Ali Muhittin Dinçsoy (1926-2016)
            ile Söyleşi -2

Bursa Belediye Başkanları

Muhittin Dinçsoy

 

                     
                                                                                        Söyleşen kişi belirtilmemiş

                                                                                                                        1999
Efendim önce adınızı, soyadınızı ve doğum tarihinizi söyler misiniz ?
Ali Muhittin DİNÇSOY. 1926 Bursa.
Doğduğumuz ev Bursa'nın neresindeydi efendim?
Muradiye'de efendim, Beşikçiler Ceddesi'nde. Mimari yapısı tamamen eski bir Türk evi, Türk konağıdır.
Aile büyükleri Bursa'nın yerlisi miydi efendim?
Annem evet. Ancak babam İstanbulluydu. Burası da esas annemin teyzelerinden
kalmıştır.
Eski Bursa'nın önde gelen aileleri veya tek tek bireyleri kimlerdi efendim?
Efendim o zaman Vali Refik Koraltan vardı. Sayılı günlerde ben mesela daha Sen Josef'ten mezun olmadan evvel Cumhuriyet balolarında dans müsabakaları falan olurdu. Onlara iştirak ederdik. Öyle bir kız erkek ayırımı olmazdı. Kaçmak göçmek erkeklerin bir tarafta kadınların bir tarafla olması gibi şeyler yoktu. Fakat böyle sayılı günlerde Refik Koraltan'ın iki tane oğlu kalkar derlerdi ki,dünyada üç büyük insan vardır, Atatürk, İsmet İnönü, Refik Koraltan... derlerdi. Ve bunu da bazı kimseler şak şak alkışlarlardı. Bazı kişiler diyorum, çünkü ben ve benim gibi düşünenlere fevkalade aykırı gelirdi. Bir insanın kendini övmesi kadar ayıp ve çirkin bir şey yoklur benim görüşüme göre. İnsanları başkaları övmelidirler. Hele hele bir insanın evladı dünyada üç büyükten biri benim babamdır derse, o herhalde pek hoş bir şey olmaz. Şimdi bu şehrin o günkü üst düzeyde insanları deyince İpeker ailesi vardı, iki kardeş de vefat etti maalesef. Selim Süter ve kardeşi vardı. Ağabeyi Abdurrahim Bey, maalesef vefat ettiler. Hepsi benim arkadaşlarımdı. Ersöz ailesi vardı Burhanettin Ersöz. Ahmet Eker tütün tüccarıydı. Salih Bey tütün tüccarıydı. Salih Kiracıbaşı vardı. Fazıl Erman Bey tütün tüccarıydı. Doktor Şefik Rüştü Bey belediye baştabibiydi ve fevkalade beyefendi bir insandı. İlginç bir özelliği, iki tane hanımı olmasıydı. Bir akşam birinin, bir akşam diğerinin evine giderdi. Daha tabii ki sayılabilecek çok insan vardı ama şu anda aklıma gelmedi.
O dönemde insanlar ülke sorunlarına karşı duyarlı mıydılar efendim?
Fevkalade! Efendim mesela babacığım CHP'nin kurucularındandır. Dr. Neşati Üster vardı, Dahiliye Mütehassısı, O da CHP'liydi. CHP'nin son döneminde en büyük şikayet
tek siyasi parti olmasından kaynaklanıyordu. Babacığımın en son geçirdiği rahatsızlıkta, ki beyin kanaması geçiriyormuş, Dr. Neşati Bey'i davet ettik geldi. Babacığımla belki yarım saat siyasi konularda görüştüler. 
O dönemde insanların sanat ve kültüre karşı bakış açıları neydi efendim? Yani insanlarda kentli olma bilinci var mıydı?
Efendim vardı. Şöyle ki mesela Türk Hava Kurumu vardı. Anneciğim gençliğinde toplantılarına giderdi ve giderken de bütün hanımefendiler şapka giyerdi. Eldivenleri vardı, eldivensiz ve şapkasız sokağa çıkmazlardı, bir toplantıya gitmezlerdi. Bugün maalesef sosyal düzenimiz de bozuldu. Bugün bakıyoruz bir akşam yemeğine kot pantolonla giden pek çok insan var. E bana bunlar da ters geliyor, çünkü ben bunlara alışmadım. Ve eskiden de sergiler vardı, mesela Tayyare Sineması Türkiye'nin en güzel filmlerini getirirdi ve Türkiye'nin belki de dış ülkelerin o tarihlerde en güzel sinemalarından biriydi. Operetler gelirdi, büyük piyesler oynanırdı. Bir sanatsal faaliyet vardı Bursa'da.
