|
|
Söyleşen: Banu Demirağ
Çiftliğin
adı ailedeki paşalardan geliyor, hatta eskiden Paşanın Çiftliği imiş. Biz
beşinci veya altıncı kuşağız. 1912’de vefat etmiş büyükbabamızın ‘Paşa
Çiftliği Mutasarrıfı’ yazılı bir kabir taşı var Muradiye’de. Emir
Sultan’daki büyük mazı altında yatan anneanneminkinde de ‘Paşa Çiftliği
sahibesi’ ibaresi merak edenlerce okunabilir. Ben 28.4.1926’da Muradiye’deki
evimizde doğdum. Ayrıldığımızda altı yaşındaydım. Belediye başkanlığı yapmış
Ferit Akçor’un evi yandığında, yenisi yapılana kadar bu evi onlara
bırakmıştık. Küçük kardeşimin mülkiyetine geçtikten sonra yıkıldı.
Babam
belediye başkanıyken çiftlikteki evimize taşındık. Briçka denilen tek atlı
arabayla okula gidip gelirdik. Mustafa Beyin hem sahibi hem de müdürü olduğu
Özel Reyhan İlkokulu’na kışın kızakla gidip gelişlerimizi de hatırlarım.
Otuzlu yıllarda bırakın eskordu, resmi araç bile yoktu. Muradiye’de
otururken babam Fransa’dan getirdiği arabalarla giderdi belediyeye. Yandaki evi alıp kendisine tahsis
ettiğimiz şoför Ahmet Efendi’yi kaldırıp gece teftişlerine çıkar, fırınları,
hamamları, otobüsleri tek tek denetlerdi. Fransa’daki gözlemleri
doğrultusunda deneyimlerini Bursa’ya taşımış, en az yarım asır sonrasını
öngörerek çözüm üretmeye çalışmış, halkevi şube başkanlığı yapmış biriydi.
Heykel’den
Çelik Palas’a kadar olan güzergahın genişletilmesi, Altıparmak’a
çift yol uygulaması bunlardan birkaçıdır. “Ne gerek var, burada ad mı
koşturacak” diyenler çok olmuş ancak babam kararlılığını korumuştur. Aradaki
refüj sonradan söküldüğü halde bugün Altıparmak’ın yetersizliği malumunuz.
Rahmetli İhsan İpeker’in damadı mühendis Nejat Beyin hayata geçirdiği
Bursa-Mudanya yolu 1940’dan beri kullanılabilir halde. Bursa’yı kuşkonmazla,
mantarla tanıştıran
İhsan Celal Beyi anımsamamak mümkün mü? Bilhassa enginar
konservelerini. Böyle müstesna isimlerin hiçbir şey yapmamışçasına
unutulmasını içime sindiremem.
1933’de Ulucami’de
Türkçe ezan okunmasından sonra vilayet binasını basan yobazları babam tek
başına bastırmıştı. Bu olay Cumhuriyet gazetesinde Cevat Fehmi (Başkut)
tarafından övülünce, Atatürk babamı bu sağlam duruşu nedeniyle tebrik ve
takdir etmekle kalmamış, benzer olayları da düzeltebileceği inancıyla Urfa
milletvekili olmasını arzu etmiş, kendi kontenjanından bunu sağlamıştır.
Çiftliğimizin adı
ve geçmişi hakkında çok laf üretilmiştir. Öncelikle şunu belirteyim, buraya
Atatürk değil İsmet Paşa gelmiştir. Yanı sıra Recep Peker, Şükrü Kaya,
Celal
Bayar gibi isimler. Hatta Bayar
Demokrat Parti’nin Bursa teşkilatını
kurmasını şu gördüğünüz çardak altında teklif etti babama. Babam ise “yeni
kurulacak bir partiye herkes girmek isteyecek, sonuçta yine tek parti rejimi
olacaktır” diyerek reddetti, CHP’de kalmayı seçti.
