Agah Enes Yasa Bugün Bursa, neredeyse hiçbir şarap
üretimine ev sahipliği yapmayan bir kent. Oysa yaklaşık 160 yıl öncesine
döndüğümüzde, karşımıza bambaşka bir manzara çıkar. Kirazlıyayla’dan
Demirkapı’ya, Demirtaş’tan Gündoğdu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada
bağcılık canlı ve yaygındı. Bu bağlardan elde edilen şarapların büyük kısmı
belki kaba içimliydi, ama kent merkezindeki meyhanelerde hem Müslümanlar hem
de gayrimüslimler tarafından bolca tüketiliyordu. Şarap, Bursa’nın sosyal
yaşamında da önemli bir rol oynuyordu; sokak aralarında, çarşıda,
meyhanelerde kentin günlük ritmini şekillendiriyordu.
Ancak bazı üreticiler, dönemin modern üretim tekniklerini
benimseyerek şaraplarını birer “marka” hâline getirmeye başlamıştı. İşte bu
noktada karşımıza Emanuel Falkeisen ve onun “Vin d’Olympe” markası çıkıyor.
Falkeisen, yalnızca şarapçılık ile değil, aynı zamanda Bursa sanayi hayatına
da damgasını vurmuş bir isimdi; kentin ilk buharlı ipek fabrikalarından
birini kurmuş ve bir dönem Avusturya ile Rusya’nın fahri konsolosluklarını
yürütmüştü.
Şimdi gelin, Keşiş Dağı
eteklerinde izlerini kaybetmiş o unutulmuş şarap markasına geçmeden önce,
Bursa sanayi tarihine ve kent yaşamına derin izler bırakmış Falkeisen
Ailesi’nin hikâyesine yakından bakalım.
Basel’den Bursa’ya Uzanan Bir Hikaye:
Falkeisenler
Falkeisen ailesinin hikâyesi,
Ren Nehri’nin suladığı geniş ovalarıyla ünlü Basel’de, yani İsviçre’nin ipek
kurdele üretimiyle tanınan eski manifaktür kentinde başlar. Yüzyıllardır
ipekli dokumacılığın merkezlerinden birisi olan Basel, sanayi çağının
gelişiyle birlikte hızla buhar makineleriyle dolu fabrikaların kentine
dönüşmüştü. Henüz iplik hâline getirilmemiş ipek telleri, genellikle İsviçre
ve Fransa kırsalındaki yerleşimlerde yetiştirilen kozaların filatürlerde
çekilmesiyle elde ediliyordu. Ancak Buhar çağında rekabet sertleşmiş,
üreticiler hammadde kaynaklarını daha ucuz elde etmenin yollarını aramaya
başlamıştı. Bu nedenle pek çok girişimci Osmanlı topraklarına yöneldi.

Emanuel Falkeisen, Çizen: J. J.
Falkeisen
Emanuel Falkeisen de onlardan
biriydi. Fakat o, İsviçre’de kendi fabrikasının sahibi değil; Heinrich de
Daniel von Muralt firmasının temsilcisiydi. Görevi, Bursa piyasasını
yakından izlemek, en uygun fiyata koza satın almak ve bunlardan elde ettiği
ham ipeği Basel’e göndermekti. Kısa sürede büyük başarı kazandı. Hatta arşiv
belgeleri ve dönemin anlatılarına göre, Muradiye/ Çınarönü’ndeki buharlı
fabrikasında Rum kadın işçilerin çalışabilmesi için Bursa Piskoposu’ndan
özel izin almıştı.

Johann Jakob Falkeisen, Bursa’ya Varış ve Giriş,
Kasım 1843, Skizzenbuch «Reise Erinnerungen», Falkeisenler ve Bursa’daki
yakın çevreleri, Rus Konsolosluğu binası olarak kullandıkları Setbaşı’ndaki
şahsi konutları dikkat çekiyor. Basel Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu.
