
|
|

Söyleşen kişi belirtilmemiş
1999
Efendim önce adınızı, soyadınızı ve doğum tarihinizi söyler misiniz
? Ali Muhittin DİNÇSOY. 1926 Bursa.
Doğduğumuz ev Bursa'nın neresindeydi efendim?
Muradiye'de
efendim, Beşikçiler Ceddesi'nde. Mimari yapısı tamamen eski bir Türk evi, Türk
konağıdır. Aile
büyükleri Bursa'nın yerlisi miydi efendim?
Annem evet. Ancak babam İstanbulluydu. Burası da esas annemin
teyzelerinden kalmıştır.
Eski Bursa'nın önde gelen aileleri veya
tek tek bireyleri kimlerdi efendim?
Efendim o zaman Vali Refik Koraltan
vardı. Sayılı günlerde ben mesela daha Sen Josef'ten mezun olmadan evvel
Cumhuriyet balolarında dans müsabakaları falan olurdu. Onlara iştirak
ederdik. Öyle bir kız erkek ayırımı olmazdı. Kaçmak göçmek erkeklerin bir
tarafta kadınların bir tarafla olması gibi şeyler yoktu. Fakat böyle sayılı
günlerde Refik Koraltan'ın iki tane oğlu kalkar derlerdi ki,dünyada üç büyük
insan vardır, Atatürk, İsmet İnönü, Refik Koraltan... derlerdi. Ve bunu da
bazı kimseler şak şak alkışlarlardı. Bazı kişiler diyorum, çünkü ben ve
benim gibi düşünenlere fevkalade aykırı gelirdi. Bir insanın kendini övmesi
kadar ayıp ve çirkin bir şey yoklur benim görüşüme göre. İnsanları başkaları
övmelidirler. Hele hele bir insanın evladı dünyada üç büyükten biri benim
babamdır derse, o herhalde pek hoş bir şey olmaz. Şimdi bu şehrin o günkü
üst düzeyde insanları deyince İpeker ailesi vardı, iki kardeş de vefat etti
maalesef. Selim Süter ve kardeşi vardı. Ağabeyi Abdurrahim Bey, maalesef
vefat ettiler. Hepsi benim arkadaşlarımdı. Ersöz ailesi vardı Burhanettin
Ersöz. Ahmet Eker tütün tüccarıydı. Salih Bey tütün tüccarıydı. Salih
Kiracıbaşı vardı. Fazıl Erman Bey tütün tüccarıydı. Doktor Şefik Rüştü Bey
belediye baştabibiydi ve fevkalade beyefendi bir insandı. İlginç bir
özelliği, iki tane hanımı olmasıydı. Bir akşam birinin, bir akşam diğerinin
evine giderdi. Daha tabii ki sayılabilecek çok insan vardı ama şu anda
aklıma gelmedi.
O dönemde insanlar ülke sorunlarına karşı duyarlı
mıydılar efendim?
Fevkalade! Efendim mesela babacığım CHP'nin
kurucularındandır.
Dr. Neşati Üster vardı, Dahiliye
Mütehassısı, O da CHP'liydi. CHP'nin son döneminde en büyük şikayet
tek siyasi parti
olmasından kaynaklanıyordu. Babacığımın en son geçirdiği rahatsızlıkta, ki
beyin kanaması geçiriyormuş, Dr. Neşati Bey'i davet ettik geldi. Babacığımla
belki yarım saat siyasi konularda görüştüler.
O dönemde
insanların sanat ve kültüre karşı bakış açıları neydi efendim? Yani
insanlarda kentli olma bilinci var mıydı?
Efendim vardı. Şöyle ki
mesela Türk Hava Kurumu vardı. Anneciğim gençliğinde toplantılarına giderdi
ve giderken de bütün hanımefendiler şapka giyerdi. Eldivenleri vardı,
eldivensiz ve şapkasız sokağa çıkmazlardı, bir toplantıya gitmezlerdi. Bugün
maalesef sosyal düzenimiz de bozuldu. Bugün bakıyoruz bir akşam yemeğine kot
pantolonla giden pek çok insan var. E bana bunlar da ters geliyor, çünkü ben
bunlara alışmadım. Ve eskiden de sergiler vardı, mesela
Tayyare Sineması Türkiye'nin en güzel filmlerini getirirdi ve
Türkiye'nin belki de dış ülkelerin o tarihlerde en güzel sinemalarından
biriydi. Operetler gelirdi, büyük piyesler oynanırdı. Bir sanatsal faaliyet
vardı Bursa'da.