Bütün bu
isimler ve Celal Bayar’ın her üç gelişinde babam benim de orada bulunmamı
istemiştir. Traktör üzerinde çalışır halde olduğum için bu isteğinin
sebebini o zamanlar anlayamamıştım. Tarla işlerini bırakır, üzerimi
değiştirip gelirdim. Ne kadar ileri görüşlü olduğunu bugün takdir ediyorum.
Hitap şekillerinden seçilen konulara kadar o sohbetlerin her ayrıntısı bir
hayat dersiydi benim için. Babamın sınıf arkadaşı, Hürriyet gazetesi
kurucusu Sedat Simavi, Prof. Necmettin Rıfat Bey, avukat Burhanettin Önce,
yanlarında devrin önemli bürokratlarıyla birlikte gelirlerdi.
Evimiz üç
kez, 1960, 1986 ve 2013’te restorasyon geçirdi. Önceki hallerini hüzünle
hatırlarım. Yunanlılar giderken yakıp yıkmışlardı, sadece batı tarafında iki
duvarı kalmıştı. Babamın yaptığı iki katlı kerpiç ev bağdadi usulde,
şimdikinin yarısı kadardı. Babamın eline doğduğu Tevfik Efendi hepimizin
saygı duyduğu biriydi, evin devamındaki ufak bir odada yatardı. Çiçekçiliği
Bursa’da başlatan, belediyenin de çiçek işlerini yürütmüş isimdir. Şoförümüz
Hamit Efendi, Tevfik Efendi’nin yanındaki odada kalırdı. Erkenden kalkar,
yaz ise takunyalarını, kışsa çizmelerini giyerek karşıdaki garajı siler,
temizlerdi. Gerektiğinde araçların motorlarını söküp takacak kadar
bilgiliydi.
İstanbul
Üniversitesi Fransız filolojisi mezunu olduğum halde hayatım bu çiftlikte
geçti. Aslında hariciyeci olmak isterdim. Bir gün babam, “burayı satıp
İstanbul’da çok rahatlıkla birkaç daire alır, geçinir giderdik, ama sizler
için uğraşıyorum” demişti. Bu sözleri miras telakki etmiş, benim de böyle
çalışmam gerekir diye düşünmüştüm. Üç bin dekar arazide bilfiil çalıştım ara
vermeden. Günler yetmez, gece yarıları kalkıp takip ederdim işleri.
Çiftliğimizde çok farklı çalışmalar yapıldı. Mesela annem koza
yetiştiriciliğine meraklıydı. Kozaklığımız vardı, on beş paket ipekböceği
tohumunun kozaya dönüşme evrelerine tanıklık eder, satışlarına bizzat
giderdim. Hatta dut yaprağı kıyma makinesini bile saklarım. Büyükbabamın
zamanında hububat ve bakliyat ekilirmiş. 1960’da on beş bin ağaçlık elmalık
kurdum. Sonra onun yerini kavakçılık aldı. Şimdi hububat, yonca, az miktar
da kavak ekili arazi var, üç bine yakın da meyve ağacımız. Atlarımız dışında
şimdilerde üç kangal, iki Kangal-Kurt karışımı, yine Anadolu’ya has bir
köpek olan Akbaş, koyunlarımız, Tokat cinsi tavuklarımız, ördeklerimiz,
tavşanlarımız, tavus kuşumuz ve kedilerimizle paylaşıyoruz bu araziyi.
Eskiden bin koyun, yüz inek, yirmi mandamız vardı. Ancak şehrin içinde artık
kolay olmuyor bu işler. Zaten kimse çobanlık yapmak. gübre temizlemek, tımar
yapmak da istemiyor.
