Nuri Erbak'ın Anıları (1914-1993)

Bursa'nın Markaları

Hasretlik Bursa

 

   

 

       Erbak-Uludağ meşrubatlarının kurucusu olan Mehmet Hakkı Erbak'ın oğlu olan Nuri Erbak 1914'te Bursa'da doğmuş. Babası tarafından yedi göbek Bursalı. Kendisinden dinleyelim:

      "Bizim o zamanki evimiz neresiydi bakın. Kebapçı İskender ile Tayyare Sineması'nın arasından inen Orhan Sokağı'nda tam karşıdaki binaydı. Bu sokak, hemen hemen Bursa'nın en eski sokağıdır. Babamın babası  Sarayönü'nde (günümüzde valilik binası çevresi) Bakkal Nuri Bey. Anneannemin evi de şimdiki Tayyare Sineması'nın karşısında idi. Yerinde banka var şimdi.... Çocukluğumun geçtiği yer Orhan Mahallesi ve Orhan Sokağı'ndan söz edeyim. O sokaktan aşağı inerken sağ ve solda ahşap binalar vardı. 1-2 tane Ermeni ve Rum aile de vardı.  Onların çocuklarıyla oynardık, evlerine girer çıkardık. Annem de, komşu teyzeler de bu Rum ve Ermeni hanımlarıyla konuşurlardı, ahbaplık ederlerdi.

     1920’de biliyorsunuz Yunan işgali yaşandı. Ben hiç hatırlayamıyorum çünkü sıtmadan hasta yatıyormuşum. Babam demiş ki, biz burada oturmayalım, hepimiz bir eve toplanalım. Caddeler daha emniyetlidir, onun için büyükannemin Sarayönü Caddesi’ndeki evine geçelim. Böylece taşındık. Bu evin tam karşısında Yunan subayların mahfeli vardı. Yani şu eski Dağcılık kulübünün, kebapçının bulunduğu yer. Bir ara da belediyenin çiçek satış pavyonu olmuştu. Orası subay mahfeliydi, bir nöbetçi beklerdi kapıda. O da genç çocuk, 18-20 yaşında falan. Tutardı, benim fesimi alırdı, kendi kafasına takardı. Kendi şapkasını çıkarır benim başıma takardı.

                 
    Bursa Dağcılık kulübü binası yıkılmadan önce Tayyare Sineması'nın batısındaki ilk binaydı.

        Yunanlılar Bursa’dayken ben mektebe başladım. Nalbantoğlu’ndaki Palanca Hocalar’ın ana mektebine gittim. Tabi Osmanlı İmparatorluğu zamanı. Sabahleyin derse başlamadan önce ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık. Ama şunu söyleyeyim, ben kopkoyu Atatürkçüyümdür. Mektep nasılda biliyor musunuz? Gider otururduk, böyle uzun bir koridor. Herkesin altında bir şiltesi var. Derste Kuran’dan bir şeyler öğretirler muhakkak. Elif üstüne, be üstün be falan… Hocanın da elinde kocaman bir sopa. Sopa değil dal. Dalga geçtin mi, kafana, kulağına falan çatlatır….. Savaştayız, Yunanlılar muharebeleri kaybediyorlar. Geceleyin arabalarla yaralılarını taşırlardı. Çevrede evi olanlar geceleri geçen yaralıların iniltilerini duyarlarmış. Bütün evlerin önünde birer tane cam fener yaptırmışlardı. Bu cam fenerin içinde ufak bir kandil yanardı, idare derlerdi ona. Bunu zorunlu tutmuşlardı. Bir ara Yunanlılar Türk ordusundan dört tane top ele geçirmişler. Bu topları getirip Ulucami avlusuna koydular, bugünkü İş Bankası’nın karşısına. o zaman karargah buradaydı. Topların ön tarafındaki çelik siperliklerde ‘La ilahe illallah, Muhammeden resulullah’ diye yazıyordu.

    O sıralarda Bursa’nın ünlü Alboyacılar Hamamı’nı Nuri Erbak’ın babası işletiyormuş. Bu hamam Orhan Sokak ile Gümüşçeken Caddesi arasındaymış. İşgal günlerinde Kuvayı Milliyecilerin buluşma noktası olmuş bu hamam. Zamanla Yunanlılar bunu haber almış. Bunun üzerine babası İstanbul’a kaçmış ve Cankurtaran’da bir bakkal dükkanı açmış. Bir süre sonra da ailesi İstanbul’a taşınmış. Kurtuluştan sonraysa dönmüşler.

    Baba Mehmet Hakkı Bey Bursa’ya dönüşünden sonra bir süre sigortacılık yapmış. Gazozculuğa geçişi daha sonra. O sırada Bursa’da iki gazoz üretim yeri varmış. Biri Aliş Efendi ile Davi Efendi’nin ortak oldukları Sakarya Gazoz Fabrikası. Bulunduğu yer Altıparmak’tan inerken Çatalfırın’da, CHP’nin eski binasının karşısında. Yani Nazike Apartmanı’nın tam karşısı. İkincisi ise Kayhan’daymış, bunun sahipleri de Mustafa Bey ile ağabeyi Köse Hüseyin Efendi. Nuri Erbak şöyle anlatıyor:

   “Bizim hamam sohbet yeri gibiydi. Akşam oldu mu herkes oturmaya gelirdi. Biz gazozumuzu Mustafa Beyden alırdık. Mustafa Naci Bey bizi teşvik etti, Mehmet Hakkı Bey, ille gazozculuk yap diye. Ben bu Yahudi ile uğraşamıyorum, sermayem müsait değil falan demiş. Böyle böyle derken biz de 1930’da gazozculuğa başladık. Gazozumuzu adı Nilüfer Gazozu idi. Ben o vakit İstanbul’da okuyordum, ağabeyimle (merhum İhsan Erbak) beraber. O yıl haziranda okuldan döndüğümüzde gazoz imalathanesi hazırdı, kurulmuştu. Yeri de, Setbaşı’nda Mustafa Necip Sokağı idi.