Bir de
işgal yılları üzerinde duralım. Siz ailenizden işgal yıllarına
ilişkin bir şeyler dinlediniz mi efendim?
Maalesef dinledim efendim. Mesela
rahmetli anneannemin söylediği, hamile hanımların saçlarından tutulup
caddelerde sürüklendikleri. Yunanlıların yaptıkları bu mezalimi anlatırdı.
Bizim buradaki bütün tesislerimizi yakıp yıkıp öyle gitmişlerdir. Burada taş
üzerine taş kalmamıştı. Bütün buraların temelini rahmetli babacığım atmıştı.
Ondan sonrakileri ben yaptırdım. Mesela bu binanın geçmişi yirmi yıldır.
Zaman
Bursa'yı nasıl değişirdi? Bu değişimi nasıl deferlendiriyorsunuz?
Efendim zaman
Bursa'yı maalesef iyi bir şekilde değiştirmedi. Zaman Bursa'yı kötü bir
şekilde değiştirdi. Bursa'nın eski ismi Yeşil Bursa'dır, Bursa'nın eski
güzelliklerinden hiçbir şey kalmamıştır. Ve herkes bunu bir an evvel
yitirmek için-başta yöneticilerimiz- gayret içindedir. Ben iki yıl evvel
Fransa'ya gittiğimde, Paris'te kişi başına düşen yeşil alanın 10m2 olduğunu,
nüfus arttığı için kişi başı yeşil alanın azalmasından herkesin şikayet
ettiğini gördüm. Ve gazetelerde de manşetler bu idi. E bizde Paşaçiftliği,
mezarlıklar dahil kişi başına düşen yeşil alan 1m2'dir. Biliyor muydunuz
bunu?
Bursa'da bir
Piccinato planı vardı. Reşat Bey'in
zamanındaydı galiba yanılmıyorsam. Reşat Bey İsviçre'den Piccinato isminde
bir mimar, şehircilik uzmanı getirtti. Onun planına göre Çekirge asfaltının
altına yalnızca iki katlı evler yapılacaktı, bahçeli evler. Başka hiçbir şey
olmayacaktı. Ama
ondan sonra gelenler, Bursa'nın yönetiminde bulunan kimseler evvela kendi
yaptıkları bina ile o planı delmeye başladılar. Ve bugün Bursa'da plan
program diye bir şey yok zaten. Türkiye'de plana ehemmiyet veren kimse yok,
plan yerine pilav. Herkesin arzu ettiği bu.
Bursalı günlük nasıl yaşardı efendim?
Eğlenmek için yahut piknik yapmak için insanlar daha çok nerelere giderdi?
Efendim bayram
zamanlarında Pınarbaşı vardı. Pınarbaşı gerçekten bir mesire yeriydi. Ondan
sonra Çekirge'ye çıkarken sağ taraftaki büyük çınarların altı bir mesire
yeri idi, oraya gidilirdi. Mudanya eski yolu 1940 yılında İpekerler'in
damadı müteahhit Nejat Bey tarafindan yapılmıştır. 1940-2000, tam 60 yıl
geçmiş, hala o asfalt kullanılıyor.
Eski Bursa'nın semtlerinden söz eder misiniz
efendim?
Çekirge'de Hüsnü Güzel Öteli vardı. Orada gidip
bir çay içilirdi. Uludağ'a çıkılırdı, İnegöl köftesi yenirdi. Oylat'a
gidilirdi, Yalova'ya gidilirdi. Mudanya daha sık gidilen bir yerdi. Ve
Rumların olduğu zamanda Mudanya'nın da genel görünümü çok başkaydı.
Rumlar'ın hepsinin evinin önünde akşamları laterna vardı. Ziraat işlerinde
eskiden kullanılan mısır taneleme makinası vardı, yani öyle bir makine,
koskoca bir çark, elle çevrilirdi. Çark büyük olduğu için evin ufak
fertleri, oğlu kızı ne ise muayyen bir zamanda gelir onu çevirmeye başlar, o
fevkalade güzel bir müzik yayını yapardı. Eski insanların yemek yeme ve içki
içme zevkleri de çok başkaydı. Gerçekten onlar ehl-i keyifler. Mesela rakı
mı içecek, adam nasıl içeceğini bilir, zeytiniyle, sarmısağıyla,domatesiyle,
peyniriyle, kavunuyla, bir sohbet içinde içkilerini içerlerdi. Bugün bu ölçü
de değişti.