Politika
yüksek bir vazife ama bilhakkın uygulanmadığını gördükçe uzak kaldığıma
şükrediyorum. Politikaya girmeyişimin ilk sebebi anneciğimin arzusu, “İnsanı
yarı yolda bırakır, girmemeni tavsiye ederim” demişti. Halk arasında horoz
partisi olarak bilinen Turgut Sunalp Paşa, lideri olduğu Milliyetçi
Demokrasi Partisi’nin il teşkilatını benim kurmamı istemişti. Kenan Evren’in
yanlışı olmasaydı, ANAP yerine MDP iktidara geliyordu. Turgut Sunalp’in
annesi ile annem yakın ahbaplık ederdi. Hatta çocukluğu burada geçmiş,
annesi vefat edince bir süre bizde kalmıştı. “Ali’ciğim ser kur” diye
ısrarcı olduğunda, “bir yanlışım olursa size atfedilir, hizmete amadeyim ama
müsaade edin resmi olarak ben görünmeyeyim” diyerek gönlünü almıştım. “Hangi
bakanlıkta yardımcı olmak istersin” diye sorduğunda da aynı sözleri
söylemiştim. Toplantılar burada olduğundan o zamanki soytarılıklara da şahit
oldum. Şehrimizin kalburüstü dediğimiz insanları, “Paşam biz buradayken sen
Bursa’yı hiç düşünme, hiç gözün arkada kalmasın” demişler, sonra da
dediklerini unutup gitmişlerdir.
A. Muhittin Dinçsoy
eşi Berrin Hanım ile Çok ortalık
yerdeyiz, dolayısıyla da çok hırsız girdi mülkümüze. Önce muhalifimiz olsa
da sonrasında dost olduğumuz Barlas Küntay Bey, bakanlığı sırasında
ziyaretime geldiğinde harap durumdaydık. Camlar kırık, perdeler koparılmış,
ortalık talan edilmiş. Yan taraftaki büro binasında muhasebeden kasayı alıp
götürdüler. Ruhsatlı tabancamı, purolarımı aldılar. Soğuk hava deposundan
bırakınız sebze meyveyi, kabloları, elektrik tesisatını, zirai makineleri,
traktörün tesviye bıçaklarını götürdüler.
Yıllar önce buradan yol geçmesinin çok mahzurlu olacağı düşüncesiyle o
zamanki karayolları müdürü Güngör Bey ile sürekli çatışma halindeydik. Bana,
“siz mühendis misiniz, karayolcu musunuz, hiçbiri değilsiniz, o halde
hakkınız yok itirazda bulunmaya” dediğinde ben de kendisine, “Allah akıl
fikir vermiş, siz de Fransa’ya gittiniz, Paris’te hiç şehirlerarası yol
gördünüz mu şehrin içinden geçen” diye yanıt vermiştim. Yıllar sonra hakkımı
teslim etmiştir. Üç kez yürütmeyi durdurma kararı alınmasına rağmen şu
meşhur kavşağı önleyemedim. Dünyanın hiçbir yerinde şehrin merkezinde bu
evsafta, yaya ve bisiklet yolu olmayan, trafik kurallarına bu kadar aykırı
kavşak yoktur. Bu uygulama öncesinde karşı asfalttan evimiz silahla
taranıyor, emniyete bildirdiğimde duymadıklarını söylüyorlardı.
O zamanki belediye başkanının “Karabulut,
çekil önümden, çalışmalarıma mani oluyorsun” gibi sözleri bir yandan, tehdit
dolu faks mesajları bir yandan, bilirkişi kisvesinde bir profesörün “her
geçişimde sahiplerine beddua ediyorum” mealindeki beyanı bir yandan!
İstimlak
uygulamalarıyla 3 bin dönümden 1100 dekar kaldı. Yeni yerini tasvip
etmemekle beraber yeni yapılan stadyumun 22 dönümünü ben verdim. Benden
sonra ne mi olur? Bir vakıf kurmayı düşünüyoruz, - torununu göstererek-
beyefendi benim adımı taşıdığı için işletmenin devamını sağlayacak. Gayet
iyi biliyorum, çok kişinin arzusu benim hayata veda etmemdir. Hayatta
olduğum sürece mücadelemi sürdüreceğim. Emanetçisi olduğum bu toprakları
Bursalılar adına muhafaza etmeyi borç addediyorum.
Bursa’da Yaşam (Temmuz 2014):
132- 154'den kısaltarak alınmıştır
|