Bir de işgal yılları üzerinde duralım. Siz ailenizden işgal yıllarına ilişkin bir şeyler dinlediniz mi efendim?
Maalesef dinledim efendim. Mesela rahmetli anneannemin söylediği, hamile hanımların saçlarından tutulup caddelerde sürüklendikleri. Yunanlıların yaptıkları bu mezalimi anlatırdı. Bizim buradaki bütün tesislerimizi yakıp yıkıp öyle gitmişlerdir. Burada taş üzerine taş kalmamıştı. Bütün buraların temelini rahmetli babacığım atmıştı. Ondan sonrakileri ben yaptırdım. Mesela bu binanın geçmişi yirmi yıldır.
Zaman Bursa'yı nasıl değişirdi? Bu değişimi nasıl deferlendiriyorsunuz?
Efendim zaman Bursa'yı maalesef iyi bir şekilde değiştirmedi. Zaman Bursa'yı kötü bir şekilde değiştirdi. Bursa'nın eski ismi Yeşil Bursa'dır, Bursa'nın eski güzelliklerinden hiçbir şey kalmamıştır. Ve herkes bunu bir an evvel yitirmek için-başta yöneticilerimiz- gayret içindedir. Ben iki yıl evvel Fransa'ya gittiğimde, Paris'te kişi başına düşen yeşil alanın 10m2 olduğunu, nüfus arttığı için kişi başı yeşil alanın azalmasından herkesin şikayet ettiğini gördüm. Ve gazetelerde de manşetler bu idi. E bizde Paşaçiftliği, mezarlıklar dahil kişi başına düşen yeşil alan 1m2'dir. Biliyor muydunuz bunu?
    Bursa'da bir Piccinato planı vardı. Reşat Bey'in zamanındaydı galiba yanılmıyorsam. Reşat Bey İsviçre'den Piccinato isminde bir mimar, şehircilik uzmanı getirtti. Onun planına göre Çekirge asfaltının altına yalnızca iki katlı evler yapılacaktı, bahçeli evler. Başka hiçbir şey
olmayacaktı. Ama ondan sonra gelenler, Bursa'nın yönetiminde bulunan kimseler evvela kendi yaptıkları bina ile o planı delmeye başladılar. Ve bugün Bursa'da plan program diye bir şey yok zaten. Türkiye'de plana ehemmiyet veren kimse yok, plan yerine pilav. Herkesin arzu ettiği bu.
Bursalı günlük nasıl yaşardı efendim? Eğlenmek için yahut piknik yapmak için insanlar daha çok nerelere giderdi?
Efendim bayram zamanlarında Pınarbaşı vardı. Pınarbaşı gerçekten bir mesire yeriydi. Ondan sonra Çekirge'ye çıkarken sağ taraftaki büyük çınarların altı bir mesire yeri idi, oraya gidilirdi. Mudanya eski yolu 1940 yılında İpekerler'in damadı müteahhit Nejat Bey tarafindan yapılmıştır. 1940-2000, tam 60 yıl geçmiş, hala o asfalt kullanılıyor.
Eski Bursa'nın semtlerinden söz eder misiniz efendim?
Çekirge'de Hüsnü Güzel Öteli vardı. Orada gidip bir çay içilirdi. Uludağ'a çıkılırdı, İnegöl köftesi yenirdi. Oylat'a gidilirdi, Yalova'ya gidilirdi. Mudanya daha sık gidilen bir yerdi. Ve Rumların olduğu zamanda Mudanya'nın da genel görünümü çok başkaydı. Rumlar'ın hepsinin evinin önünde akşamları laterna vardı. Ziraat işlerinde eskiden kullanılan mısır taneleme makinası vardı, yani öyle bir makine, koskoca bir çark, elle çevrilirdi. Çark büyük olduğu için evin ufak fertleri, oğlu kızı ne ise muayyen bir zamanda gelir onu çevirmeye başlar, o fevkalade güzel bir müzik yayını yapardı. Eski insanların yemek yeme ve içki içme zevkleri de çok başkaydı. Gerçekten onlar ehl-i keyifler. Mesela rakı mı içecek, adam nasıl içeceğini bilir, zeytiniyle, sarmısağıyla,domatesiyle, peyniriyle, kavunuyla, bir sohbet içinde içkilerini içerlerdi. Bugün bu ölçü de değişti. 