Döneminin klasik
“tüccar-diplomat” tiplerinden biri olan Falkeisen, ilerleyen yıllarda Rusya
ve ardından Avusturya’nın fahri konsolosu olarak görev yaptı. 22 Nisan 1844
tarihli, Odessa’dan gönderilen bir mektupta, Falkeisen’in Rus bayrağı
taşıyan gemisinin karşılaştığı engelleri gerekçe göstererek İngiliz
himayesinden ayrıldığı ve Rus tüccar statüsünü benimsediği anlaşılmaktadır.
Bu durum, onun ilerleyen yıllarda Rus konsolosu olarak atanmasının da önünü
açmıştır.(1) Bursa’nın yerel dokusuna hızla uyum sağladı; ticari
girişimleri kısa sürede çeşitlendi. Gemlik’ten İstanbul’a işleyen bir
buharlı gemi hattının acentalığını üstleniyor, Bursa’da bir hamam işletiyor,
hatta birazdan inceleyeceğimiz şarap ve rakı atölyesinin de sahibi olarak
öne çıkıyordu. Ayrıca ilaç ithalatına girmiş ve bir eczane açmıştı. Tüm bu
yatırımlar, kırılgan ipek piyasasındaki dalgalanmalara karşı bir çeşit
sermaye sigortası işlevi görüyordu.
Nitekim 1848 İşçi Devrimleri
sırasında Avrupa genelinde yaşanan ekonomik sarsıntılar, onun iş ortaklarını
da etkiledi. Basel’de çalıştığı fabrikaların çoğu iflas etmiş, Falkeisen ham
ipeğini satabileceği pazarları kaybetmişti. Çin’den gelen ipeğin yarattığı
fiyat düşüşleri de cabasıydı. Bu dönemde ipekçilik faaliyetlerine ara verip
diğer sektörlerdeki girişimlerine ve konsolosluk görevine ağırlık verdi.
Daha sonraları, 1855’te, Bursa’da meydana gelen depremlerde fabrikasının
üzerine kayalar düştü, bu ağır tahribatı uzun süre atlatmadı.(2)
Falkeisen’in ilişkileri
yalnızca Bursa ile sınırlı değildi. Karadeniz kıyılarındaki liman
kasabalarında buharlı gemi işletmeleri bulunan kişilerle akrabalık veya
ortaklık bağları kurmuştu. Bursa’daki Bayoğlu Osep Ağa ve Ohannes Taşçıyan
gibi ipek sanayicileriyle de geniş bir ticari iş ağı ve ortaklıklar
kurmuştu. Onun çevresini en iyi, Uludağ eteklerinde düzenledikleri piknikte,
yani şehrin seçkin tüccar ve sanayicilerini bir araya getiren o sosyal
buluşmalarda, gözlemlemek mümkündür.

Uludağ’da zevk-ü sefa içindeki
Falkeisenler ve çevreleri. Ulu buzluk ve çoban barınağı dikkat çekiyor.
Dalgalanan Rus bayrağı, Falkeisen’in konsolosluk görevine refere ediyor.
Basel Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu
Ancak Falkeisen’in
faaliyetleri, dönemin bazı Avrupalı seyyahları tarafından pek olumlu
karşılanmamıştı. 1847’de Bursa’yı ziyaret eden İngiliz gezgin Charles Mac
Farlane, Falkeisen’i başarılı bir girişimciden çok, kentin ekonomik hayatına
fazlasıyla hâkim olmuş bir “fırsatçı tüccar” olarak anlatır. Mac Farlane’e
göre Falkeisen, dönemin Bursa valisi Mustafa Nuri Paşa’dan aldığı çeşitli
ayrıcalıklarla kaplıcalardan şarap üretimine, ipek ticaretinden nakliyeye
kadar birçok alanda söz sahibi olmuş, adeta Bursa’nın küçük bir “ekonomi
imparatoruna” dönüşmüştü. Mac Farlane’in çizdiği bu portre, Falkeisen’in
yalnızca girişimci ruhuyla değil, aynı zamanda kişisel bağlantıları ve
kurnazlığıyla da öne çıktığını ima eder. Hatta onu, “hamamdan şaraba kadar
Bursa’da spekülasyon yaratmadığı hiçbir şey bırakmamıştı” diyerek tanımlar.
