Yüksel Baysal
27 Mayıs 1960 ihtilali, 10 yıl boyunca Türkiye’nin maderine hükmetmiş bir
partinin, askeri bir müdahaleyle iktidardan uzaklaştırılması olarak geçer
Türk siyasi tarihine.
Siyasal yelpazenin solundan bakanların
bir kısmı, 27 Mayıs ihtilalini genellikle alkışlarken, bir kısmı da ihtilali
onaylamamakla birlikte bazı kazanımlarının göz ardı edilmemesi gerektiğini
savunur. Sağ kesim ise şiddetle karşısında yer alır 27 Mayıs ihtilalinin…
Aslına bakarsanız, bu konuda en sağlıklı bakış açılarından birini, ihtilalin
baş mağdurlarından devrik Başbakanı Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes
dile getirmiştir.
Menderes, idamların gölgesi olmasaydı,
1961 anayasasının daha büyük çoğunluk tarafından kabul görebileceğini
söyleyecek kadar sağduyulu bakabilmiştir olaya.
Ne yazık ki, toplumumuzun
önemli bir kesimi, bu tarihi olayı değerlendirirken, aynı sağduyulu
yaklaşımı sergilemeye yanaşmamıştır.
Yassıada Duruşmalarından Bir Görünüm
Oysa, 1950-60
arasında halk kitlelerinin temsilcisi konumundaki Demokrat Parti’nin,
toplumun bir çoğunluk diktatörlüğüne sürüklediği inkar edilebilir mi?
Basın özgürlüğünü savunarak iktidara gelip basının üzerinde terör estirmedi
mi?
Üniversitelerde bilim özgürlüğünü gerçekleştirmek amacıyla
aydınlardan destek alıp; üniversitelerle kavga etmedi mi?
Tek parti iktidarının antidemokratik uygulamalarını ortadan kaldırmak
iddiasıyla iktidara çıkıp, çok kısa sürede daha beter bir diktatörlüğe
dönüşmedi mi?
Tahkikat Komisyonları kurarak, cepheler oluşturup,
muhalefeti ortadan kaldırmak istemedi mi?
Kurtuluş
Savaşı’nın kahramanlarından, ikinci adam İsmet İnönü’ye yapılan saldırılara
göz yumarak, aslında kendi kuyusunu kazmadı mı?
Acı ama ders
almadığımız bir deneyim ne yazık ki 27 Mayıs…
Demokrat
Bakış, siyasi tarihimizin önemli dönemeçlerinden biri olan bu önemli olayı,
DP’li bir milletvekili olarak yaşayan Recep Kırım’ın anılarını, duygu ve
düşüncelerini, sayfalarına taşıyarak bellekleri tazelemek istedi.
Ortaokul öğrenciliğine,
Merinos Fabrikasının temel atma törenine kadar
gidiyor Recep Kırım’ın anıları. Atatürk’ü ilk kez bu törende görmüş, hem de
epey yakından… Bunu onur duyarak anlatıyor… “Bizi okulca götürdüler. 20-25
metreden o büyü insanı görme şerefine nail oldum… Birinci cihan harbinden
çıkmış bir ülke. Bir lokma, bir hırkaya çalışıyor insanımız. Yeterince
sermayemiz yok. Onun için Merinos Fabrikası devletçe kuruluyor, Celal
Bayar’ın İktisat Bakanlığı döneminde…”
Demokrat parti
ile ilginiz nasıl başladı?
Ben aslında önceleri sendikacıydım.
Merinos’ta çalışıyordum ve 1950 yılında Bursa Merinos Yünlü Sanayi İşçileri
Sendikası’nı kurduk. Kurduktan sonra baktık ki, dışarıda bayğı işçi var.
İpekiş var mesela… Oradaki işçiler de sendikaya girmek istediler. Biz de
sendikanın ismini Bursa Mensucat Sanayi İşçileri Sendikası olarak
değiştirdik ve onları da üye yaptık. Bizim sendikadan önce var olan İpekli
Sanayi İşcileri Sendikası da bize iltihak edince daha da güçlendik. O
dönemde Türkiye’nin belki de en güçlü sendikası olduk.
