Banu Demirağ    
	    
	1893 yılında Selanik yakınlarındaki Vodina 
	kazasında doğan Arap Şükrü'nün 'Arap' lakabını, dedesinin Yemen'de bir Arap 
	kızıyla evlenmesiyle ilgili olduğu bilgisi internette yaygın olarak yer 
	almakla birlikte, ilk eşini Yemen'den değil Ayvalık'tan seçmiş oluşu, orada 
	tanıdığı Servinaz hanım ile evlenmesi, ayrıca en büyük oğlu Yılmaz Değişmez 
	ile sağlığında yaptığım söyleşide (Bursa Hakimiyet, mayıs 1988, 'İçimizden 
	Biri'), "babam Selanikli, ninem Vanlı, dedim ise Şam kökenli, yani Araplık 
	oradan geliyor" şeklindeki açıklaması, dolaşımda olan diğer kayıtları 
	asılsız kılıyor. 
	      
	 2021
 2021
	    Dayısı Mahmut 
	Zeki Paşa'nın askeri okulda okuttuğu, Kurtuluş Savaşı'na süvari olarak 
	katıldığından 'Akıncı Şükrü' olarak anılan Arap Şükrü, İstiklal Savaşı'nda 
	askeriyle Kütahya'nın dağlık bölgesinde esir düştüğünde, "buradan hep 
	birlikte kaçacağız" der. Kusursuz Runcasıyla yanına gelen Yunan 
	askerlerinden bir altın karşılığında sigara ister. Altının postalının içinde 
	olduğunu söyleyip "sigaramı yak, postalın içinden al" dediği Yunan 
	sigarasını yakmaya yeltenir yeltenmez onu alt eder. "Koşun" komutu verdiği  
	askeriyle ilerlerken, arkalarından açılan ateşte kolundan yaralanır. 
	Günlerce yürüdükten sonra bir göçebe obaya rastlayıp yardım ister ama düşman 
	ya da ajan olduklarından kuşku duyulur, soyunması istenir. Türk ve müslüman 
	olduğu ortaya çıkınca da kızgın yağla saçma yarasını dağlayıp kendisini 
	hastaneye ulaştırırlar. Kesilmesi gündeme gelince, "asker, kolumu asla 
	kestirmeyeyceksin" emrine doktorlar da saygı duyar, tedavi ederler.
	   
	Malulen emekli olduğu savaş sonrasında lokanta açtığı Ayvalık'ta ilk eşi 
	Servinaz Hanım ile tanışır. Aslında bir Arap güzeline aşıktır, zamanla 
	muhabbetleri bozulunca, mektuplarını taşıyan Servinaz Hanım ile evlenir. Bu 
	evlilikten Nermen ve Nevin adında iki kızı olur. Onlar daha çok küçükken 
	Bursa'ya gelip şimdiki Tayyare Kültür Merkezi'deki Şar Kulübü işletir.
	  
	Ardından o dönemde Yahudilik Çarşısı olarak 
	bilinen, daha çok Yahudilerin işlettiği meyhanelerin bulunduğu Sakarya 
	Caddesi'nde İbrahim Efendiyle 180 liralık sermayeyi denkleştirerek başlangıç 
	yaparsa da kısa süre sonra ortağının "ver bana 90 liramı, vazgeçtim" 
	demesiyle yola tek başına devam eder. Kirası 2,5 lira olan Sakarya adlı 
	toprak zeminli dükkanda Bursa civarından atlarla gelen müşterilerine kuru 
	fasülye, pilav, kelle paça, işkembe çorbası pişirerek ünlenir. Balık 
	kültürünü benimsemese de Yahudi komşularının büyük yardımını görür. 
	   
	MURADİYE'DE KAYIP EŞİNİ BULMASI 
	   
	Aslında Bursa'ya gelişi gezi amaçlıdır. 
	Muradiye'deki simitçi fırınında kendine benzeyen birini görür. Merak duyarak 
	sohbet ettiği bu kişinin savaş zamanı izini kaybettiği kardeşi olduğunu 
	anlar ve onun Kayabaşı Sokak'taki evine yerleşir. Bu arada ilk eşi vefat 
	etmiştir. O zamanlar İstanbul'da yaşayan Müyesser Hanım, Muradiye'deki 
	teyzesini ziyarete geldiğinde Arap Şükrü onu sokakta görür. Sarışın, mavi 
	gözlü, şapkalı, çiçek emprime giysili bu modern kadına görür görmez aşık 
	olur. Bu evliliğinden de Yılmaz, Doğan, Ergun, Çetin, Ahmet, Melek adlı 
	çocukları olur. Sekiz çocuğundan erkek olan beşi, babalarının 1960'daki 
	ölümünden sonra geleneği sürdürür. 
	   
	Yılmaz Değişmez 1988'deki söyleşide süreci şöyle 
	anlatmıştı: "Okuldan geldiğim gibi çanta tezgahın altına, ben dükkana. Babam 
	okumamızı çok isterdi. Sanat Okulu ikinci sınıftan ayrıldığımda rahmetli 
	ağladı, hala üzülürüm. Ama ben esas öğrenimimi bu sokakta yaptım. Okulum bu 
	dükkanlar, bu meyhanelerdir. Mesleği çok benimsedim, çok sevdim. 1 kilo 
	şarap ve beş çeşit meze 25 kuruş o zaman. Yer toprak zemin. Peykeler var 
	(ağaçtan yapılmış oturma grupları), ortada maltız, üzerinde sürekli 
	fokurdayan kuru fasülye. Bilen bilir, o yıllardaki rakı çeşitleri Bahçe, 
	Fertek. Kulüp, Yeni.... Bunlar karafaki tabir edilen küçük sürahilerle 
	verilir. Rus salataları, ezmeler ve bugün sayamayacağımız türlü türlü meze 
	çok sonraları girdi rakı geleneğine. Buzdolabına ilk kez ıstakoz koyduğumda 
	iğrenip dükkana uğramayanlar olduğunu hatırlarım. 
	   