Bu ifadeler, Falkeisen’in o dönemki Bursa’da kuşku uyandıran bir figür
olduğuna işaret eder. Mac Farlane ayrıca, onun “Vin d’Olympe” yani “Olympos
Şarabı” adını verdiği markasından da bahseder, buna birazdan geleceğiz.(3)
Johann Jakob Falkeisen’in fırçasından
kardeşi Emanuel Falkeisen’in işlettiği Çekirge’deki Eski Kaplıca, 1840’lar,
Müzayede Arşivi
Aile üzerine araştırma yapan
Cumali Bozpınar, Falkeisen’in bu geniş ticari networklerini Yahudi kimliği
sayesinde kazandığını iddia eder. Ancak bu iddianın temellendirilmesi
oldukça zayıftır. Tek veri, Ludwig August Frankl’ın The Jews in the East
adlı eserinde geçen kısa bir anlatıdır. Frankl, 1856’da Viyana’dan Kudüs’e
yaptığı seyahat sırasında, 1855 Bursa depremi sonrasında Viyana’da toplanan
yardımların Bursa’daki Yahudilere ulaştırılması sürecinde Falkeisen’in rol
aldığını belirtir. Ancak Frankl’ın anlatısından Falkeisen’in Yahudi olduğu
sonucunu çıkarmak doğrudan mümkün değildir.
Frankl’ın kendisinin Viyana
Yahudi cemaatinde uzun yıllar sekreter ve arşivci olarak görev yapması,
Bozpınar’ın Falkeisen’in de aynı cemaatten olabileceği yönündeki varsayımını
güçlendirmek için kullanılmıştır. Ne var ki bu ilişki, yalnızca yardım
organizasyonu kapsamında gelişen bir diplomatik veya ticari temas olarak da
okunabilir. Falkeisen’in o dönemde Avusturya konsolosu olarak görev yapması,
Frankl’ın ona başvurmasını zaten doğal kılmaktadır. Dolayısıyla Falkeisen’in
Yahudi olduğu yönündeki çıkarım, eldeki verilerle kanıtlanabilir bir kimlik
tespitinden çok, varsayımsal bir yorum niteliğindedir.(4)
Falkeisen’in şirketine ait 1 Haziran 1836 tarihli belge, Yayımlayan: Yiğit
Topkaya
Bu nedenle, Falkeisen’in
ticari bağlantılarını Yahudi kimliği üzerinden açıklamak yerine, onun
Avrupa’daki sanayi ve ticaret ağlarıyla kurduğu ilişkiler ve İsviçre kökenli
tüccar-diplomat geleneği bağlamında değerlendirmek daha sağlam bir zemin
sunmaktadır. Nitekim, Geneanet.com sitesinde ailenin soy ağacının yer
alması, büyük ölçüde yerel vaftiz kayıtlarının varlığı sayesinde mümkündür.
Ayrıca, Bursa’daki Latin Katolik Mezarlığı’nda aileye ait birkaç mezarın
bulunması, Falkeisenlerin muhtemelen Avusturya kökenli, İsviçre’de yerleşik
Latin Katolik bir aile olduğunu göstermektedir.

Marie Falkeisen’nin Bursa Piremir’deki Latin-Katolik
Mezarlığı kalıntısındaki taşı.
Aile yalnızca sanayi ve
ticaretle değil, sanatla da anılır. Bu yazı boyunca bize resimleriyle eşlik
eden Emanuel’in kardeşi Johann Jakob Falkeisen, hem onun iş dünyasını hem de
Bursa’nın o zamanki doğal güzelliğini resmetmiştir. Avrupa’da tanınmış bir
gravür ressamı olan Johann Jakob, 1804’te Basel’de doğmuş, Paris’te eğitim
aldıktan sonra Milano’da sanat çalışmalarına devam etmiştir. 1843 yılında
Atina, Bursa ve İstanbul’u kapsayan bir sanat gezisine çıkar. Bursa’ya
geldiğinde, kardeşinin o dönem Rus konsolosluğu olarak da kullanılan evi ile
Bursa kaplıcaları arasındaki bölgeyi konu alan, çoğu kara kalem üzerine sulu
boyayla renklendirmeli gravürler üretir.(5) Bu eserlerin bir kısmı
bugün Basel Arkeoloji Müzesi’nde, bir kısmı ise özel koleksiyonlarda
bulunmaktadır.