Efendim biraz da öğrenim hayatınızdan söz edelim
istiyorum. Örneğin ilkokulu nerede okudunuz?
Efendim
Bursa'da Özel Reyhan İlkokulu'ndan mezun oldum. Allah nurlar içinde yatırsın
okulun sahibi ve başöğretmeni Mustafa Sanlav isminde uzun boylu bir
beyefendi idi. Mustafa Bey fevkalade dirayetli, fevkalade otoriter,
kurallara fevkalade saygılı bir kimseydi. Ben okula buradan gidiyordum, o
zamanki Yahudilik, şimdiki Altıparmak'ta Nesim isminde bir Musevi
arkadaşımız vardı. O'nu da alıp beraber giderdik. Okula beş dakika geç
kaldığımız zaman da Müdür Bey bizi sınıfa almazdı, ki o zamanlar Bursa'ya üç
metre kar yağardı. O tarihlerde babam belediye başkanı. Bir gün Nesim'le
dedik ki, bunu babamıza söyleyelim. O cesareti kendimizde bulup söyledik.
Dedik ki, Müdür Bey beş dakika geciktik diye bizi neden içeri almıyor? Babam
dedi ki, siz orada beni temsil ediyorsunuz. Yarından itibaren on dakika
erken çıkın, hem arkadaşınızla beş dakika daha fazla birlikte olursunuz hem
de kurallara olan saygınızı herkese göstermiş olursunuz. Biz tabii aksini
ümit ediyorduk, işte kar kış, kızakla gidiyoruz, canım beş dakika için ne
olur sanki, ben yarın Müdür Bey'e söylerim de sizi bundan sonra dışarda
bırakmaz, demesini umuyorduk. Tamamen aksini söyledi. Belki o an o sözler
hoşumuza gitmedi ama şimdi ne kadar doğru olduğunu gayet iyi anlıyorum.
Bu okul
Reyhan'daydı, şimdi bir ipekçilik kooperatifi falan olarak o bina
değerlendiriliyor. Herkesin özel terliği vardı, yani bahçedeki gözlerde,
herkes ayakkabısını oraya koyar, terlikle içeriye girer. Müdür Bey'in çok
uzun sopası vardı. Eğer ezkaza dersi dinlemeyen biri olursa Müdür Bey o
sopayla sınıfın her yerine ulaşıp tak diye vurur, cezalandırındı. Şimdi
tabii ceza kimsenin hoşuna gitmiyor. Ondan sonra da İstanbul'daki Sen
Josef'te tahsilime devam ettim ben.
Bursa'nın kültürel mekanları nerelerdi?
Tayyare Sineması vardı. Setbaşı'na doğru giderken
Yeni Karamürsel'in ilerisi Dilek Sineması idi. Ve Türkiye'nin modern
sinemalarından bir tanesiydi. Daha ilerde Şafak Sineması vardı. Dörtyol'da
Fomara'ya doğru inerken sağ tarafta bir sinema daha vardı. Demek ki Bursa
halkı o zamanki nüfusuyla bu sinemaları besleyebiliyordu. Operetler gelirdi,
piyesler gelirdi, konserler verilirdi. Herkes hazır nazır gider bunları
izlerdi.
Bursa özellikle hangi yıllardan sonra kalabalıklaşmaya başladı efendim?
Bursa'nın nüfusu eskiden azdı. Zannedildi ki Bulgaristan'dan gelenlerin
yerleştirilmesiyle kentin geleceğine çok büyük katkıda bulunulacak. Bence
yanlıştır. İşte bu Hürriyet Mahallesi'ndeki evler falan onlar için yapıldı.
Yapılan bir başka yanlışlık da, Mudanya'yı güya kalkındırmak için, deniz
kenarında Simens fabrikası kurulmasıdır. Ve gene güya Bursa'yı kalkındırmak
için otomobil fabrikalarının Bursa'da kurulması düşünüldü. Ve herkes düğün
bayram etti. Tofaş fabrikası kurulurken onun Genel Başkanı Sinyor Martinotti
idi. Sinyor Martinotli burda yalnız kalıyordu, ben de bekar olduğum için,
daha ziyade işte lisan falan da bilmem kendisini etkiliyordu, haftanın bir
iki akşamı beraber oluyorduk. Fabrikanın temeli atılırken dedi ki, temeni
ediyorum ki fabrika faaliyete geçtikten sonra da bu güzel heyecan devam
etsin. Bizde adettir, herkes dinler ama dinler görünür, aklı başka yerdedir.
