Yılmaz Akkılıç İle Söyleşi -2



Yılmaz Akkılıç İle Söyleşi -1

Bursa'nın Kültür İnsanları

Bursa'nın Simgeleşmiş Kişileri

 

 

                         

                                                        Söyleşen: Yüksel Baysal - Nisan 2007


    1971’deki başarısız darbe girişimi kadrolarında binbaşı rütbesiyle görev alan Yılmaz Akkılıç, Türkiye’nin geçmişte ve günümüzde karşı karşıya kaldığı kritik günleri anlattı:

Siz bizim gazeteci Yılmaz ağabeyimizsiniz ama biliyorsunuz ki, sizin bir askerlik geçmişiniz de var. Bize geçmişinizden söz eder misiniz.
Erzincan Kemahlı bir baba ile Rodoslu bir annenin çocuğuyum. Babam asker olduğu için ülkenin hemen her yerine dolaştık. 1945 yılında albay rütbesi ile Siverek’te iken emekliye ayrıldı. Bursa’ya geldik. Ortaokul ve liseyi Bursa’da okudum. Bursa Erkek Lisesi’nin son sınıfından Işıklar Askeri Lisesi’ne geçtim. Burayı bitirdikten sonra Ankara’da Harp Okulu’ndan süvari subayı olarak mezun oldum. İstanbul’da Binicilik Okulu’nda subay temel kursunu bitirince ilk görev yerim Ağrı Karaköse oldu. Sonra birçok yerde bulundum. 1971 yılına kadar silahlı kuvvetlerde görev yaptım. Binbaşı rütbesindeyken istifa ederek ayrıldım.
1960 ihtilali öncesinde ordudaydınız. İhtilalcilerle ilişkiniz var mıydı?
Vardı.
Kime bağlı çalışıyordunuz?
O zaman üsteğmendim. Benim bağlı olduğum ekibin başı Vehbi Ersü idi. Onun dışında birçok kişiyle temasımız oldu. Fethi Gürcan, Nusret Kocabey filan…
Niye darbe yapmaya kalkıştınız?
Bize askeri okulda bir şey öğrettiler: Türk güçlüdür, bağımsızdır. Kışlaya gittiğimiz zaman gördük ki, kaşık Amerikan, çatal Amerikan, fotin Amerikan, eyer İngiliz ve Amerikan, giyim kuşam Amerikan, hatta nal mıhı bile Amerikan…
Bağımsızlığın elden gittiğini düşündünüz yani…
Evet. Bu çok ağır geldi bize. Bu hallere niye düştük biz? Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar da, bir ihtilali nasıl körüklemek lazımsa, hepsini yaptılar. Bayar elinde DP bastonuyla dolaşırdı.
Darbe yapmak için yeterli gerekçe var diye mi düşünüyordunuz?
Elbette. DP’nin iktidara gelince yaptığı ilk iş nedir? Ezanı Arapçalaştırmak. Biz Atatürk’ü çok içimize sindirmiş bir kuşağız. DP döneminde Pilavoğlu Tarikatı diye bir tarikat türedi. Atatürk heykellerine saldırıyorlardı.
Ama DP Atatürk’ü koruma kanunu getirdi?
“Atatürk’ü sevmek de milli bir ibadettir” diyen de Celal Bayar. O konuşmalara bakmayalım. Sonraları bir görüşmemizde eski Bursa emniyet müdürlerinden ve sonra senatör rahmetli Şebib Karamullaoğlu, DP iktidarının sonlarına yakın, Bursa’da özel yemeklerdeki konuşmaları anlatmıştı bana. Pek öyle değil.
Bugün dönüp baktığımızda darbeciler arasında olmaktan pişmanlık duyuyor musunuz?
Hayır. O darbe kaçınılmazdı. Siz bilemezsiniz, Demokrat Parti döneminde gazeteler kazınmış olarak çıkıyordu. 6-7 Eylül olaylarını unutmayın. İnönü’nün gezilerinin anlatılması yasaktı. Ülkenin milli kahramanı ülkede gezemiyordu. Örneğin İnönü’nün Bursa’ya sağlıcakla gelmesini sağlayan emniyet müdürü ve sonra CHP senatörü olacak Şebip Karamullaoğlu’dur. Yoksa Mudanya üzerinden gelen İnönü’nün kafilesini, o sıralar DP’nin kalesi olan Merinos’ta basacaklardı. Bir ülkede toplumsal değişmenin iki yönü vardır. Bazı ülkelerde değişim zorla yapılır. Bazı ülkelerde ise alttan gelen bilinçle meydana gelir. Az gelişmiş ülkelerde değişimi yapanlar hiçbir zaman çoğunlukta değildirler. Devrim odur. Çoğunluğa rağmen, çoğunluğun çıkarı için müdahale etmek. Mustafa Kemal’in müdahalesi de odur.
Ama bu düşünce bütün darbeleri meşru kılmaz mı?
Elbette hayır.
Ya bugün?
Bugünkü şartlarda demokratik bir iyileşmeye gidilebileceğini zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. 1960 ihtilali öncesinde unutamadığım bir olay var. Kore’de diktatör Sihgman Rhee yönetimine karşı öğrenciler ayaklanmıştı ve sonuçta devrildi o diktatör. İnönü, bu olay üzerine Meclis’te “Türk milleti Kore milletinden daha haysiyetsiz değildir” demişti. O günden bu yana baktığınızda Kore’nin, sanayisini geliştirmiş bir ülke olduğunu, Türkiye’ninse açlıkla boğuştuğunu görüyorsunuz.
1960 ihtilali sırasında neredeydiniz?
Bursa’daydım. Bir olay olmuştu, izliyorlardı. Bana izin verdiler kayboldum. İhtilal olunca otobüse bindim Ankara’ya gittim.
Yön hareketi ile ilginiz var mıydı?
Hayır yoktu ama İlhami Soysal’ı, Doğan Avcıoğlu’nu Bursa’dan tanıyordum. Avcıoğulları Atatürk İlköğretim Okulu'nun bulunduğu, Hocaalizade Mahallesi'nde oturuyorlardı. Yön ve Devrim dergilerini, özellikle Türkiye’nin Düzeni’ni dikkatle okuyorduk, okudum.