Kaç üye
vardı?
İki bin civarında üye vardı. İlk profesyonel
sendikacılardan biri ben oldum. Çünkü hem sendika işini yapmak hem de
işçilik zordu. İşçi arkadaşlar işyerinden ayrılmamı istediler. Yeniden işe
alınmama korkusuna rağmen arkadaşların teklifini kabul ettim. O zaman
işçiler gönüllü olarak aidatlarını kendileri yatırıyorlardı. İşte böyle
sendika faaliyetleri sürdürürken, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde
sendikalarla irtibat kurduk.
Kimler vardı kurcular arasında?
Seyfi Demirsoy, Ömer Akçapınar, Hasan Özgüneş, İstanbul’dan Bahir
Ersoy ve Sabri Tığlı. Hemen her yerden arkadaşımız vardı. Biz üç arkadaş,
23 gün Anadolu gezisine çıktık. Evvela Teksif’i, ardından Türk-İş’i kurmak
için. Allah nasip etti, kurduk. Ben iki dönem başkan vekilliği yaptım.
O
günkü koşullarda grev yapabiliyor muydunuz?
Yapamıyorduk. İşçiye grev
hakkı Ecevit döneminde verildi. Biz şunun bilincindeydik. Grevsiz toplu
sözleşme, silahsız avcı ya benzer.
SENDİKACILIKTAN
SİYASETE
Siyasete geçişiniz nasıl oldu?
Sendikacılık
yaparken, 1951 yerel seçimlerinde belediye meclisine seçildim. Yine aynı yıl
il genel meclisi seçimleri yapıldı. Ona da aday oldum ve seçildim.
Çalışmalara katılıyor muydunuz?
Bütün toplantılara
katılıyordum. Bu arada 1952 yılında DP ilçe idare heyetine seçildim. Sonra
ilçe başkanı oldum. Sonra da milletvekili…
Milletvekili
seçilmeden önce Ankara’da siyasal ilişkileriniz var mıydı?
Olmaz
mı? Bir keresinde DP il ve ilçe heyetiyle Milli Savunma Bakanı Bursalı
Hulusi Köymen’in yanına gittik. Dört ilçede depolar zeytin doluydu.
Askeriyeden yardım istedik. Hulusi bey, “Biz askere papara yerine zeytin
verelim ama askerimiz zeytini bilmez ki, nasıl yedirelim onlara?” dedi.
Sonra başbakan Menderes’in yanına gittik. Derdimizi ona da anlattık. Dedi
ki, “Arkadaşlar bu benim alacağım şu kadar top zeytinle sizin stokunuz
bitmez. Buraya kadar gelmişsiniz yese de yemese de ben bir miktar
zeytininizi alacağım. Hulusi Bey’in münasip göreceği miktarda zeytin alalım
ve askeri yavaş yavaş zeytin yemeğe alıştıralım. Ancak bu zeytin ilerde kara
elmas değerinde olacak. Şimdi biz yeni bir şey yapıyoruz. Bugüne kadar
çiftçiye yetiştirdiği mahsul için, bilhassa hububat için taban fiyat
verilmemiş, tüccarın insafına kalmış, devletin insafına kalmış, ne kadar
verirse veriyor, benim köylüm bir lokma bir hırkaya çalışıyor. Bu seneden
itibaren taban fiyat vereceğiz…” Hiç unutmuyorum, o konuşmada Adnan
Menderes, Edirne’den Kars’a kadar otoban yolların yapılacağını söylemişti.
Köy yolların bile asfaltlanacağını ifade etmişti. 1950 yılında Ankara’ya
10-12 saatte gidiliyordu. Arabayatağı köyünden Yıldırım’a okula bir saatte
geliyorduk. O bir saatlik sürede inanın 10 tane vasıta ya geçiyordu ya
geçmiyordu.
ADNAN MENDERES'LE İLK
TEMAS
Demokrat Parti döneminde Menderes'le yüz yüze görüştünüz
mü?