Efendim biraz da öğrenim hayatınızdan söz edelim istiyorum. Örneğin ilkokulu nerede okudunuz?
Efendim Bursa'da Özel Reyhan İlkokulu'ndan mezun oldum. Allah nurlar içinde yatırsın okulun sahibi ve başöğretmeni Mustafa Sanlav isminde uzun boylu bir beyefendi idi. Mustafa Bey fevkalade dirayetli, fevkalade otoriter, kurallara fevkalade saygılı bir kimseydi. Ben okula buradan gidiyordum, o zamanki Yahudilik, şimdiki Altıparmak'ta Nesim isminde bir Musevi arkadaşımız vardı. O'nu da alıp beraber giderdik. Okula beş dakika geç kaldığımız zaman da Müdür Bey bizi sınıfa almazdı, ki o zamanlar Bursa'ya üç metre kar yağardı. O tarihlerde babam belediye başkanı. Bir gün Nesim'le dedik ki, bunu babamıza söyleyelim. O cesareti kendimizde bulup söyledik. Dedik ki, Müdür Bey beş dakika geciktik diye bizi neden içeri almıyor? Babam dedi ki, siz orada beni temsil ediyorsunuz. Yarından itibaren on dakika erken çıkın, hem arkadaşınızla beş dakika daha fazla birlikte olursunuz hem de kurallara olan saygınızı herkese göstermiş olursunuz. Biz tabii aksini ümit ediyorduk, işte kar kış, kızakla gidiyoruz, canım beş dakika için ne olur sanki, ben yarın Müdür Bey'e söylerim de sizi bundan sonra dışarda bırakmaz, demesini umuyorduk. Tamamen aksini söyledi. Belki o an o sözler hoşumuza gitmedi ama şimdi ne kadar doğru olduğunu gayet iyi anlıyorum.
  Bu okul Reyhan'daydı, şimdi bir ipekçilik kooperatifi falan olarak o bina değerlendiriliyor. Herkesin özel terliği vardı, yani bahçedeki gözlerde, herkes ayakkabısını oraya koyar, terlikle içeriye girer. Müdür Bey'in çok uzun sopası vardı. Eğer ezkaza dersi dinlemeyen biri olursa Müdür Bey o sopayla sınıfın her yerine ulaşıp tak diye vurur, cezalandırındı. Şimdi tabii ceza kimsenin hoşuna gitmiyor. Ondan sonra da İstanbul'daki Sen Josef'te tahsilime devam ettim ben.
Bursa'nın kültürel mekanları nerelerdi?
Tayyare Sineması vardı. Setbaşı'na doğru giderken Yeni Karamürsel'in ilerisi Dilek Sineması idi. Ve Türkiye'nin modern sinemalarından bir tanesiydi. Daha ilerde Şafak Sineması vardı. Dörtyol'da Fomara'ya doğru inerken sağ tarafta bir sinema daha vardı. Demek ki Bursa halkı o zamanki nüfusuyla bu sinemaları besleyebiliyordu. Operetler gelirdi, piyesler gelirdi, konserler verilirdi. Herkes hazır nazır gider bunları izlerdi.
Bursa özellikle hangi yıllardan sonra kalabalıklaşmaya başladı efendim?