Albert Höflinger tarafından çizilmiş
Johann Jakob Falkeisen portresi, 1882, Basel Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu.
Bursa’nın İlk Markalı Şarabı: Vin d’Olympe
On dokuzuncu yüzyıl
ortalarında Bursa ve çevresindeki birçok gayrimüslim köyde şarap
üretiliyordu. Ancak yazının başında da vurguladığımız gibi, bu üretim büyük
ölçüde yerel tüketimle sınırlıydı. Hatta kimi zaman Bursa’nın kendi
ihtiyacını karşılamak için başka şehirlerden şarap ithal edilirdi. Rakı
üretimi de benzer biçimde, ithal edilen etil alkolün yerelde anasonla
karıştırılması esasına dayanıyordu. 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde, rakı
imalatı bütünüyle ithalata bağımlı hale gelmiş; kimi dönemlerde Rusya’dan,
kimi zaman da Avusturya’dan getirilen alkolle sürdürülmüştü.
Bu tabloyu değiştirme fikri,
yani yerelde kaliteli şarap üretip bir marka yaratma cesareti, ne bir
Ermeni, ne bir Rum, ne de bir Türk girişimciden gelmişti. Bu adımı atan,
yine Falkeisenler olmuştu.
Emanuel Falkeisen’in şarap
işine 1830’ların sonlarında girdiği tahmin edilir. Sanat tarihçisi Martina
Baleva, seyyah MacFarlane ’nin çağdaş gözlemlerine dayanarak Falkeisen’in
ipek işinin 1848 Devrimleri sonrasında batmasının ardından şarapçılığa
yöneldiğini öne sürse de, bu doğru görünmüyor. Çünkü Falkeisen’in şarap
faaliyetlerine çok daha önce başladığını dönemin seyahat kayıtları açıkça
gösteriyor. Örneğin 1849’da Bursa’ya gelen seyyah Charles James Monk,
Falkeisen’in aşağı yıkarı 8-9 yıldan beridir bu işi yapmaya devam ettiğinden
bahseder:
…Sur boyunca yaptığımız bir
yürüyüş bizi, son sekiz ya da dokuz yıldır Bursa’ya yerleşmiş olan Falkeisen
(metinde “Falkazin” olarak geçiyor) adında İsviçreli bir şarap tüccarının
mahzenlerine getirdi. Bu süre zarfında çevredeki bağcılığı geliştirmiş,
ziyaretimiz sırasında ise Olympos Dağı’nın (Uludağ’ın) kayalık yamaçlarına
oyulmuş uzun kemerli mahzenlerin sahibi konumundaydı. Bu mahzenlerde, Ren
Nehri kıyılarının meşhur hafif şaraplarıyla rahatlıkla boy ölçüşebilecek
kalitede epey miktarda şarap bulunuyordu.
Charles James Monk, The Golden Horn: And Sketches in Asia Minor,
Egypt, Syria, and the Hauraan, (London, R. Bentley, 1851): 51-52.(6)
Monk’un bu gözlemi,
Falkeisen’in 1840’ların ortalarına gelindiğinde Bağcılığı Bursa’da yeniden
canlandırdığını ve “Ren kıyılarının hafif şaraplarıyla boy ölçüşebilecek
kalitede” ürünler elde ettiğini doğruluyor. Üstelik, yalnızca üretim değil,
mahzen mimarisi açısından da Bursa’da bir yeniliğe öncülük etmişti:
“Uludağ’ın kayalık yamaçlarına oyulmuş, kemerli taş mahzenler” ifadesi,
kapsamlı bir organizasyonu ima ediyor.
Peki bu mahzen tam olarak
neredeydi? Monk’un anlatımından bunu kesin olarak çıkarmak zor. Ancak birkaç
tahmin yürütebiliriz. “Sur boyunca” yürüdüklerini söylemesi, Tophane
yamaçlarını, yani bugünkü Tophane/Haşim İşcan Parkı’nın yamaçlarının
altındaki da yer aldığı bölgeyi, işaret ediyor olmalı. Burası, 1875’te Rum
Okulu’nun inşa edildiği alanın hemen yanına denk gelir. Muhtemelen
Falkeisen’in ipek fabrikasına oldukça yakın bir noktadaydı. Yine de Emanuel
Falkeisen’in Bursa’nın farklı bölgelerinde birden fazla mahzene sahip
olduğunu da unutmamak gerekir.