Valla çok muhtelif vesilelerle bir araya geldik. Bursa’da
kongreye gelmişti. Ben de o zaman hem sendika hem de ilçe başkanıydım.
1956-57 olabilir. Orada bir konuşma yaptım işçi meseleleriyle ilgili. Adnan
Menderes, Tayyare Sineması locasında oturuyordu. Zannediyorum iyi bir
konuşmaydı ki, tam yerime otururken, bir arkadaş geldi, “Sizi Adnan Bey
görmek istiyor” dedi. Gittim arka tarafa, “Gel bakalım benim sevgili
kardeşim” dedi. Elimi sıktı. “Sizi niye çağırttım biliyor musunuz?” dedi.
“Hayır efendim” diye cevapladım. “Çok güzel bir konuşma yaptınız, sizi
tebrik etmek istedim” diyerek bana iltifat etti. Ondan sonra Ankara’da
görüştük.
1957 yılının ekim ayında milletvekili seçildiniz.
Önseçimle mi?
Çok demokratik bir ön seçim yapıldı. Ocak ve bucak
idare heyetleri, belediye meclisi, il genel meclisi üyeleri, ilçe idare
heyetleri. Onlar seçiyorlardı. Hakim teminatı yoktu ama gayet dürüsttü.
Bizim liste 12 kişiydi. DP Bursa teşkilatı, beni dördüncü sıraya getirdi.
Celal Bayar, Agah Erozan, Saadettin Karacabey ve ben.
Celal Bayar,
İstanbul ve Bursa listesindeydi değil mi? Hangisini kabul etmişti?
O yıl
Bursa listesinden seçilmeyi kabul etti.
Celal Bayar, Bursa’yı
seviyor muydu?
Çok severdi. İhtilale daha çok vardı, bizi
Çankaya’da yemeğe davet etti. Bütün Bursa milletvekillerini. Bize aynen
şöyle dedi: “Arkadaşlar galiba Bursa’yı biraz ihmal ettik. Ama bundan sonra
bütün gücümüzü Bursa’ya vereceğiz. Bunu bilin, hazırlıklarını ona göre
yapın. Büyük bir Bursa çıkarması yapacağız.”
İHTİLALİN AYAK SESLERİ
O günleri yani ihtilale giden süreci anlatır mısınız?
Ankara’da hep yürüyüşler oluyordu. Her gün oluyordu. Biz de merak ediyorduk,
rahmetli Hüseyin Bayrı ile beraber Kızılay’a yürüyorduk. Orada oluyordu
yürüyüşler. “555 K” diye bir şeyleri oldu. 5 Mayıs 5.gün, saat 5, Kızılay.
Bu olayda bizzat bulundum.
Deniz Baykal’ı gördünüz mü?
Gördüm ama Deniz Baykal olduğunu bilmiyordum. O zaman o muydu,
değil miydi, bilmiyoruz. Adnan Menderes arabadan indiğinde 15-20 metre
mesafemiz vardı. Kalabalığın üstüne doğru yürüdü. O arada biri yakasına
yapıştı Adnan Bey’in. Bu kadar gözümle gördüğüm halde ona benzetemedim.
“Gençler ne istiyorsunuz?” diye sordu Adnan bey. Hürriyet istiyoruz diye
bağırdılar. Adnan Menderes de “Bir başbakanın yakasına yapışacak kadar
hürriyet var bu memlekette. Daha ne istiyorsunuz?” dedi.
26
Mayıs’ta neredeydiniz?
Ankara’daydım. Tandoğan’da Bursalı Zeki
Mumcu’nun bir binası vardı. Onun bir dairesinde kalıyordum.
İhtilali nasıl haber aldınız?
27 Mayıs sabahı radyoyu açtığımızda
duyduk.
Sonra ne oldu?
Çoluk çocuğa bu bir askeri
harekettir belli olmaz, ben hazırlanayım dedim. Giyinip, tıraşımı oldum.
