulleri edinmiş olurlar. Sonrasında, kendilerine çok önemli bir belge olan “Muhacir Kayıt Örneği Belgesi” verilir. Türkiye'ye geldiklerinde yerleştirildikleri yerleri ve kaç kişi olarak geldiklerini gösteren belge olması niteliğini taşıdığından dolayı, mübadiller adına çok önemli bir belgedir.

    Zorunlu göçün ilk zorluğunu dil konusunda yaşarlar. Ülkeye girdiklerinde ilk fark ettikleri şey birlikte yaşayacakları insanların dilini bilmedikleridir. Ekmek ve su gibi en temel ihtiyaçlarını dahi temin edemeyecek durumda olmaları büyük bir çaresizlik duygusu yaratır. Geldikleri ülkenin insanları ile aynı dini paylaşmalarına rağmen aynı dili konuşmadıkları için komşularıyla iletişim kuramazlar ve dışlanırlar.  Türkiye’ye gelenler gavur ya da yarı gavur olarak adlandırılırken, Yunanistan’a gidenler ise aynı şekilde dışlanarak Türk tohumu diye çağırılır. Oysaki her iki grup da yeni vatanlarına aynı dinden oldukları için getirilmişlerdir.

    Mübadiller kendilerine gösterilen evlere yerleştikten sonra geçimlerini sağlayabilmek için çalışma alanı aramaya başlar. Yunanistan’dan gelenler balıkçılık gibi deniz ile alakalı işler yaparken Türkiye’den gidenler genellikle çiftçilik vb. kara işlerinde çalışarak geçimlerini sağlar. Bu iki grubun yaşam şartları da değiştirildiği için büyük bir uyumsuzluk ortaya çıkar. Karada yaşayanlar denize yakın bölgelere, denize yakın bölgelerde yaşayanlar ise dağ vb. yüksek bölgelerde yaşamak zorunda kalırlar. Ege’nin iki yakasından göç edenler genellikle ilk yerleştirildikleri yerlerde kalmayıp kendilerine uygun yerleri bulana kadar birkaç defa daha göç eder.

    Kendilerine uygun bir yer bulana kadar aylarını hatta yıllarını harcayan mübadiller çocuklarının eğitimiyle yeteri kadar ilgilenemez. Yaşamlarını idame ettirme gibi temel sorunlarla boğuşurken çocukların nerede ve nasıl eğitim alacakları konusunu açıklığa kavuşturamazlar. Bu nedenle mübadelenin bütün travmalarını bizzat yaşayan birinci kuşak ve mübadelenin etkilerini yaşamak zorunda kalan ikinci kuşak, geriden gelen üçüncü kuşağın eğitimli ve başarılı olması için elinden geleni yapar.

    Mübadiller 100 yıl önce geldikleri vatan toprağında yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şefkatiyle karşılandılar. Balkan Harbinden Kurtuluş Savaşı’na kadar savaşmış olan genç Cumhuriyet içinde bulunduğu tüm ağır ekonomik güçlüklere rağmen yurttaşlarına sahip çıkmıştır. Mübadillerin Türkiye’ye getirilişleri, sonrasında barınma, beslenme, eğitim, istihdamları konularında imkanlarını seferber ederek sorunlarını çözmeye çalışmıştır.

    Genç Cumhuriyetin bu konudaki hassasiyetini, devletin mübadile bakış açısını ve devlet adamı olmanın gereğini her bir cümlesinde gördüğümüz, 100 yıl önce Yunanistan ve Girit Adası'ndan Türkiye'ye gelen mübadillerin sorunları ile ilgili talimatlar içeren, Mübadele İmar Ve İskan Vekili Mustafa Necati Bey'in, bütün “İmar ve İskan Mıntıka Müdürleri”ne gönderdiği uzunca bir genelgesi vardır.