Bu belirsizliği aydınlatan
ipuçlarından biri, Johann Jakob Falkeisen’in bir gravüründe karşımıza
çıkıyor. Doğrudan gözleme dayalı, gerçekçi üslubuyla tanınan ressamın
çiziminde, mahzenin Tophane yamaçlarındaki bir düzlükte, sırtını kayalıklara
vermiş gibi durduğu görülüyor. Bu da Falkeisen’in şarap mahzeninin, hem
Uludağ etekleriyle hem de sur hattıyla görsel bir bağlantı kuran, stratejik
ve estetik bir noktada yer aldığını düşündürüyor.
Kadehte Hayal Kırıklığı: Charles MacFarlane,
Bursa Şarapları ve Vin d’Olympe Notları

Johann Jakob Falkeisen, Falkeisen
kardeşlerin Hans Conrad ve Felix Robert von Muralt-Locher ile birlikte
Çekirge’deki kampı, 1848, Basel Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu
Bursa’da bağcılığın o dönemde Avrupalı gözlemciler için oldukça ilkel
yöntemlerle yapıldığından söz etmiştik. Ancak Falkeisen’i bu yazı boyunca
Bursa’da şarapçılığı modernleştiren öncü bir tüccar olarak ele alırken,
1847’de kente gelen İngiliz seyyah Charles MacFarlane bambaşka bir tablo
çizer. Ona göre “Vin d’Olympe” tam bir hayal kırıklığıdır. MacFarlane,
Falkeisen’in “yüksek perdeden isimler ve şık şişelerle” aslında zayıf bir
ürünü parlatmaya çalıştığını, yani adeta bir etiket oyunu oynadığını ima
eder.
Bu yargı yalnızca damak tadına
değil, dönemin ticari rekabetine de dayanıyor gibidir. Çünkü MacFarlane ve
onun parçası olduğu Anglo-Sakson ticaret çevreleri—Zohrab ailesi, İngiliz
konsolosu Sandison ve birkaç İngiliz tüccar—Bursa’daki ekonomik ağlarını
koruma peşindeydi. Falkeisen ise bu ağların dışında, kendi sermayesi ve
bağlantılarıyla hareket eden bir İsviçreliydi. Dolayısıyla “Vin d’Olympe”
markasına yöneltilen eleştiriler, bir anlamda ticaretin vitrininde yaşanan
bir prestij savaşının da yansımasıydı.
MacFarlane’in satır aralarında
sezilen asıl rahatsızlık, Falkeisen’in “yerel üretimi Avrupai bir kimlikle
pazarlama” girişimiydi. Şarabın kalitesinden çok markasıyla fark yaratmaya
çalışan bu strateji, Osmanlı’daki erken dönem marka bilincinin de ilginç
örneklerinden birini oluşturmuştu. O halde buyrun, MacFarlane’in
gözlemlerine kulak verelim:
…Asmalar budanmış olsa da,
yeterince kesilmemiştir; ayrıca çok yaşlanmalarına ve birbirlerine
fazlasıyla yakın büyümelerine izin verilmektedir. Fidan dikimi ve
yenilenmesi konusunda da çok az özen gösterilmektedir. Halk, miktarın
peşindedir ama bunu elde etmenin doğru yollarını bilmemektedir. Kaliteye ise
neredeyse hiç önem verilmez. Napoli’de elliden fazla üzüm çeşidi sayılırken,
burada beş çeşitten fazlasını görmek mümkün değildir; hatta yaygın olarak
yalnızca üç çeşit tüketilmektedir, gerçi bize yaklaşık on iki çeşit
bulunduğu söylendi.
Devletin fiyatlar üzerindeki
saçma düzenlemeleri ve müdahaleleri, iyileştirme yönündeki her türlü
girişimi engellemektedir. Olympos yamaçlarında ve ovanın karşı tarafındaki
Katerlee Dağları’nda yapılan şaraplar da özensiz bir biçimde üretilmektedir.