Onlara merak etmeyin dedim. Hırsızlık, uğursuzluk yapmadım. Korku şuydu,
beni içeriye alırlarsa çoluk çocuk ne yiyecek, ne içecek? Meclisin en fakir
milletvekili bendim. Milletvekili maaşımdan başka bir şey yoktu. Az sonra
bir albay ve iki teğmen kapıyı çaldılar. Kapıyı açtım. "Bursa milletvekili
Recep Kırım mısınız" dediler. Ellerinde bir liste var. "Silahınız var mı" diye
sordular, "vardır" dedim. Silahımı getirdim. Gayet yumuşak bir tavırla,
“Sizden rica ediyoruz, ikinci bir emre kadar evinizden ayrılmayın, dışarı
çıkmayın” dediler. Ben evdeyim dedim. Arada bir iki saat geçti. Yine üç-dört
subay geldi. "Sizi biraz misafirliğe götüreceğiz" dediler. "Çoluk çocuğunuzla
konuşacağınız bir şey varsa konuşun" dediler. Ben her şeyi konuştum dedim.
Çıktık. Dışarıda bir araba bekliyor. Benden evvel de bir iki arkadaşı
almışlar. Sonra bir arkadaşı daha aldık. Harb Okuluna gittik. Orada olan
biten şeyleri anlatmak istemiyorum. Orada bir gece iki gün kaldık. İkinci
gün arkadaşları tekrar evlerine göndermeye başladılar. Sıranın bana
gelmesini bekledim. Akşam oldu, ama göndermeleri kestiler. Sonra öğrendik
ki, “Bunları bırakmayın, ihtilal gayri meşru olur. Onların mutlaka
cezalandırılması lazım” demişler. Profesörler heyeti bir bildiri yayınladı,
Sıdık Sami Onar filan… Ondan sonra bırakılan arkadaşları tekrar geri
getirdiler. Bir akşamüzeri subaylar geldi, 13’er kişilik isimler okudular.
Lütfen çantalarınıza adreslerinizi yazın, onları eve göndereceğiz” dediler.
Harp okulunun önünde cemseler sıralanmış. Oraya bindik, ortalık iyice
karardı. Neye gittiğimiz belli değil. Bizi bir yerlere götürüp
temizleyecekler, ihtilal bu şakası yok, diye düşünüyoruz. Yolda tankları,
topları, uçakları görünce Etimesgut’a gittiğimizi anladık. 13’er kişi
halinde uçaklara bindik. Binmeden önce bir subay “İlk defa duyacaksınız
söylediklerimi, uçuş istikametimiz İstanbul. En ufak bir hareketinizde
muhafızlarımıza vur emir verilmiştir” dedi. O haleti ruhiye içinde bir insan
ne düşünür? Arkadaşlarla da konuşturmuyorlar. Geldik İstanbul’a… Zannettik
ki, yukardan aşağı denize bırakacaklar. Benim yanımda bir arkadaş vardı,
piyade yüzbaşı Kazım Çakır, sonra da Yassıada’da ahbap olduk. Eğildi
kulağıma dedi ki, “Nereye gittiğimizi biliyor musunuz? Size kötü bir muamele
yok. Bir adaya çıkacaksınız. Orada mahkeme edilmenizi bekleyeceksiniz” dedi.
Böylece herkesten evvel benim haberim oldu.
Rahatladınız mı?
Tabii. Yeşilköy’de indik, vapura bindik. O arada olan biten şeyleri
anlatmıyorum. Onları mahşere bıraktım. Hiç olacak işler değildi. Sonra kime
yapıyorsun bunları?
Yassıada’ya geldiğinizde Adnan Menderes var
mıydı?
Hayır, onları yalnız getirdiler. Kalabalıktan ayırdılar.
Ne kadar kaldınız Yassıada’da?
1.5 yıl kaldım. Kuş
uçmaz, kervan geçmez bir yerdi. Havalandırma bile taksitle. Bulunduğumuz
koğuşta camları açmak yasaktı. Ancak subay gelip, 10 dakika camları açma
izni veriyordu.
Zor dönemlerdi değil mi?
Çooook…
Mahkemede 4 yıl iki ay hüküm giydim. Mahkemeden çıktıktan sonra beraat
edenleri bir tarafa, hüküm giyenleri bir tarafa, idamlıkları bir tarafa
ayırdılar. Bizden 10 yılın hesabını sorular ama 406 milletvekilinin bir tek
kuruşu çıkmadı..