Söylenen söze ilgi alaka göstermez. Eh işte biri alkışlarsa herkes de
alkışlar. Sorun, niye alkışladınız, ne dedi de alkışladınız diye, kendisi de
bilmez. Aradan birkaç gün geçti bir gün yemek yiyoruz, gene dedim ki, siz
böyle bir şey söylediniz, ne demek istediniz? Dedi ki, fabrikanın yapılışı
tabii ki Bursa'nın ekonomik durumumu etkileyecektir. Fabrika dedi, müspet
yönde etkileceği gibi kentin altyapısını da menfi yönde efkileyeceklir.
Temenni ederim ki, dedi, bu etkileme çok zararlı olmasın. Temel atıldı,
açılışında Sinyor Martinolti gene aynı şeyleri söyledi. Gene kendisiyle
bunları konuşurken bana dedi ki, biz bundan evvel İspanya'da bir fabrika
yaptık, maalesef İspanya'da ümit eitiğimiz şeyleri bulamadık. Oranın düzeni
bozuldu, dedi. Temenni ediyorum ki Bursa'da olmasın dedi. Şimdi adamlar
fabrikanın sahibi olarak bunu görüyorlar, söylüyorlar ve söyledikleri de
meydana çıkıyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de Renault yapıldı. Güzelim arazi
biti. İşte Demirtaş'taki enerji santrali yanlıştır, Cargill yanlıştır,
fabrikalar bence yanlıştır. Bursa'nın hüvviyetini evvela tanımak lazım
gelir. Bursa ya turizm şehridir, dağıyla, deniziyle, yeşiliyle, meyvesiyle,
güzel panoramasıyla, veyahut da sanayi şehridir. Ben sanayii hiçbir şekilde
kötüleyen ya da değer vermeyen bir insan değilim. Ziraat bizim ülkemizdeki
kadar dünyanın hiçbir yerinde verimli olmadı. Tabii ki bir ülkenin
kalkınması için sanayi de lazım. Amma sanayii de düşüne taşına götürmek
lazım. Kurulacak yerlerini çok iyi hesap etmek lazım. Burada her türlü
ziraati yapmak mümkünken siz buraya fabrika yapın, ama Ankara yolu üzerinde
Bozüyük'ten sonra Allah'ın dağı, hiçbir şey yapamazsınız, üstelik treni de
var. Eskişehir'i geçtikten sonra hakeza Allah'ın dağı, bayırı hiçbir şey
yapamazsınız. Neden oralarda değil de fabrikalar buralarda kuruldu? Ve bu
kalkınma ile Bursa ne kazandı, ne kaybetti? O zaman düğün bayram yapılmış
olmasına rağmen Mudanya'da Simens fabrikası yapılıyor, Mudanya şöyle
kalkınacak, böyle olacak deniyor. Mudanya'nın en güzel yerinde fabrika
kurulmuş olmasının bugün acı ve ıstırabını herhalde çekeceklerdir.
Efendim hem
sizin için hem de biz Bursalılar için oldukça önemli olan Paşa Çiftliği
nasıl korunacak, bu konuda bireylere ne tür görevler düşüyor?
Ben bu yaşımda
yalnız başıma çaba veriyorum. Ve karşımda devlet olduğu için ve maalesef
bugün Türkiye'de hak hukuk adalet diye bir şey olmadığı için ben yüzde
milyon haklı çıktığım konularda yenik düşüyorum. En son yaptıkları, şurdan
geçirdikleri yağmur suyu ve pis su kolektörleri. O kadar çırpındım, maalesef
anlatamadım. Kanserojen, asitli gazlar çıkıyor. Bunun için alim olmaya gerek
yok. Buyurun hattın güzergalında yürüyün o gazları içinize çekeceksiniz ve
ne kadar kötü olduğunu göreceksiniz. Ama karşımızda devlet olunca biz
başarılı olamıyoruz. Ve bunun gibi şuradan geçirdikleri DSİ ishale su hattı.