    Mustafa Necati Bey İzmirlidir. Çok genç yaşta (38) kaybettiğimiz, İstiklal Mahkemeleri Başkanlığı, Maarif, Adliye ve Mübadele Bakanlıkları yapmış olan ve cumhuriyet döneminin en önemli ve kapsamlı toplumsal olayı olan mübadele işlerinin örgütlenmesi, bir sisteme bağlanması konusunda en çok çaba harcayan genç cumhuriyetin özverili, idealist ve başarılı bir bürokratıdır.

    Emirlerini o kadar içten ve duygu dolu cümlelerle yazmış ki, duygulanmamak elde değil. Mübadillere karşı şefkatli ve duyarlı bir devlet adamı mantığıyla hareket ederek görevlilere şöyle diyor; "Derdini sormayacaksın, yüzüne bakıp anlayacaksın…"

Genelgesinde yer verdiği talimatlardan bir kaçına göz atalım;   

- “ Göçmenlerin köylerdeki genel durumları nasıldır? Onlarla temas eden memurlarımız yüzlerine baksa, biraz dertleşse her şeyi keşfedebilirler. Çehrelerin, ifadelerin ayrı ayrı anlamları vardır. Bir bakışımızla, yerleşimini sağladığınız göçmenlerin refah içinde ya da sıkıntıda olduğunu anlayabiliriz. Bundan dolayıdır ki, memurlar göçmen kardeşlerimizle sık sık temas etmeye ve onlarla dertleşmeye mecburdurlar. Camı kırık, kapısı sökük hiç bir göçmen evi istemem. Bütün göçmenlerin yerleştirildikleri evlerin camları, kapıları düzenli değilse, dikkat etmek gereklidir. Bölgelerde bu malzemeyi sağlayarak, kesin olarak her evin soğuktan korunmasını güvence altına alınız. Şayet bölgenizde bu malzemeyi bulamazsanız, telgrafla istemelisiniz.

- “Yataksız yorgansız hiç bir göçmen kalmamalıdır. Paltosu, ayakkabısı olmayanlar var mıdır? Kundaksız yavruların olması olasılığını bile düşünüyorum. Hilal-i Ahmet Teşkilatı şimdiye kadar bize büyük oranda yardım etmiştir. Genel Merkeze yazdığım telgraflara verilen cevaplarda, her bölgede bu gibi malzemelerin bulunduğunu bildirmişlerdir. Bunları Hilal-i Ahmer memurlarından isteyerek sağlamak gerekir. Şayet sağlanamazsa, telgrafla bakanlıktan istek, gerçek görevlerimizdendir.                                                      

– “ Göçmenlerin oturdukları evler, sürdükleri tarlalar geçici değildir. Mübadele işleri son bulunca, kendilerine kesin olarak verilmiş olacaklardır. Göçmenlerin bu konuyu bilmeleri gereklidir. Dolayısıyla ev ve arazinin kendi malları olduğunu kulaklarına sokmalısınız. Oturduğu evin kendi malı olduğunu bilen bir adam, onu korumaya ve onarmaya çalışır. Aksi takdirde, gelişigüzel bırakır ve sonuç olarak da baştanbaşa düşman eliyle yakılıp yıkılan ülkede yeni viraneler meydana gelir. Her göçmene evine sarılmasına ve onu onarması görevini anlatmalısınız.

-“ Gelen göçmenler kardeşlerimizdir. Göçün acılarına uğramış vatandaşlarımızdır. Bölgenizde özellikle yerlilik, yabancılık gibi bir zihniyetin ortaya çıkmasına engel olmak için halkı aydınlatmak gereklidir. Bir Türk göçmeni kardeşi gibi bağrına basmayanlar, asalet ve faziletin dünyada mümessili olan büyük atalarımızın çocukları sayılamazlar. Fazilet ve büyüklük, yoksullara yardım, göçmen kardeşlere samimi ve gülümseyen, iltifat eden bir yüz takınmakla gerçekleşmiş ve sağlanmış olur.”