Bursa'nın nüfusu eskiden azdı. Zannedildi ki Bulgaristan'dan gelenlerin yerleştirilmesiyle kentin geleceğine çok büyük katkıda bulunulacak. Bence yanlıştır. İşte bu Hürriyet Mahallesi'ndeki evler falan onlar için yapıldı. Yapılan bir başka yanlışlık da, Mudanya'yı güya kalkındırmak için, deniz kenarında Simens fabrikası kurulmasıdır. Ve gene güya Bursa'yı kalkındırmak için otomobil fabrikalarının Bursa'da kurulması düşünüldü. Ve herkes düğün bayram etti. Tofaş fabrikası kurulurken onun Genel Başkanı Sinyor Martinotti idi. Sinyor Martinotli burda yalnız kalıyordu, ben de bekar olduğum için, daha ziyade işte lisan falan da bilmem kendisini etkiliyordu, haftanın bir iki akşamı beraber oluyorduk. Fabrikanın temeli atılırken dedi ki, temeni ediyorum ki fabrika faaliyete geçtikten sonra da bu güzel heyecan devam etsin. Bizde adettir, herkes dinler ama dinler görünür, aklı başka yerdedir. Söylenen söze ilgi alaka göstermez. Eh işte biri alkışlarsa herkes de alkışlar. Sorun, niye alkışladınız, ne dedi de alkışladınız diye, kendisi de bilmez. Aradan birkaç gün geçti bir gün yemek yiyoruz, gene dedim ki, siz böyle bir şey söylediniz, ne demek istediniz? Dedi ki, fabrikanın yapılışı tabii ki Bursa'nın ekonomik durumumu etkileyecektir. Fabrika dedi, müspet yönde etkileceği gibi kentin altyapısını da menfi yönde efkileyeceklir. Temenni ederim ki, dedi, bu etkileme çok zararlı olmasın. Temel atıldı, açılışında Sinyor Martinolti gene aynı şeyleri söyledi. Gene kendisiyle bunları konuşurken bana dedi ki, biz bundan evvel İspanya'da bir fabrika yaptık, maalesef İspanya'da ümit eitiğimiz şeyleri bulamadık. Oranın düzeni bozuldu, dedi. Temenni ediyorum ki Bursa'da olmasın dedi. Şimdi adamlar fabrikanın sahibi olarak bunu görüyorlar, söylüyorlar ve söyledikleri de meydana çıkıyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de Renault yapıldı. Güzelim arazi biti. İşte Demirtaş'taki enerji santrali yanlıştır, Cargill yanlıştır, fabrikalar bence yanlıştır. Bursa'nın hüvviyetini evvela tanımak lazım gelir. Bursa ya turizm şehridir, dağıyla, deniziyle, yeşiliyle, meyvesiyle, güzel panoramasıyla, veyahut da sanayi şehridir. Ben sanayii hiçbir şekilde kötüleyen ya da değer vermeyen bir insan değilim. Ziraat bizim ülkemizdeki kadar dünyanın hiçbir yerinde verimli olmadı. Tabii ki bir ülkenin kalkınması için sanayi de lazım. Amma sanayii de düşüne taşına götürmek lazım. Kurulacak yerlerini çok iyi hesap etmek lazım. Burada her türlü ziraati yapmak mümkünken siz buraya fabrika yapın, ama Ankara yolu üzerinde Bozüyük'ten sonra Allah'ın dağı, hiçbir şey yapamazsınız, üstelik treni de var. Eskişehir'i geçtikten sonra hakeza Allah'ın dağı, bayırı hiçbir şey yapamazsınız. Neden oralarda değil de fabrikalar buralarda kuruldu? Ve bu kalkınma ile Bursa ne kazandı, ne kaybetti? O zaman düğün bayram yapılmış olmasına rağmen Mudanya'da Simens fabrikası yapılıyor, Mudanya şöyle kalkınacak, böyle olacak deniyor. Mudanya'nın en güzel yerinde fabrika kurulmuş olmasının bugün acı ve ıstırabını herhalde çekeceklerdir.
Efendim hem sizin için hem de biz Bursalılar için oldukça önemli olan Paşa Çiftliği nasıl korunacak, bu konuda bireylere ne tür görevler düşüyor?