Bursa şarabı beyaz, ekşi ve baş döndürücüdür. Aslında çok iyi yapılabilir,
hatta kimi zaman özel bir kişi kendi ailesi için üretim yaptığında mükemmel
şaraplar ortaya çıkmıştır. Sevgili dostum Konstantin Zobrab her yıl küçük
miktarda şarap üretirdi; şarabı olağanüstü olurdu ve yıllandıkça daha da
güzelleşirdi. Fakat onun ölümünden benim Türkiye’ye dönüşüme kadar geçen
sürede, son şişesi bile içilmişti.
Büyük ipek fabrikasına sahip
olan Falkeisen firması, valinin açık onayıyla birçok şeyi tekelinde
toplayarak her türlü işte spekülasyon yapardı; şarapta da aynı şekilde
spekülasyona girişmişlerdi. Görünüşe bakılırsa, her şeyi yüksek perdeden bir
isimle ve şişelerinin şekliyle pazarlamaya çalışıyorlardı. Şaraplarına “Vin
d’Olympe” (Olympos Şarabı) adını vermişler ve uzun boyunlu Ren şişelerine
doldurmuşlardı. Demirtaş’ta yapılan şaraplar da genellikle tatlı ve
değersizdi; fakat bazıları Burgonya şarapları kadar iyiydi. Demirtaş’ın
arkasındaki yamaçlarda, Filedar’ın eteklerindeki yokuşlarda ve daha yirmi
kadar yerde, güneşli bağlar ve son derece elverişli topraklar bulunmaktaydı;
bunlar, ünlü Côte d’Or ya da Côte Rôtie bölgelerindeki şaraplara denk
kalitede ürünler verebilecek nitelikteydi. Falkeisen’in bize içirdiği
şarapsa, burada kullanılan beyaz şarapların en kötüsüydü. Sinir ve mideye
zarar veren, kötü imal edilmiş berbat bir sıvıydı.
Bursa’da Bir İntihar:
Falkeisen’in Müdürü’nün Melankolisi
İnsanın doğduğu topraklardan
uzakta yaşaması, herkesin kaldırabileceği bir değişim değildir, hele ki
mesafelerin günler, hatta aylar sürdüğü bir çağda… Bursa’daki Avrupa
kolonisi, çoğu zaman ticari hırsların, yalnızlığın ve uyumsuzluğun iç içe
geçtiği bir dünyaydı. MacFarlane, Vin d’Olympe’nin müdürlüğünü yapan bir
Avrupalı’nın da bu baskıya daha fazla dayanamadığını yazar:
Bir zamanlar şarap bölümü,
Fransa ve Almanya’da iyi bir deneyime sahip olduğu söylenen bir İsviçreli
tarafından yönetilmekteydi; ancak bu zavallı İsviçreli Bursa’da melankoliye
kapılmış, bir akşam önce boğazını kesmiş, sonra da kendini Olympos Dağı’nın
bir yamacından aşağı atmıştı.
Bu trajik olay, dönemin
Bursa’sındaki Avrupalı koloniler arasında büyük yankı uyandırmıştı. Olayı
doğrulayan başka kaynaklar da vardır. Bursa İngiliz Konsolosu Donald
Sandison, 8 Ekim 1845 tarihli raporunda bu intihardan şöyle söz eder:
Bay Puhl adında, Avusturya
tebaasından olduğu söylenen bir kimse, Bay Falkeisen’in kurduğu büyük Şarap
İmalathanesi’nin ortaklarından biri olarak görev yapıyormuş; birkaç gün önce
intihar etti. Bu olay çeşitli söylentilere yol açtı ve nedenine dair farklı
yorumlar ortaya çıktı.(7)
Öte yandan Puhl’un intiharı sırasında şaraphaneyi de
yaktığı bildirilir.
Bursa’daki Şarap ve Rakı
Üretiminin Görsel Hafızası
J. J. Falkeisen’in çizimleri
yalnızca manzara ya da mimari tasvirlerden ibaret değildir; kardeşinin
üretim sürecini de adeta belgesel bir titizlikle kayda geçirmiştir.