   Nuri Erbak 1925 yılında, Şapka Devrimi'nin yapılmasından birkaç ay önce Atatürk'ü görmesini şöyle anlatıyor:

   "Ben Ünlü Cadde'de, yani eski Şafak Sineması'ndan (günümüzde Setbaşı Prestij Sineması) aşağı doğru inerken yolda duruyordum. Mustafa Kemal Paşa üstü açık bir arabada caddeden aşağı doğru iniyor. Benim de başımda hasır bir şapkam vardı... hasır şapkamı çıkardım böyle, selam verdim. Paşa o kadar memnun oldu ki.. Hala gözlerimin önündedir, böyle memnuniyetle... yani neredeyse arabayı durduracaktı. Çıkardı şapkasını, O da bana selam verdi. Yanındaki paşa da selam verdi. Geçip gittiler.."

    Nuri Erbak Şapka Devrimi döneminde babası Mehmet Hakkı Bey'in Atatürk'ün gezilerini izleyerek şapka satıcılığı yaptığını da anımsıyor:

     "Babam, Atatürk'ün Şapka İnkılabı'nda İstanbul'dan şapkalar almış bir arkadaşıyla, Atatürk'ten bir veya iki gün önce  onun gideceği yerlere giderler ve tezgahlarını açarak oraya şapka satarlardı. Ertesi gün Paşa nereye gidiyor? İzmir'e gidiyor. Haydi İzmir'e.. Haydi bilmem nereye.. Şapkaları böyle satmışlardı.  

   Nuri Erbak'ın en değerli anılarından biri de, hiç kuşkusuz, 5-9 Ekim 1955 günleri arasında İsmet İnönü'yü evinde konuk etmesi.

   1955’de, 6-7 Eylül olaylarından sonra örfi idare (sıkıyönetim) ilan edildi, İstanbul, Ankara ve İzmir’de. CHP Parti Meclisi de Bursa’da toplanmak zorunda kaldı. İl başkanı Dr. Edip Rüştü Bey ile durumu konuştuk, paşayı misafir edebileceğimi söyledim. Evimiz o zaman Çekirge’ye doğru giderken sağ tarafta iki katlı bir ahşap evdi. Vaktiyle burası İspanyol Konsolosluğu imiş. Bugün Orman Müzesinin tam karşısında. Paşa Mudanya üzerinden geldi. CHP binası Maskem Caddesi’nde, postanenin hemen üzerinde köşedeydi. Dr. Talat Şahin Beyin evi. Ahşap bir bina. İsmet Paşa gelince halk hücum etti, içeri gireceğiz diye. Kimseyi çıkartmadılar, “kardeşim eğer dışarı çıkmazsanız bu bina yıkılır” dediler. Neyse, paşa indi. Oradan yürüyerek Setbaşı’nda Mahfel’e gittik. Sonbahar havası vardı, serin. Bahçede oturduk. Çay içildi, paşanın orada olduğunu duyan ilkokul çocukları geldi. Paşa çocukların çantalarını açtı, defter kitaplarına baktı, intizamlı mı değil mi diye. Ondan sonra birisinin tarih kitabını aldı, tarih attı. Tarih atmadan hiçbir şey yapmazdı İsmet Paşa. İmzasını attı, çocuk pek sevindi. Arkasından bir kız çocuğu daha geldi, ‘Efendim benim de şu kitabıma imza atar mısınız, ömrümün sonuna kadar saklayacağım’. Bu durum hepimizi duygulandırdı. O devirde emniyet müdürü Şebib Karamullaoğlu’ydu, gayet dikkatle işini takip etmiştir. Oradan Yeşil Kahvesi’ne gittik, İsmail’in kahvesine, şimdi kebapçı oldu…. Benim o tarihlerde dört kapılı bir Opel arabam vardı, Opel Cadette. Paşayı arkaya oturttuk. Yanına milletvekili Mebrure Aksoley oturdu. Benim yanıma da Edip Rüştü Bey oturdu. Eve gelince paşa ‘ben yatacağım’ dedi. Paşa’nın adetiymiş, her gün 1-2 saat yatarmış. ‘Ben bir saat sonra kalkarım’ dedi. Bakalım çıkacak mı diye bekleştik kapı önünde. Gerçekten tam bir saat sonra çıktı. …Paşa bende üç gece misafir kaldı. Cumartesi Çelik Palas’da yemek yedik. Pazar da (9 Ekim 1955) Uludağ’a çıktık, Softaboğan’a gittik. Tabi Kasım Bey (Gülek) Softaboğan’ı görünce hemen soyundu, soğuk sulara girip yüzdü. Sadrettin Çanga da yüzdü.

  Bursa'da Yakın  Zamanlar, Yılmaz Akkılıç, Bursa Ticaret Borsası- Bursa Gazeteciler Cemiyeti yayını, 2006, s.134-144'ten kısaltarak alınmıştır.