Fevkalade yanlıştır. Ben elimden geldiğince buna karşı durdum, başarılı
olamadım. Amme menfaati dediler, oysa bir tek kuruş istimlak bedeli vermeden
asfaltın kenarından veya önerdiğimiz diğer yedi sekiz alternatiften istifade
etmeleri de mümkündü. Ve o zaman DSİ Müdürü denilen o zavallı adam, yani en
azından kendisini zavallılıkla suçluyorum, benim için, 65 bin kişinin
su ihtiyacına engel oluyor, diyordu. Madem ki 65 bin kişinin su ihtiyacı
için bu borular yapıldı, neden beş yıl oldu da beş yıldan beri içinden beş
gram su geçmedi? Haklı mıyım? Şimdi bir köprülü kavşak piojesi var
belediyenin. Fevkalade yanlıştır. Modem dünyada, uygar dünyada şehrin içinde
köprülü kavşak yok. Olmaz! Olanları söküyorlar. Ama ben bunun da
mücadelesini yapıyorum. Fakat ne yazık ki ben bu konuda evvela kime müracaat
edeceğim, Ziraat Odaları'na, Akademik Odalar Birliği'ne, işte Mühendisler
Odası 'na, Mimarlar Odası'na, Kimyagerler Odası'na. Bunlara yaptığım
müracaatlarda ya cevap vermezler ya da üç defa dört defa yazı yazarım, zorla
üstünkörü bir cevap alırım. Ve hiçbirisi de bana, evet haklısınız, biz de
beraberiz, gelin bu şehri beraber kurtaralım, yeni nesillere gelin daha
güzel bir Bursa'yı beraber arayalım, dememişlerdir.
Siyasi hayata dair söyleyeceklerinizle
kapatalım mı efendim.
Kendimle ilgili bir olay anlatayım. 80
İhtilali'nden sonra MDP kurulurken, Allah nur içinde yatırsın, Turgut Sunalp
Paşa bizim çok yakınımızdır, hatta O'nun ismi Cehadeltin Turgut Sunalp'tir,
biz O'na Cehat ismini kullanırız ve benim hayatımda “ağabey” diye hitap
ettiğim tek insandır. Cehat Ağabeyi o kadar yalın bulurdum ki zaten
çocukluğu burada geçmiş. Tabii her geldiklerinde bizde kalırlar, burası
kendi evleri gibidir. MDP'yi kurduğu zaman daima bana demiştir ki, Aliciğim
Bursa'da teşkilatı sen kur, senden istiyorum bunu. Ben de kendisine, Cehat
Ağabey ben kurarsan sizin yakınınız olmam nedeniyle yanlış bazı şeyler
anlaşılabilir. Onun için müsaade edin, ben teşkilalta olmayayım, ama ne
gerekiyorsa size yardımcı olayım. İşte bir üye alacaklar, bana telefon
ederler, Ali Beyciğim şu kişiyi almak istiyoruz da siz ne dersiniz falan
filan... Beyefendi benim öyle bir konuda fikir yürütmeye hakkım yok, sizin
yönetiminiz herhalde bunu daha iyi değerlendirebilir, diye kestirmişimdir.
Belki hatırlarsınız, MDP bir ara iktidar partisi havasına bürünmüştü,
iktidara geliyordu. Cehat Ağabey bana kaç defa telefon edip, Aliciğim hangi
bakanlıklarda bana yardımcı olmak istersin? demiştir. Hepsine, vallahi
billahi, Cehat Ağabey hiçbirinde ismimin geçmesini uygun görmüyorum. Çünkü
yarın öbür gün ben bir bankadan kredi alsam, muhalileriniz size atfederler.
Sizin isminize gölge düşürülmesi beni de üzecek. Bir düşünün, herhangi bir
kimseye bir milletvekilliği,bir siyasi parti başkanlığı teklif edilse ne
yapar o insanlar? Koşar adım giderler ama o koşar adım gitmelerinin
arkasında da -yüzde doksan dokuzu öyle veyahut yüzde doksan beşi öyle-
maalesef pohpolanmak, işlerini daha iyi yürütebilmek, karanlık işleri
aydınlığa çevirebilmek, maddi menfaatlerle kendilerine bazı olanaklar
sağlamak yatar.
Efendim söyleşi için çok teşekkür ederim. |