Gravürlerinde, şarap mahzenlerinin yanı sıra rakı üretiminin de yapıldığına
işaret eden ayrıntılar görülür. Damıtma işlemi için kullanılan alevli
ocaklar, körükler, fıçılar ve imbikler, atölyedeki yoğun üretim atmosferini
ele verir.

Bir başka sahnede, üzümleri
ayaklarıyla ezen işçileri görürüz. Yukarıdan sarkan iplerden tutunarak ezme
işlemini yapan bu figürler, dönemin şarap üretim pratiğini neredeyse sahne
sahne gözler önüne serer. Falkeisen’in bu betimlemeleri, 19. yüzyıl ortası
Bursa’sında endüstri ile el emeğinin nasıl iç içe geçtiğini gösterir.
Ancak J. J. Falkeisen, döneminin
oryantalist estetiklerinden tümüyle uzak kalamamıştır. Gravürlerinin bir
köşesinde nargilesini tüttüren Osmanlı erkekleri, yerel halkın “egzotik” bir
dekor unsuru gibi sunulmasına hizmet eder. Bu sahnelerde hem gözlemci bir
gerçekçilik hem de Avrupa seyircisinin beklediği “Doğu imgesi” yan yana
durur.
Falkeisen ailesinin bu şarap
hikâyesi, yalnızca Bursa’da değil, Avrupa’da da karşılık buldu. 1855 Paris
Uluslararası Sergisi’nde Emanuel Falkeisen, Osmanlı pavyonunda Vin d’Olympe
markasıyla şaraplarını tanıttı ve madalya ile ödüllendirildi.(8) Bu
başarı, hem Osmanlı üreticileri arasında “marka” fikrinin ilk örneklerinden
biri olması bakımından hem de Bursa’nın içki sanayi tarihine yeni bir sayfa
eklemesi açısından dikkate değerdir.

Osmanlıca Hat sanatıyla “Burusa Falkayzın Şarap
Mağazası” yazılı etiket. Alındığı Kaynak:Martina Baleva, asıl Kaynak:
Kunstmuseum Basel env. No: Z.835.1 Fotoğraf: Jonas Haenggi.
Keşiş Dağı Şarapları’nın
Yankıları…
İlerleyen yıllarda
Falkeisen’in faaliyetlerinin ne ölçüde devam ettiği konusunda elimizde
sınırlı bilgi var. Ancak 1869’daki ölümüne kadar işlerinin büyük ölçüde sona
erdiğini düşünebiliriz. 1880’lerde ise, aynı soyadını taşıyan Robert
Falkeisen’in Avusturya’nın Bursa fahri konsolosu olarak görev yaptığını
görüyoruz. Bu, oğlu Oskar’ın ikinci adı Robert olabileceği gibi, ailenin
başka bir üyesinin Bursa’ya gelip işleri devralmış olabileceğini de
düşündürüyor.
Falkeisen’in şarapçılık
mirası, kendi adı unutulsa da, izlerini uzun süre sürdürdü. 19. yüzyılın
sonlarına gelindiğinde, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Meclisi’nde
şarap üretimi, taşımacılığı ve ihracatı üzerine tartışmalar yürütülüyordu.
1894 tarihli bir meclis oturumunda ise, Avusturya’ya gönderilen Osmanlı
malları arasında en çok ilgi gören ürünün şarap olduğu kaydedilmişti.(9)
Bu bilgiler, Falkeisen’in yıllar önce Avusturya ve Rusya gibi pazarlara
ulaştırdığı Vin d’Olympe şaraplarının hafızalarda iz bıraktığını
düşündürüyor. Görünen o ki, Keşiş Dağı eteklerinde üretilen o şarapların
tadı, Falkeisen adı unutulduktan sonra bile damaklarda yaşamaya devam
etmişti.
Bursa’da Bağcılık ve
Şarapçılık Neden Bitti ?
Ancak kısa süre sonra Bursa
bağlarını yok edecek bir felaket baş gösterdi: filoksera (Phylloxera
vastatrix). 19. yüzyılda Avrupa’yı ve ardından Osmanlı bağlarını istila eden
bu mikroskobik asma zararlısı, özellikle Fransa’da bağcılığı çökertmişti.
