Tahtsız ve Bahtsız Şehzade: Cem


Bursa'nın Tarihi

Osmanlı Döneminde Bursa'nın Tarihi




 

                                                                        Dr. Doğan Yavaş 

               

Sultan, Fatih Sultan Mehmed’in üç oğlu Bayezid ile Mustafa’dan sonraki üçüncü ve en küçük oğludur. 1459 yılında, Edirne Sarayı’ndaki Kum Kasrı’nda dünyaya gelmiştir. Annesi, 1458 yılında Fatih’in haremine giren Sırp, Venedikli, Fransız veya Rum olduğu konusunda çeşitli rivayetler bulunan Çiçek Hatun’dur, 1481 yılında, Fatih Sultan Mehmed’in vefatı sırasında oğlu Cem’in yanında bulunuyordu. Cem Sultan, sarayda adet olduğu üzere 4 yaşını 4 ay geçtiğinde eğitime başlatılarak Arapça, Farsça ve yazı öğrenmeye başladı ve devrin en iyi hocalarından ders aldı. Bir gelenek olarak Osmanlı şehzadeleri, devlet işlerinde ve kamu yönetiminde yetişip tecrübe kazanmaları için çocuk yaşta iken, bir lala gözetiminde sancak valisi olarak belli şehirlere gönderilirlerdi. Şehzade Cem de henüz 9 yaşındayken Kastamonu sancağına, daha sonra 15 yaşındayken de Karaman sancağına çıkarıldı. Şehzade Bayezid’in ise yine 9 yaşındayken Amasya’da görevlendirildiğini biliyoruz. Hemen belirtelim ki, şehzadelerin başkente yakın veya uzak sancaklara gönderilmelerinin bir anlamı vardı ve bir nevi onların tahta uzak veya yakın tutulduklarına işaret etmekteydi. Babalarının vefatlarından sonra şehzadelere tahta davet haberi ulaştığında, başkente yakın olan şehzadelerin padişahlık şansı, diğerlerine göre daha yüksek oluyordu. Fatih, muhtemelen Memluklar üzerine çıktığı bir sefer sırasında Gebze civarındayken hastalandı ve aynı yerde vefat etti. Zehirlendi mi, yoksa bir hastalık sonucunda mı vefat ettiği hâlâ bir tartışma konusudur ve açıklığa kavuşmamıştır. 3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine yine tahta kimin oturacağı sıkıntısı baş gösterdi, padişahın kim olacağı konusu yine devlet ileri gelenlerini derin düşünceler sevk etti. Zira daha önceki padişahların taht mücadeleleri ve kardeşlerin birbirlerine düşmelerinin acısını iyi bilen ve o kara günleri yaşamış olan asker ve devlet ricalinin anlattıkları hafızalarda idi. Her padişahın ölümünden sonra yapıldığı gibi taht namzetleri olan Amasya'daki Şehzade Bayezid ve Konya'da bulunan Cem Sultan'a haberciler gönderildi. Ancak Cem Sultan'a gönderilen haberci, yolda Şehzade Bayezid'in kayınbabası ve Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Paşa tarafından yakalandı. Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Duruma kızan Yeniçeriler ayaklanıp sadrazam Karamanlı Mehmet Paşa'yı öldürdüler ve Şehzade Bayezid'in, İstanbul'da bulunan oğlu Korkut'u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar. Şehzade Bayezid, İstanbul'a varır varmaz devlet idaresini eline aldı. Bunun üzerine kendisini destekleyenler, “-Saltanat senin hakkındı, tahta sen geçmeliydin, ağabeyin saltanatı gasp etti” şeklinde telkinlerde bulunarak onu isyana teşvik ettiler. Nitekim Cem, birkaç kez isyan girişiminde bulundu. 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481'de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan'ın üzerine gönderdi. 28 Mayıs'ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan, Bursa'yı ele geçirerek padişahlığını ilan etti ve 18 gün padişahlık yaptı, hükümranlığının göstergesi olarak da kendi adına hutbe okuttu ve para bastırdı. Bursa halkı da Cem Sultan’ı kabul etti. Bursa’daki günlerini yaşarken bu eski payitahttan ağabeyine bir mektup gönderen Cem, “-Anadolu benim olsun, Rumeli senin” teklifinde bulundu, yani “-Devletin topraklarını bölüşelim” diyordu. Fatih, vefatında 2 milyon 214 bin kilometrekare toprak bırakmıştı. Bunun 1 milyon 703 kilometrekaresi Avrupa’da, yalnızca 511 bin kilometrekaresi Asya’dadır. Yani Rumeli, Osmanlı’nın asıl gövdesini oluşturuyordu. Fatih’in fütuhatını hızla Rumeli’ye yöneltmesi neticesinde Osmanlı İmparatorluğu dünyada en fazla Hıristiyan nüfusu barındıran İslam devleti haline gelmişti. Avrupa’da dahi Osmanlı’daki kadar kalabalık Hıristiyan nüfus barındıran bir devlet mevcut değildi. Cem Sultan’ın devletin topraklarını bölüşme teklifi, aslında eski Türk-Moğol geleneğinin bir uzantısıydı.

