|
|
Dr. Doğan Yavaş'ın 27 ve 31 Ocak 2010'da
Bursa Meydan
gazetesinde yayımlanan yazı dizisidir.
Tarihte Bursa yazılarımıza, kentimizin
ilk yerleşim alanını çevreleyerek Bursa Hisarı’nı oluşturan ve günümüzde
kısmen yapılaşmaya maruz kalan sur duvarları ile kapılarının, günümüze kadar
geçirdiği evrelerden bahisle devam edeceğiz.
İlk yerleşim alanı olması nedeniyle geçmişten günümüze birçok medeniyete ait
izleri görebileceğimiz Bursa, tarih ve kültür yolu üzerinde en önemli bölge
niteliğindedir. İlk plan kurgusunun ünlü Kartacalı komutan Anibal tarafından
yapıldığı birçok tarihsel kaynak tarafından ifade edilen Bursa Hisarı, ilk
planlama kurgusundan fazla bir şey kaybetmemiştir. Bithynia, Roma ve Bizans
dönemini yansıtan sur duvarları ve kapılarına ait kalıntıların yanında,
Osmanlı dönemine ait cami, mescit, türbe, gibi dini yapılarla birlikte
hamam, medrese, çeşme ve sivil mimari örneği yapıların yoğun olarak bölgede
yer alması, bir süre başkentlik yapmış Bursa’da, devletin idare edildiği Bey
Sarayı alanının mevcudiyeti, bölgenin sahip olduğu zenginliği
vurgulamaktadır.
Bithynia Kralı Prusias’ın Bursa şehrini kurduğunu ve bu meyanda kalesini de
Anibal ile birlikte yaptığı hakkındaki rivayet doğru olarak kabul olunursa
(editörün notu: yeni çalışmalar bu iddianın çok şüpheli olduğunu ortaya
çıkardı),
Bursa kalesi inşaatının MÖ 188 yılında hala sürmekte olduğu kabul
edilebilir. Bursa, ilk ve orta çağlarda meydana gelen çok büyük askeri
olaylarda ve Romalıların ilk istilâ dönemlerinde, kendisine düşen görevi
yapmıştır. Şu halde Bursa için ilk büyük devrenin Roma istilâsına kadar olan
dönem olduğu söylenebilir. Romalılar ve Bizanslılar zamanında ise sınırlar
çok uzakta olduğundan, Bursa Kalesi önemini kaybetmiş ve altı asır boyunca
terk edilmiştir.
Çizim: Cüneyt Şenyavaş
MS 6. yüzyıla doğru İranlılar’ın tekrar hücumları ve 7. yüzyılda da
Araplar’ın işgalleriyle Selçuklular’a kadar devam eden devre de kalenin
ikinci devresidir.
Kalenin üçüncü devresi ise Selçuklular, Haçlılar ve Osmanlılar zamanındaki
devredir. Özellikle 11. yüzyılda Selçuklular’ın işgalinden Osmanlılar’ın ele
geçirmesine kadar geçen yani 13. yüzyıla kadar olan sürede Bursa, Bizans’ın
sınır kalesi olmuştur.
Bursa Kalesi’nin çeşitli devirleri barındırdığını, kale duvarlarının inşaat
veya tamirine ait vesikalardan; Pagan yani Putperest Roma zamanındaki
mabetlerden çıkartılarak çar çabuk duvarların tamirinde kullanılan sütun,
sütun başlığı, ortostat gibi mimarî parçalardan ve kuşatma, saldırı vakaları
dolayısıyla harap olmuş kısımlarda yapılan ilavelerden anlamak mümkündür.
Alt kısımlarda kiklopien tarzda büyük blok taşlar, bunların üzerinde de
köfeki ve dere taşından yapılan duvar örgüleri görülür.
Ortaçağ kale mimarisinin çok önemli bir örneği olan Bursa Kalesi, üç
taraftan 30/40 m. kadar yükselen uçurumları ile zaten doğal savunmaya sahip,
yalnız Pınarbaşı tarafından bir düzlüğü olan 260 m. rakımlı bir platonun
hisar inşası için seçilmiş olması pek doğaldır. Yükselen kayaların üstünde
tesis edilen burçları ve duvarlarıyla birlikte, yalnızca güney yönündeki
dördüncü kısımda yapılan Pınarbaşı su düzenlemesiyle, kalenin bu cephesinde
geniş bir savunma gölü meydana getiren alan da bugün olduğu gibi
görülebilir.