Peki neye göre ceza verdiler?
Hiç
öyle münasip görmüşler öyle ceza verdiler.
Kimler vardı beraat
edenlerden?
Mesela Hulusi Köymen. Bursa milletvekili, Milli
Savunma Bakanı. Halk Partisi’nin mallarını alan bir komisyonun başkanlığını
yapmıştı. Bu yüzden çok korkuyordu. “Beni serbest bırakmazlar” diyordu. Bana
bir mektup yazıp verdi. “Recep Bey, sizin hiçbir şeyiniz yok, beraat
edersiniz. Bunları Bursa’ya gidince çocuklarıma verirsin” dedi. 13 kişilik
grubun içindeyiz ve o üçüncü-dördüncü sıradaydı. Fakat o beraat etti. O
beraat ettiğine göre, ben haydi haydi beraat ederim dedim. Ama 4 yıl 2 ay
ceza aldım. Mektup da cebinde kaldı. Biz uçaklarla Kayseri Cezaevine, idama
mahkum olanlar gemiyle İmralı’ya, beraat edenler de evlerine gittiler. Bir
yıl Kayseri cezaevinde kaldım. Hulusi beyin mektubu bende kaldı. O mektubu
sonra gönderdim.
Onu kim kurtardı?
Askerle arası çok
iyiymiş.
Siz ceza alınca aileniz ne yaptı?
Bu alın
yazısı, mukadderat dedik. Hemen birkaç gün içinde apar topar Bursa’ya
döndüler. Evimiz vardı hiç olmazsa kira vermediler.
Peki nasıl
geçindiler?
Çocuk okulu bırakıyor ve yakınım olan Cemal
Kırımlı’nın mensucat işyerinde çıraklığa başlıyor. Rahmetlinin verdiği
haftalıkla geçinmeye çalıştılar.
Nasıl tahliye oldunuz?
Tahliyemize kırk gün kala İstanbul’a Toptaşı cezaevine nakledildik, oradan
tahliye olduk. Sonra siyasi yasak vardı bizim mahkeme kararımızda.
Bursa’ya dönünce ne yaptınız? Geçim filan?
Merinos
fabrikasında Çarşamba pazarında kurduğumuz kooperatif vardı. Benim evi
satışa çıkarmışlar; işçi arkadaşlar kendi aralarında para toplamışlar.
Tapuyu almışlar. Çıktıktan sonra onu sattım, Kapalıçarşı’da bir mağaza
açtım, 25 sene orayı çalıştırdım. Durumu müsait olunca, paralarını ödeyeyim
dedim ama hiçbir arkadaşın ismini vermediler. Hala bilmiyorum.
Fedakar arkadaşlarmış…
Ne diyorsunuz! İşçiden gördüğüm vefayı
hiç kimseden görmedim. İşin acı tarafı benim eve geliyor işçiler, hanım
üzülmesin, para getirdiği belli olmasın diye “Biz Kayseri’ye gittik Recep
Ağabeyin yanından geliyoruz. Size de mektup yolladı” diyerek zarfı
veriyorlar. Ben o para verenleri de bilmiyorum.
ADALET PARTİSİ DÖNEMİ
Siyasal yaşama tekrar ne zaman ve nasıl döndünüz?
Adalet
Partisi toplantılarına gidiyorum ama üye olma hakkım yok. Her toplantıda
bizi tanıtıyorlar. O zamanlar cezaevinde yatmak kahramanlık gibi bir şeydi.
Kalabalık toplantılara gidiyoruz. Yıkılıyor salonlar. Bir süre sonra
yasağımız kalktı. 1974 yılıydı sanırım rahmetli Kasım Önadım aradı. Bir
yemeğe çağırdılar.
İhsan Sabri Bey’in de aralarında bulunduğu bir grup, bana
başkanlık telif etti. İhsan Sabri Bey, “Bizim başımızda Süleyman Demirel
var. Ankara’da müşterek bir toplantı yaptık. Süleyman Bey’e de konuyu açtık.