                                                       Cem Sultan'ın Muradiye'deki türbesi

 

Bu arada Nis şehrinden ayrılan Cem ve beraberindeki kafile, Savoi Dükalığı’nın başşehri olan Chambery’ye geldi. Etraftan bir sürü insan “Konstantiniyye’yi fetheden Türk Padişahı’nın oğlu gelmiş” diyerek, onu görmek için kaldığı yere akın ediyorlardı. Bu arada Edirne’de kalmış olan oğlu Oğuz Han’ın vefatını öğrenince çok üzüldüğünü ve acılar içinde söylediği mersiyesinin bazı dizelerini buraya alıyoruz: “İşidelden Şâh Oğuz Hân’un şehid oldığın / Derdile oldı Frengistan’da Cem mecnûn felek / Bir kılına virseler virmezdim Oğuz Hân’umun / Genc-i Karun ile bin bin milket-i Osman felek”.  Fransa Kralı XI. Louis’nin yeğeni olan Savoi Dükü I. Charles, Cem ile görüşmüş ve Mehmet Tevfik Paşa’nın anlatımıyla: “Henüz on beş yaşında olan dük, Sultan Cem’in asâletinin, soyluluğun onda uyandırdığı ince duyguların tesiriyle, hanedana mensup bu soylu esirin dinsel kimlikli kişilerin elinde incinmiş kalmasına üzülmüş ve kendisinin kurtuluşu için her türlü yardımı yapacağına söz vermiştir” Dük’ün verdiği bu söz, Cem’i çok sevindirerek yeniden ümitlenmesine sebep oldu ve ona kabzası altın işlemeli bir kılıç hediye etti. Dük’ün Cem’i kurtarma çalışmalarından haberdar olan şövalyeler, Cem’i ellerinden kaçırmamak için aldıkları tedbirleri iyice sıkılaştırdılar ve şehzadenin adamlarından yirmi dokuz tanesini ondan ayırarak Rodos’a geri gönderdiler.  Bayezid ile Cem arasında gidip gelen mektuplardan birinde padişahın ona Fransa’da kalmasını tavsiye ettiği, Cem’in ise, Fransa’da kalmak istemediğini yemin ederek belli ettiği, halinden şikâyetçi olduğu ve kurtulmak istediği anlaşılıyor: “Bize bu diyarda kalmamızı işaret etmişsiniz, şimdi bilesiniz ki hem vallahi hem billahi benim burada bir saat bile kalmaya rızam yoktur” diyor ve esaret hayatından çok bunaldığını, kendisini ve yanındaki beyleri yanına aldırmasını padişahtan istiyor, orada neyi münasip görürse razı olduğunu Hristiyan memleketinde kalmaktansa ölmeyi yeğlediğini belirtiyordu. Yine bu dönemde Papa ve Napoli Krallığı, Venediklilere karşı birleşmişlerdi. Venedikliler, kendilerini bu iki devlete karşı koruyabilmeleri için dostları Osmanlıları donanma hazırlığı için teşvik ediyorlardı. Venediklilerin bu hareketi Şövalyelerin reisi d’Abusson’u telaşlandırdı ve II. Bayezid’e bir elçi göndererek, donanmanın hazırlanmakta olduğunu duyduklarını, eğer Osmanlı donanması Çanakkale Boğazı’nı geçecek olursa bunun bir harp ilanı olarak kabul edileceğini ve bütün Avrupa ülkelerinin Osmanlı’ya karşı birleşerek yanlarına Cem Sultan’ı da alarak birlikte hareket edeceklerini bildirdi. Elçiyi dinleyen II. Bayezid, donanmanın Çanakkale’den çıkış emrini geri aldı, ayrıca hazine-i hümayunda saklanmakta olan ve Vaftizci Yahya’ya ait olduğu sanılan sağ el kemiklerini bir mektupla beraber Pierre d’Abusson’a gönderdi. Bu arada esirlerini ellerinden kaçırma korkusuyla Cem’i buradan da alan şövalyeler, uzun bir yolculuktan sonra onu Bourgenauf’da yer alan