Bursa Kalesi’nin altında yer alan büyük bir mağaranın varlığı da çok
ilginçtir. Mağaranın çiziminde de görüleceği üzere, 79 metre uzunluğunda 5,5
metre genişliğinde ve 4 metre yüksekliğinde kocaman ve düzgün bir eserdir,
hisar tepesini oluşturan bu kaolinli tüf kalker - sağlam çok dirençli bir
taş kütlesi içinden, düzgün bir şekilde oyularak bu hale getirilmiştir. Bu
mağaranın, kuşatmalara karşı halkın direnebilmesi için yeterli erzak ve
cephanenin depolanması amacıyla kullanılmasının yanında, hayat? tehlike söz
konusu olduğunda kalenin dışına gizlice çıkılmak için kullanılan kaçamak
yoldur. Bursa Tekfuru, bu devasa mağara ve tünel sistemi sayesinde Osman ve
Orhan Gazi’nin kuşatmasına, yaklaşık on yıl boyunca direnebilmiştir. Zaten
Anibal’in de, bugünkü adı İzmit olan Nikomedia’daki köşkünde otururken
kendisini emniyette hissetmediği ve Prusias’a da güvenmediği için yer
altından yedi tane gizli tünel kazdırdığını biliyoruz. Bithynia Krallığı’nın
bir diğer şehri, bugünkü İznik olan Nikaea’da da böyle tüneller ortaya
çıkarılmıştır. Demek ki, İlkçağ’da böyle bir gelenek vardı.
Bu mağaranın bir bölümünün, zindan olarak kullanıldığı akla gelebilirse de,
kalenin güney doğusunda Zindankapı ismini taşıyan ayrıca bir yer vardır.
Osmanlılar’dan önce de var olan zindanın bu cephede olması ya da bu kapıdaki
burcun hapishane olarak kullanılması daha akla yatkındır.
.........................
Bursa surlarının toplam uzunluğu 3.380 metreyi bulmaktadır ve beş tane
kapısı, on dört tane de burcu vardır. Bu kapıların Türk dönemindeki adları
Saltanat Kapısı, Kaplıca Kapısı, Zindankapı, Fetih Kapısı ve Yerkapı
şeklindeyse de maalesef Bizans devrindeki isimleri belli değildir. Bithynia,
Roma ve Bizans’tan sonra Osmanlı devrinde de surlara eklemeler yapılmış ve
çağın savunma şartlarına uydurulmuştur. Yerkapı surlarındaki beşgen kuleler
ile üç köşe burç buna örnek verilebilir.
Saltanat Kapısı: Hisarın doğuya, aynı zamanda ipek ve baharat yoluna da
açılan ana kapısıdır ve diğerlerine göre daha görkemlidir. Bursa şehri
kalesine ait 5 kapıdan biri olup, şehrin Bizanslı yöneticisinin,
Osmanlılarca Tekfur diye adlandırılmasından dolayı Tekfur Sarayı da denilen
Bey Sarayı’na çıkan yolun başında bulunduğu için Saltanat Kapısı
denilmiştir. Osmanlı döneminde, Balıkpazarı’nın ve Darphane’nin yakınında
olduğu için Balıkpazarı Kapısı ve Darphane Kapısı diye de bilinmekteydi.
1855 depreminde çok zarar gördüğünden, 1904 yılında Vilayet’in aldığı bir
kararla yıktırılmış, Çelebi Mehmed’in onarımına işaret eden kitabesi de
Bursa Müzesi’ne konulmuştu. Bursa’nın anıtı diyebileceğimiz surlar ve
kapıları, uzun yıllar ayakta kalma savaşı vermiş, doğa şartlarına ve şehirde
yaşayan insanların talanlarına yenik düşmüş ve kentin gelişim aşamasında
bilinçsiz uygulamalar ile yok olmaya yüz tutmuş iken, geçtiğimiz yıllarda
Osmangazi Belediyesi tarafından Surların Restorasyonu Projesi ile yeniden
restore edilmeye başlanmış ve ilk olarak Saltanat Kapısı ayağa kaldırılarak
kitabesi de yerine yerleştirilmiştir.
Kaplıca Kapısı: Saltanat Kapısı’ndan 1210 m. ileride Yıldızkahve mevkiinde
yer alan kapının sadece açıklığı günümüze ulaşabilmiştir. Buradaki
duvarlarda kalenin ne kadar sağlam ve özenli duvar işçiliğine sahip olduğu
görülebilir. Hisarın batıya açılan kapısıdır. Kükürtlü ve Çekirge’deki
kaplıcalara giden yol olduğundan bu ismi almıştır.