Suleyman Bey de bizim görüşümüzü paylaşıyor” dedi. Şaşırdım kaldım teşekkür
ettim, aktif politikaya girmeyi düşünmüyorum. Çoluk çocuk da istemiyor, ben
de istemiyorum dedim. Bozuldular. İhsan Sabri Bey, “Çok üzüldük sayın Kırım,
bizi geri çevirmeyeceğinizi tahmin etmiştik. Ama isterseniz size bir düşünme
payı bırakalım” dedi. Ben ise kesin cevabımı burada veriyorum dedim eve
geldim, çoluk çocuğa söyledim, katiyen dediler. Kime söyleyeyim bu konuyu.
Saadettin Karacabey vardı. Ona açtım konuyu. Beraber hapis yattığımız
Saadettin Bey, “Ben senin yerinde olsam kabul ederim. Benim yaşım uygun
değil” dedi. Ama evi bir türlü ikna edemiyorum. En sonunda hanım ben
karışmıyorum dedi. Çocuklar da “Git, Allah vermeye ama başımıza bir şey
gelirse katlanırız” dediler. Sonra Yalova’da İhsan Sabri Bey’in yalısında
hep birlikte buluştuk. Yemekte kalkıp söyledim. Çok sevindiler. İhsan Sabri
Bey, Süleyman Bey’e telefon açtı. Arkadaşlara bir ricada bulundum. Benim
karşıma bir aday çıkarırsanız, vazgeçerim. İlçe kongreleri yapılıyor. 1974
yılı… Birkaç ilçe kongresini yaptık. Yenişehir ilçe kongresi sırasında
Barlas Küntay geldi yanıma. “Abi hayırlı olsun, bana da çok ısrar var
teşkilatta. Yüzüne karşı söylüyorum, sonra duyarsan üzülürsün” dedi. İl
başkanlığına aday yani. “Sen çıktıktan sonra ben yokum” dedim. Bursa’ya
gelip Kasım Önadım’a anlattım. “Katiyyen olmaz” dedi. Cemal Külahlı filan
hepsi ayaklandı Barlas’ı ikna etmeye. Barlas’ı ikna edemediler. Süleyman
Bey bana telefon ediyor, “Biz Barlas’ı ikna ederiz” diye. Teşkilattan da
destek sesi geliyor.
Yola çıktınız geri dönmüyorsunuz yani?
Ben liste de yapmadım. Barlas Bey’in listesiyle seçime girdim.
Kaybetti o. Ben aldım kongreyi. İki sene il başkanlığı yaptım. Toparladım
teşkilatı. 1976 yılında bırakacağım ama aday çıkmadı. Israr ettiler. İl
başkanlığına devam ettim. 1978 yılında Turhan Tayan bana geldi. “Abi” dedi,
“bundan önceki kongrede aday çıkmadı. Tek başına kaldın. Aday olacaksanız
çıkmayacağım, olmayacaksanız, ben aday olacağım” dedi. Benim de üçüncü dönem
görev almaya hiç niyetim yok. Kongreye 10-15 gün kala benim yönetimimde olan
arkadaşlar o kadar tavır koydular ki bu işe… Benimle selam sabahı kesecek
duruma getirdiler. Bunun üzerine Turhan Bey’e açtım telefonu, durum böyle,
Allah size de başarı versin, bana da dedim ve tekrar aday oldum. Tabii
seçimi kaybettim.
DP’NİN BİR KUSURU DA
İNÖNÜ’YE KÖTÜ DAVRANMAK
İhsan Sabri Bey’i valilik döneminden
tanıyorsunuz? Aranız nasıldı?