d’Abusson ailesine ait şato’nun en yüksek kulesine hapsettiler. Şehzade Cem’in o dönemdeki ruh halini şu şiirinden anlıyoruz: “Tâc ü kabâyı terk idüp uryân olayum bir zaman / Gurbette seyran eyleyüp mihmân olayum bir zaman / Geh düşünüp gâhî durup geh gülüben gâh ağlayup / Geh kan yudup serhoş olup sekrân olayum bir zaman”. En sonunda Cem’i herkesten tecrit edip saklamak için üç bin beş yüz altın harcayıp yine Bourgenauf kasabasında yedi katlı bir kule yaptılar. 1484’te inşaatı başlayan bu kule iki yılda bitirilmiş ve “Tour de  Zizim” yani Cem Kulesi olarak adlandırılmıştı. Vakıât-ı Sultan Cem isimli kitapta bu katlar şöyle tarif edilir: “Kule yedi tabaka idi. Evvelki tabaka zir-i zemin idi onu kiler ettiler, ikinci tabaka ki matbah ettiler, üçüncü tabakayı merhum Cem’in hizmetkârlarının meskeni ettiler, dördüncü tabaka merhum Cem’in dairesi idi, beşinci tabaka yine merhumun bazı hizmetkârlarının dairesi idi, altıncı tabaka şövalyelerin meskeni idi, yedinci tabaka ki çatıdır yine şövalyelerin meskeni ettiler”. Bu kule günümüzde halen Cem Kulesi adını korumaktadır. Diğer taraftan araları düzelen Napoli Kralı ile papanın adamları, Cem’i papaya vermesi için Fransa kralına baskı yapıyorlardı. Fakat Cem’den kazanç elde etmek isteyen devletler onun varlığı üzerinde pazarlıklar yapmaya ve kendi menfaatleri doğrultusunda pay istemeye başladılar. Bu pazarlığa Rodos şövalyeleri, papalık makamı, Fransızlar, Venedikliler, Macarlar ve Mısır Memlükleri katılıyordu. Sonunda Cem Papa VIII. İnnocent’e satıldı ve 1489 Mart ayında Roma’ya getirildi. Papanın huzuruna çıkmadan önce onun önünde diz çökmesi ve ondan mağfiret dilemesi gerektiğini tenbih eden görevlilere “Ben mağfireti Allahu Taal’a’dan umarım, bu hususda papaya hiç ihtiyacım yokdur, ölümüme razı olurum da dinime ihanet ve zarar olacak iş işlemezem, ammâ ben aranıza ahd ü peymân ile gelmiş bir garibim” cevabını vermiştir. Geçen zaman içinde şartlar değişmiş ve Fransa Kralı VIII. Charles, Cem’i papadan geri istemeye başlamıştır. Karşılıklı restleşmeler sonucunda kral, Cem’i Roma’dan alarak Napoli’ye doğru yola çıkıldı. Fakat yola çıkar çıkmaz Şehzade Cem hastalanmış ve at üstünde duramayacak hale gelmişti. Birkaç gün sonra Mısır’dan gelen bir adam, annesinden mektup getirdi, mektubu öptü, kokladı fakat okuyamadı. Sultan II. Bayezid’e gönderilmek üzere vasiyetini yazdırdı. Anasının, eşinin ve çocuklarının Mısır’dan İstanbul’a getirilip gözetilmesini, kendisine hizmeti geçenlerin memnun edilmesini ve cesedinin mutlaka Osmanlı ülkesine getirilmesini vasiyet etti. 1495 yılı Şubat ayında vefat eden şehzadenin cesedi da dört yıl gurbette bekletildi ve 1499 yılında bir Osmanlı yelkenlisi İtalya sahillerine yanaşarak cesedin kendilerine verilmemesi halinde savaş açılacağını söylemesi üzerine tabut kendisine teslim edildi. Büyük emellerle başlayan yolculuk cansız bir beden olarak geri dönüyordu.                    

                                                                      Kaynak: Bursa Hayat gazetesi- 14-28.3.2011