Ben bu yaşımda yalnız başıma çaba veriyorum. Ve karşımda devlet olduğu için ve maalesef bugün Türkiye'de hak hukuk adalet diye bir şey olmadığı için ben yüzde milyon haklı çıktığım konularda yenik düşüyorum. En son yaptıkları, şurdan geçirdikleri yağmur suyu ve pis su kolektörleri. O kadar çırpındım, maalesef anlatamadım. Kanserojen, asitli gazlar çıkıyor. Bunun için alim olmaya gerek yok. Buyurun hattın güzergalında yürüyün o gazları içinize çekeceksiniz ve ne kadar kötü olduğunu göreceksiniz. Ama karşımızda devlet olunca biz başarılı olamıyoruz. Ve bunun gibi şuradan geçirdikleri DSİ ishale su hattı. Fevkalade yanlıştır. Ben elimden geldiğince buna karşı durdum, başarılı olamadım. Amme menfaati dediler, oysa bir tek kuruş istimlak bedeli vermeden asfaltın kenarından veya önerdiğimiz diğer yedi sekiz alternatiften istifade etmeleri de mümkündü. Ve o zaman DSİ Müdürü denilen o zavallı adam, yani en azından kendisini  zavallılıkla suçluyorum, benim için, 65 bin kişinin su ihtiyacına engel oluyor, diyordu. Madem ki 65 bin kişinin su ihtiyacı için bu borular yapıldı, neden beş yıl oldu da beş yıldan beri içinden beş gram su geçmedi? Haklı mıyım? Şimdi bir köprülü kavşak piojesi var belediyenin. Fevkalade yanlıştır. Modem dünyada, uygar dünyada şehrin içinde köprülü kavşak yok. Olmaz! Olanları söküyorlar. Ama ben bunun da mücadelesini yapıyorum. Fakat ne yazık ki ben bu konuda evvela kime müracaat edeceğim, Ziraat Odaları'na, Akademik Odalar Birliği'ne, işte Mühendisler Odası 'na, Mimarlar Odası'na, Kimyagerler Odası'na. Bunlara yaptığım müracaatlarda ya cevap vermezler ya da üç defa dört defa yazı yazarım, zorla üstünkörü bir cevap alırım. Ve hiçbirisi de bana, evet haklısınız, biz de beraberiz, gelin bu şehri beraber kurtaralım, yeni nesillere gelin daha güzel bir Bursa'yı beraber arayalım, dememişlerdir.
Siyasi hayata dair söyleyeceklerinizle kapatalım mı efendim.
Kendimle ilgili bir olay anlatayım. 80 İhtilali'nden sonra MDP kurulurken, Allah nur içinde yatırsın, Turgut Sunalp Paşa bizim çok yakınımızdır, hatta O'nun ismi Cehadeltin Turgut Sunalp'tir, biz O'na Cehat ismini kullanırız ve benim hayatımda “ağabey” diye hitap ettiğim tek insandır. Cehat Ağabeyi o kadar yalın bulurdum ki zaten çocukluğu burada geçmiş. Tabii her geldiklerinde bizde kalırlar, burası kendi evleri gibidir. MDP'yi kurduğu zaman daima bana demiştir ki, Aliciğim Bursa'da teşkilatı sen kur, senden istiyorum bunu. Ben de kendisine, Cehat Ağabey ben kurarsan sizin yakınınız olmam nedeniyle yanlış bazı şeyler anlaşılabilir. Onun için müsaade edin, ben teşkilalta olmayayım, ama ne gerekiyorsa size yardımcı olayım. İşte bir üye alacaklar, bana telefon ederler, Ali Beyciğim şu kişiyi almak istiyoruz da siz ne dersiniz falan filan... Beyefendi benim öyle bir konuda fikir yürütmeye hakkım yok, sizin yönetiminiz herhalde bunu daha iyi değerlendirebilir, diye kestirmişimdir. Belki hatırlarsınız, MDP bir ara iktidar partisi havasına bürünmüştü, iktidara geliyordu. Cehat Ağabey bana kaç defa telefon edip, Aliciğim hangi bakanlıklarda bana yardımcı olmak istersin? demiştir. Hepsine, vallahi billahi, Cehat Ağabey hiçbirinde ismimin geçmesini uygun görmüyorum. Çünkü yarın öbür gün ben bir bankadan kredi alsam, muhalileriniz size atfederler. Sizin isminize gölge düşürülmesi beni de üzecek. Bir düşünün, herhangi bir kimseye bir milletvekilliği,bir siyasi parti başkanlığı teklif edilse ne yapar o insanlar? Koşar adım giderler ama o koşar adım gitmelerinin arkasında da -yüzde doksan dokuzu öyle veyahut yüzde doksan beşi öyle- maalesef pohpolanmak, işlerini  daha iyi yürütebilmek, karanlık işleri aydınlığa çevirebilmek, maddi menfaatlerle kendilerine bazı olanaklar sağlamak yatar.
Efendim söyleşi için çok teşekkür ederim.

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 13/11/25