Mefail Hızlı'nın 24.2.2011 tarihinde Bursa Hayat
gazetesinde yayımlanan yazısıdır.
Bursa, fethedildikten sadece yedi yıl sonra, 1333 yılında İslâm dünyasının
ünlü bir seyyahını ağırladı.
Fas asıllı bu gezgin “İbn
Battuta” adıyla şöhret bulmuş olup asıl adı, Ebu Abdullah Muhammed b.
Abdullah b. Muhammed b. İbrahim el-Levâtî et-Tancî’dir.
Gezdiği yerlere dair gözlemlerini er-Rıhle adıyla kaleme aldığı ünlü
eseriyle bize ulaştıran İbn Battuta, dünya tarihinin en çok tanınan
gezginleri arasında yer almaktadır. Seyahatnamesinin tam adı
“Tuhfetu’n-Nuzzâr fî Garâibi’l-Emsâr ve’l-Acâibi’l-Esfâr”dır.
1325 yılında 22 yaşındayken Fas’ın Tanca şehrinden hac yapmak niyetiyle yola
koyulan İbn Battuta, yaklaşık yirmi dokuz yıl boyunca yaptığı yedi ayrı
seyahati sırasında İspanya, Kuzey Afrika, Orta Asya, Anadolu, Doğu Avrupa,
Hindistan, Maldivler ve Çin’i gezme fırsatı bulmuştur.
Hayatı boyunca yaklaşık 120 bin km. yol kateden İbn Battuta’nın, bu
özelliğiyle diğer ünlü seyyah Marko Polo’dan daha çok yer dolaştığı
anlaşılıyor.
Bu seyahati sırasında Anadolu’yu gezen ve
Bursa’ya da uğrayan İbn Battuta’nın izlenimleri tarihçiler tarafından
oldukça önemsenir.
İbn Battuta'nın rotası
Osmanlı Devleti’nin temellerinin
atıldığı bir dönemde dolaşması sebebiyle gözlemlerine şiddetle ihtiyaç
duyulan İbn Battuta’nın verdiği bilgiler, kültür ve medeniyet tarihimiz
bakımından zengin içerik taşıyor.
İbn Battuta’nın Anadolu ve halkı
için tespitleriyle başlayalım dilerseniz:
“Bilâd-ı Rum
(Anadolu) denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah Teâlâ,
güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtılırken, burada hepsini bir araya
toplamış! Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar
ve en nefis yemekler de burada pişer. Allah Teâlâ’nın yarattığı kullar
içinde en şefkatli olanlar buranın halkıdır. Bundan ötürü ‘Bolluk, bereket
Şam diyarında, şefkat ve merhamet ise Anadolu’dadır’ denilmiştir.”
İbn Battuta, uzun bir yolculuk sonrasında ulaştığı Anadolu’da detaylı
sayılabilecek bir gezi planlamış ve bu gezi sırasında Balıkesir’den sonra
geldiği Bursa’yı şu cümlelerle anlatmaya başlamıştır:
“Sonra
Bursa şehrine vardık. Burası muazzam bir şehir; çarşıları güzel, caddeleri
geniş. Bahçeler ve gür çaylar çeviriyor şehri. Şehir dışında sıcak akan bir
memba var…”
Daha sonra Bursa’da Ahilerin büyüklerinden Ahi
Şemseddin’in zaviyesine gelir. Bu zatın oğlu Ahi Hasan’ın, hükümdar Orhan
Bey’in hocası olduğu bilinmektedir. İbn Battuta, bu zaviyedeki izlenimlerini
şu şekilde anlatır.
“Orada misafirken Aşure günü (1333
yılının 21 Eylülü) gelip çattı. Ahi Şemseddin bu özel günün şerefine
zaviyesinde çeşitli yemekler hazırlatarak, üst düzey komutanları ve şehir
halkını toplu bir ziyafete davet etti. Hep birlikte iftar ettik. Güzel sesli
hafızlar Kur’ân-ı Kerim tilavet ettiler. Vaiz Mecdeddin-i Konevî de davet
edilenler arasında olup çok güzel ve anlamlı bir vaaz verdi. Sonra
öğrenciler sema ve raksa başladılar.”
Bu geceyi “Türk
illerinde yaşadığı en güzel gecelerden biri” olarak niteleyen İbn Battuta,
Osmanlıların ikinci hükümdarı olan Orhan Bey’i şöyle anlatır:
“Bursa’nın sultanı Osmancık oğlu İhtiyaruddin Orhan Bey’dir. Bu hükümdar
Türk padişahlarının en ulusu olduğu kadar, toprak, asker ve varlık
bakımından da onların en üstünü bulunmaktadır. Yüz kadar kalesi vardır. Çoğu
zamanını bunları dolaşmakla geçirir ve her kalede bir müddet kalarak
durumlarını anlamak, noksanlarını tamamlamakla meşgul olur. Anlatıldığına
göre, hiçbir şehirde bir aydan fazla oturmaz, aralıksız olarak kâfirlerle
savaşı sürdürür, onların kalelerini bir bir kuşatarak fethedermiş!”
İbn Batuta’nın seyahatnamesinden Bursa’yla ilgili kısaltarak aktardığımız bu
bilgilerin bile ne denli önemli ayrıntılar içerdiğinde şüphe yok.
25 Şubat 1304’te Fas’ın Tanca şehrinde doğan ve -ilginç bir tesadüfle
neredeyse aynı günde- 24 Şubat 1368’de Marakeş’de kadı iken vefat eden İbn
Battuta’nın bugün ölüm yıldönümü.
İspanya’dan Çin’e çok
geniş bir coğrafyanın yedi yüzyıl öncesindeki otantik halini bir hazine
değerindeki bu eserden okumanın gerçekten tadına doyulmuyor.