Bütün bu yazdıklarımdan amacım, sizleri en küçük davamıza kadar duruma egemen, makamınızın manevi etkisinden güç ve esin alan, işlerinizde etkili, göçmenlere baba, yavrularına ana şefkat ve saygısıyla bakarak, kardeşlerimize öksüzlük ve gariplik çektirmeden, bolluk içinde ve üretici konuma getirmiş biçimde yaşatarak bu kutsal göreviniz başarmaktır…

Mübadele İmar Ve İskan Vekili Mustafa Necati

 (Bu genelge Prof.Dr. Kemal Arı tarafından Osmanlıcadan çevrilmiştir.)

MÜBADİL, AYNI YÜREKTE İKİ VATAN SEVDASI TAŞIR

    Anadolu’ya gelen mübadiller Türkiye Cumhuriyeti’nin “Misafirleriydiler”. Yunanistan gibi Türkiye de ekonomik sıkıntı içindeydi. Uzun süren savaş yılları yokluğu ve yoksulluğu da beraberinde getirmişti. Her şeye rağmen Türk Devleti Mübadillere sahip çıkarak onlara ikinci bir vatan armağan ediyordu.

   Türk toplumuna uyum sağladıkları ve etnik farklılıklarını ön plana çıkarmadıkları sürece tamamen kabul göreceklerini çok iyi bilen birinci kuşak mübadiller, devletle daima iyi ilişkiler kurmaya dikkat ettiler. Örneğin, Kemalist devrimleri yerel halka göre daha kolaylıkla kabul ettiler. Bunun bir nedeni Mustafa Kemal'e olan duygusal bağlılıklarıydı. Ona, hemşerilikten ve kendilerini Yunan zulmünden kurtarmış olmasından kaynaklanan derin bir sempati duyuyorlardı. Devrimleri kolaylıkla benimsemiş olmalarının diğer bir nedeni ise inanış biçimleriyle ilgiliydi. Mübadiller genellikle Bektaşi ya da Mevlevi geleneğinden geliyorlardı ve bu inanış biçiminin katı Sünni inanışına göre daha mistik içeriği nedeniyle yeniliklere daha açıktı.

    Mübadiller sonsuz bir Mustafa Kemal sevgisine sahiptiler. “O çağırdı geldik, biz kaçmadık” sözü, topraklarından koparılmış bir halkın özlemle karışık duygularını en güzel biçimde ifade etmektedir.

    Ancak bu iyi ilişkilerin yanı sıra mübadiller ve devlet arasında kimi gerginlikler de yaşandı. Örneğin, mübadillerin iskânı sırasında yerli halkla mübadiller arasında çıkan herhangi bir sorunda yerel yöneticiler yerli halkın yanında bir tutum sergilediler. Kırsal bölgelerde Kurtuluş Savaşı'na destek vermiş olan kimi önemli ağalar, bu dönemde Rumların terk etmiş oldukları toprakları ve mülkleri kendi hakları olarak görüyorlardı. Onların deyişiyle; ”Rumelililerin bu kurtuluş mücadelesine herhangi bir katkıları olmamıştı çünkü.”

    30 Ocak 1923 günü Lozan’da imzalan Mübadele Antlaşması, mübadillerin acılarla dolu yüreğinde ikinci bir vatan sevdası doğuracaktı. Bu vatana yürekten bağlı nesiller yetiştiren mübadiller, kendilerine ikinci bir vatan armağan eden çok sevdikleri M. Kemal Atatürk’ün deyişiyle; “Kaybedilmiş toprakların aziz hatıralarıydı”.

    Mübadil, ömrünün sonuna kadar yüreğinde iki vatan sevdası taşır. Biri doğduğu toprakların vatanı, diğeri ise gömüleceği toprakların vatanı.

              Mübadil Postası gazetesi- 30 Ocak 1923 sayısından alınmıştır.

 

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 01/02/25