Zindankapı (Bab-ı Siccan): Kaplıca Kapısı’ndan 390 m. ileride, Cilimboz
Deresi boyunca kayalıkların oyulması ile açılan bir yol ile ulaşılıp, Uludağ
eteklerine açılan ara kapı konumundadır. Pazara gelip giden köylüler
kullanıyordu. Yakınlarında zindan bulunduğundan bu adı aldığı
düşünülmektedir.
Fetih Kapısı: Zindan Kapısı’ndan 355 m. mesafededir. Osmanlı ordusu fetih
esnasında buradan şehre girdiğinden bu isimle anılmaktadır. Pınarbaşı
mahallesinde yer alan Fetih Kapısı, aynı zamanda şehre gelen Pınarbaşı
suyunu da kontrol edecek ve koruyacak şekilde inşa edilmiştir, bundan dolayı
Su Kapısı da denir. Uludağ tarafına açılmasına ve fazla işlek olmamasına
rağmen, düz bir alanda bulunduğu ve korunması en zor yerde olduğu için bu
kısım iki kat sur ile güçlendirilmiştir. İki katlı, beşik tonozlu ve Horasan
harcı ile inşa edilmiş kapı, aslına uygun bir şekilde onarılmıştır.
Yerkapı
(Bab-ı Zemin): Fetih Kapısı’ndan 440 m. ileride, Pınarbaşı mahallesinde yer
alan Yerkapı surları, buradan itibaren Zindankapı’ya kadar savunmayı
güçlendirmek için çift sur olarak inşa edilmiştir. Bir dış kule ve bir iç
kulenin yer aldığı iç sur duvarlarında oldukça fazla devşirme malzemeler
görülmektedir. Bu kapı da Saltanat Kapısı gibi 1855 depreminde zarar
görmüştü, cumhuriyetin ilk yıllarında da Bursa valisi tarafından makam
arabasının geçebilmesi için tamamen yıktırılmıştır. Kiklopien taşlar
üzerinde, söveli, kemerli ve iki kanatlı bir kapıydı. 19. yüzyıl başlarında
bir kapıcısının olduğu arşiv vesikalarından anlaşılır. Geçtiğimiz yıl,
Osmangazi Belediyesi’nce aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.
Ünlü Seyyah Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde surlardan bahsederken
çevresinin 10 bin adım olduğunu, 67 kule ve 5 kapısının mevcut olduğunu
bildirmektedir.
Tekfur Sarayı – Bey Sarayı: Bursa Kalesi’nin içinde, bütün ovaya hakim bir
tepede yer alan saray, geleneksel şehircilik anlayışına uygun olarak bir
içkale şeklinde planlanmıştır. Bursa Tekfuru’nun oturduğu saray, kale
içinde, konumundan anlaşıldığına göre de Saint Elias Manastırı’nın hemen
bitişiğinde yer almaktaydı. Gezginlerin ifadelerine bakılırsa saray
kompleksi, birbirinden bağımsız yapılar şeklindeydi ancak, fetihten sonra
Türk-İslam kültürüne uygun hale getirildiği ve haremlik selamlık gibi
bölümlerin eklendiği düşünülebilir. Eski haritalarda ve Fransız Mimar
Albert
Gabriel’in 19. yüzyılda çizdiği planında, sarayın dikdörtgen bir alanı
kapladığı ve üç tanesi kare, diğerleri silindirik gövdeli olmak üzere toplam
17 tane burcu olduğu görülmektedir. Daha sonraları Sultan 1. Murad-ı
Hüdavendigar, bu sarayın tam karşısına, Türklerdeki saray-cami
birlikteliğinin bir göstergesi olarak Şehadet Camii’ni inşa ettirecektir.
Osmanlılar döneminde Orhan Bey, 1. Murat ve Yıldırım Bayezid tarafından 15.
yüzyıl başına kadar kullanılan saray Ankara Savaşında Bayezid’in Timur’a
mağlup olmasından sonra Tatar askerlerince yağmalanmış, bu sırada muhteşem
maden işçiliğine sahip iki kanatlı kapısı da Tebriz’e götürülmüştür ve
günümüzde Sen Petersburg Ermitaj Müzesi’nde sergilenmektedir.
Zaman zaman kapsamlı tamiratlar gören surlar, Osmanlı döneminde özellikle
Timur saldırılarından sonra ve kardeş kavgalarının sürdüğü fetret devrinde
(1402-1413) yaşanan Karamanoğlu Mehmet Bey’in kuşatması sonrası bilhassa
Kaplıca Kapısı ve Fetih Kapısı, Hacı İvaz Paşa tarafından tamirler yapılarak
güçlendirilmiştir.
|