Avrupa’daki üzüm ve şarap açığı, gözleri Ege’ye çevirmiş, İzmir ve Aydın
bağları 1850’lerden itibaren büyümüştü. Amerikan İç Savaşı nedeniyle pamuk
kıtlığı yaşanınca üreticiler bağcılığa yönelmiş, sultaniye üzümü Osmanlı’nın
ihracat yıldızına dönüştürülmüştü. Ancak bu tatlı rüya, filoksera ile kâbusa
dönüştü. İstanbul’da 1885’te tespit edilen salgın, önce Erenköy ve
Kadıköy’deki bağları vurdu, ardından 20. yüzyıl başlarında İzmir ve Kocaeli
üzerinden Bursa bağlarına ulaştı. Şehir çevresindeki bağlar hızla yok
olurken, yerel şarap üretimi neredeyse tamamen durdu. Böylece Bursa, 19.
yüzyıl ortalarındaki canlı şarap kültürünü büyük ölçüde kaybetti ve şarap
tüketimi ithalata bağımlı hâle geldi. Osmanlı Devleti, Avrupa’daki örnekleri
takip ederek yasalar çıkarmış; ithalat kısıtlamaları, zararlı tespitinde
ihbar zorunluluğu ve tazminat düzenlemeleriyle salgına karşı önlem almaya
çalışmıştı.(10)
1922 sonrası Gayrimüslim
nüfusun kentten ayrılması da şarap kültürünün unutulması sürecini
hızlandırdı. Özellikle Rumların yaşadığı Filedar (Gündoğdu) ve Demirtaş gibi
şarap üretim merkezleri çöktü. Misi ise, Müslümanların da şarap ürettiği bir
merkez olarak uzun süre ayakta kalmayı başardı; ama o da son direnen
şarapçılık merkezi olarak tarihe geçti.(11) Bugün Bursa’da neredeyse
hiçbir şarap üretimi yok. Bu gidişle, bırakın bağcılık yapacak bir çiftçiyi,
meyve yetiştirecek alanlar bile zor görünüyor. Falkeisen’in 19. yüzyıldaki
girişimci ruhu ve şarapçılık denemeleri, Bursa tarihinin kısa ama parlak bir
döneminin hatırası olarak hâlâ hafızalarda yer ediyor.
Notlar
1 Cumali Bozpınar, “A Typological Study in the Light of
British and Ottoman Archival Documents: Emanuel Falkeisen.” Middle Eastern
Studies. 2025.
2 Yiğit Topkaya, Seidener Handel: Basel und das
Osmanische Reich im 19. Jahrhundert, Christoph Merian Verlag, 2023.
3 Charles Mac Farlane, Turkey and Its Destiny: The
Result of Journeys Made in 1847 and 1848 to Examine into the State of that
Country I, (Philadelphia: T. K. and P. G. Collins, 1850).
4 Bozpınar, a.g.m.
5 Martina Baleva, “Seidennetzwerke Textile
Verflechtungen zwischen Basel dem Balkan und Bursa,” Basler Zeitschrift für
Geschichte und Altertumskunde no. 120, 2020: 102-133.
6 Seyahatnamedeki ayrıntıya dikkat etmemi sağlayan
Furkan Arslan’a Teşekkürler.
7 FO 195/208, 8 October 1845, pp.734–35. (Belgeyi
gösteren Cumali Bozpınar’a teşekkürler.)
8 Rıfat Önsoy, Tanzimat dönemi Osmanlı sanayii ve
sanayileşme politikası, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1988.
9 Bursa Ticaret ve Sanayi Odası İlk Karar Defteri
1889-1904(yay. haz. Raif Kaplanoğlu), BTSO Yayınları, 2009.
10 Samuel Dolbee. “The Sick Vines of Europe: Raisins,
Phylloxera, and the Politics of Place in the Late Ottoman Aegean.”
Comparative Studies in Society and History 67, no. 2 (2025): 349–76
11 Ekrem Hayri Peker, Bursa’nın Meyhaneleri
Şaraphaneleri, Ekin Kitabevi, 2023
|