Çok iyi tanıyorum. Bana bir gün
İhsan Sabri Bey’in makamında İsmet İnönü gelecek dediler. Hayri Bey’i
çağırmış. Ben de merkez ilçe başkanıyım “Beyler sizi rahatsız ettim ama
İsmet Bey gelecek Bursa’ya. Bazı yerlerde taşkınlıklar yapıyor Demokrat
Parti teşkilatı. Ne düşünüyorsunuz Bursa için?” dedi. Ben dedim ki, Hayri
Abi müsaade et, en küçüğünüz benim, İsmet Paşa Bursa’ya istediği gibi
gelecek istediği gibi gezecek, bizim parti teşkilatından kimse karşı
çıkmayacak. Başka yerlerde yaptılar da iyi mi oldu? Memlekete millete bu
kadar hizmeti geçmiş bir insana, yapılır mı? Demokrat Parti’nin
kusurlarından biri de bu işte. Bırakın gezsin bu adam. Kalktı İhsan Sabri
Bey sarıldı öptü beni. “Çok memnun oldum, ben de yanı şeyleri düşünüyorum”
dedi.
İsmet Paşa Bursa’ya geldi, Mudanya’da kendi teşkilatı karşıladı. Sonra
gitti.
Gelelim, 1980 sonrasına. Politikaya girdiniz mi?
1980 sonrasında DYP’nin kurucu üyesi oldum.
Anılarınızı yazıyor musunuz?
Evet yazıyorum ama daha
başlardayım.
Demirel ile Menderes’i karşılaştırabilir
misiniz?
Buna cevap vermesem olmaz mı?
Hangisini daha
çok sevdiniz?
İkisini de çok sevdim.
Hangisi daha
nitelikliydi, daha farklıydı?
Adnan Menderes çok merhametli bir
insandı.
Bilgi olarak Demirel daha önde değil mi?
O
da bilgiliydi. Adnan Bey, konuşmaya başlarken zorlanıyordu. Konulara bir
girdi mi derya. Bütçe müzakerelerinde Adnan Bey’i üç saat dinlerdik.
Celal Bayar?
Celal Bayar'la daha çok Kayseri cezaevinde
ilişkimiz oldu. O da çok büyük bir devlet adamı. Kafası müthiş çalışan, zeki
bir adam. 102. Yaş günün İstanbul’da kutladık, orada hatıralar anlattı.
İstiklal Harbi’ne ait.
İttihatçı gelenekten gelen, devleti bu
kadar iyi bilen birisi Celal Bayar, nasıl bu kadar yanlış yaptı? O ihtilalin
gelebileceğini görmedi mi? İsmet İnönü’yü görmedi mi?
Gördü.
Eğer rahmetli Menderes, Celal Bayar’ı dinleseydi, ihtilal olmazdı. Celal
Bayar’a gitmişler. Çok emin kaynaklardan beyefendi demişler “akşamdan sabaha
ihtilal olacak, bunun tedbirini alın.” O da teşekkür etmiş Adnan Bey’i
çağırtmış. Anlatmış olayı. Ankara’daki yüksek rütbeli subayları dağıtmasını,
İstanbul’a, Anadolu’ya tayin etmesini istemiş. Adnan Bey dinlemiş,
“Emredersin sayın Cumhurbaşkanım” demiş. Gidince Ethem Menderes’i çağırmış,
anlatmış konuyu. Ethem bey demiş ki, “pek iyi olmaz daha çabuklaştırır bu
işi. Aksi tesir de yapabilir” demiş. Adnan Bey de, “sayın cumhurbaşkanım
öyle istiyor. Ben söz verdim bunu yapacağız” demiş. Çağırmış özel kalemi,
bir yüksek rütbeli subay da o. Meğerse o da ihtilalin içinde. “Git
komutanların listesini yap getir bana” demiş Ethem Bey. O subay “ne
yapıyorsunuz siz demiş, çok yanlış yapıyorsunuz. Onları tayin ettirmekle,
taşradaki nüveleri de teşekkül ettirmiş olacaksınız. O zaman ihtilal daha
kolay olur” demiş. O zaman biraz daha düşüneyim, durumu Başbakana arz edeyim
demiş Ethem Bey. Başbakanı arayıp anlatmış konuyu. O zaman kalsın demiş
Adnan Bey. 10 gün sonra ihtilal olmuş.
Daha farklı şeyler de
söyleniyor. Bazı subayların kıyma makinasına atıldıkları…
Yok
öyle bir şey. Celal Bayar o yapıda bir insan değil.