	Babam 60'da vefat ettiğinde önce Mehtap 
	İşkembecisi'ni açtım. 65'de kardeşlerimle ayrıldık. Ben en büyükleri olarak 
	dükkanı Çetin'e, çorbacıyı da Doğan'a bırakıp, müşterilerin ısrarıyla 
	Yeniyol'da havalı bir lokanta kurdum. Kapıda üniformalı teşrifatçısı, 
	eldivenli garsonları olan iki katlı bir yer. Bursa'da o yıllarda görülmemiş 
	bir servis, yemek asansörü ile taşınan mezeler, dev bir akvaryum. Meşhur 
	Hacı Salih'in ustabaşısı Eyüp Usta'nın birbirinden leziz yemekleri. O günün 
	parasıyla dört yüz bin liraya mal olan bu yer ne yazık ki üç yıl ayakta 
	durabildi. Ardından Kültürpark dönemi. Birbirinin içinden geçen üç havuzlu, 
	şirin bir dükkan. Daha parkta yemek yeme alışkanlığı yeni başlıyor. Hayvanat 
	Bahçesi'nin hemen yanındaki bu yer uğruna hayvan pisliklerin ellerimle 
	temizliyorum. Ama onca kahrını çektiğim bu yeri Park Bahçeler Müdürlüğü 
	kapattırdı. 
	  
	Zor yıllar bunlar. Kış aylarında balık satıyorum. 
	Hala vefalı üç dostumuz kalmış meğer. Turgut Engindeniz, Rıdvan Baştuğ, 
	İpekçi Tahsin. Altı bin liraya bu dükkanı devralırken bana şöyle dediler: 
	"Yılmaz, sen sıfırdan başlayabilecek adamsın, çalışkansın, 80'e kadar altı 
	masayla çalıştın, yine yaparsın". İşte, şükür Allah'a, sonra üst katı 
	çıktık. 
	   
	AİLEDE SES GÜZELLİĞİ SOYDAN GELİYOR 
	   
	On dakikada hazırladığı hamsi turşusunu, balık 
	pilakisini, hardallı hamsi buğulamasını tatmayan var mıdır? Yılmaz'ın 
	Yeri'nden yükselen hüzzam faslını dinlemeyen kaç kişi kalmıştır Bursa'da? 
	Peki ya on ikiye doğru üst kat iyice karartıldıktan sonra o gür ve gevrek 
	sesiyle 'Her Yer Karanlık' diye bir esmeye görsün, masa sandalyebile kulak 
	kesilmez miydi? Sonrasında da hüznü dağıtan "'Selamun aleyküm, aleyküm 
	selam" tekerlemesinin matrak nidaları, felekan çalınmış bir gecenin daha 
	bittiğini söylese bile, yüzler gülmez miydi? Gönüller hoş olmaz mıydı? 
	
	   
	Bilenler biliyor, Arap Şükrü de 'Gecenin Matemi' 
	ile anılıyor. İster gelenek deyin, dilerseniz soyaçekim, Değişmez'lerin 
	seslerinin güzel olduğunu bilir misiniz? Arkadaşı olmaktan büyük mutluluk, 
	dahası kıvanç duyduğum,  İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu 
	solistlerinden Güzin Değişmez'in ilk makam bilgilerini babası Yılmaz 
	Amca'dan aldığını peki?  
	   
	Bugün Şükrü Değişmez'in istiklal madalyasıyla 
	kehribar tespihi, Bursa Kent Müzesinde oluşturulan Arap Şükrü köşesinde. Ama 
	hazindir ki rahmetliyi yaşatan üç isim kaldı: Sevgi Değişmez Çiftçioğlu, 
	Çetin Değişmez'in kızı olarak geleneği sürdürüyor. Doğan Değişmez'in oğlu 
	Şükrü Değişmez mirası devralan bir diğer torun olarak restore edilen 
	havranın bitişiğindeki işkembe çorbacısında dedesinin adını yaşatıyor. Bir 
	diğer Arap Şükrü şubesi ise Misi yolundaki Balıklı Bahçe. Kıvanç ve Bülent 
	Değişmez, Yılmaz Değişmez'in ruhunu şad ediyorlar. Özel gecelere katılan 
	Güzin Değişmez de babasından devraldığı birikimle bitiriyor işret şölenini. 
	Hasılı, ata mirası mutfak kültürü, çocukların çocuklarıyla sürüyor. Kız 
	erkek ayırmadan, her türlü olumsuzluğa, bezdirme çabalarına ve krizlere 
	inat, torunlar iş başındalar. Rahat uyu Arap Şükrü, kervanın yürüyor! 
	Yaşayana da yaşatana da aşk olsun.
	                                                 
	
	(Yazarın Bursa Defteri, Aralık 2009 sayısındaki 
	yazısıdır)