AİLEDEN ASKER
Askerliği babanızdan dolayı mı seçtiniz?
Evet, ben askeri bir ortamda yetiştim. Benim eşimin babası da askerdi.
Ondan dolayı mı tanıştınız?
Üç yaşından beri tanışıyoruz eşimle.
Babanız, Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında karşılaştırma yapar mıydı?
Şöyle derdi: “Enver kahraman bir insandı; Mustafa Kemal akıllı.”
Babanızın emekli olunca Bursa’ya yerleşmesinin özel bir nedeni var mıydı?
Babamın eski arkadaşları Bursa’daydı. Ben küçükken, babamla annemin Bursa’ya kaplıcaya geldiklerini anımsıyorum. O zamanki Bursa bir emekli kentiydi zaten.
İlk gelişinizi hatırlıyor musunuz?
Bursa’ya ilk gelişimi hatırlıyorum tabii. On iki yaşındaydım. Siverek’ten Diyarbakır’a, oradan trenle Bursa’nın istasyonu olarak kabul edilen Bilecik Karaköy’e indik. Karaköy’de bir gece kaldık. Ertesi gün Kamil Koç’un 153 numaralı Ford otobüsü ile Bursa’ya geldik. Bir temmuz günüydü. Yol o zaman Aksu üzerindendi. Kestel tepesini dönüp, yemyeşil ovaya inince, önce iki minare, sonra da bir büyük bina gördük. Büyük bina askeri liseydi, iki minare de Yıldırım Camii. Yeşilliği anlatmak mümkün değil. Şimdiki Sönmez İş Sarayı’nın altında Ulus Otel vardı. O zamanlar caddeler cilalı gibi parke taşı döşeliydi. Ara sokaklar Arnavut kaldırımıydı. Pencereden ilk kez bakıyorum, Heykel’de o zaman benim hiç görmediğim bir araç geçti. Altı vişne çürüğü boyalı, üstü bej belediye otobüsü. Belediye otobüsü sayısı dokuzdu.
Bursa’ya geldiğinizde ne yaptınız?
Kitapçılık yaptım. Altı sayı Yeni Dönem Dergisini çıkardım. O sıralarda iki mektup geldi dergiye. Biri Ankara’dan ötekisi de Muğla’dan. Fakat Muğla’dan gelen mektubun içinde Ankara’dan gelen mektubu, Ankara’dan gelen mektubun içine de Muğla’dan gelen mektubu koymuşlar. Anlaşıldı ki, mektupları açıp okuyorlardı.
Dergiye kimler yazıyordu?
Doğan Avcıoğlu, Celil Gürkan, Vedii Bilget, Uluç Gürkan, Altan Öymen, Erol Toy, Mahmut Tali Öngören, Osman Nuri Koçtürk…

SİYASAL YAŞAM
Siyasal yaşama atılmanız nasıl oldu?
Çeşitli kişiler teklif yaptılar bana, ama önce bir aklanalım dedim. Aklandıktan sonra Ali Arabacı, Yahya Şimşek beni CHP’ye çağırdılar. 26 Mayıs 1975’te üyeliğim kesinleşti. Sonra bir muhalefet hareketi başlattık. Dükkana gelen gidenler zaten bizi tanıyorlardı, önderlik etmemi istediler. 3 Ekim 1976’da yapılan kongrede il başkanı seçildim.
Bunca askeri darbe girişiminin ardından ilk kez demokratik yoldan bir söz sahibi oldunuz yani.
Üstelik o kongrede bir bildiri dağıttılar. Bu adam kültür sarayını yakmıştır, Eminönü arabalı vapurunu batırmıştır filan. Kongre başkanı Saffet Ural Paşa çok bozulmuştu bu iftiralara. İşe bakın ki, önümüzde Yenişehir delegeleri oturuyordu, içlerinden biri beni tanımıyor, yanındaki arkadaşına “Yahu bu adam bunları yapmışsa, t… adamdır, oyumuzu buna verelim” dedi. Dağıtılan o kağıtlar bana oy kazandırdı yani.
1977 yılında belediye başkan adayı oldunuz ama ön seçimi kaybettiniz. Bunun nedeni nedir?
Delege seçimleri yapılmamıştı. Eski delegelerle gittik seçime. 

 (Buraya bir parantez açıp Akkılıç'ın belediye başkan adaylığını Erhan Sevimli'den dinleyelim:

    1977 genel seçiminden sonra yerel seçim yapılacaktı ve biz CHP örgütü Bursa’da belediyeyi kazanabileceğimize inanıyorduk. Arkadaş gruplarında "kim aday olmalı” değerlendirmeleri yapıldı. Bizim yenilikçi grupta inşaat mühendisi arkadaşımız Necmettin Turan’ı aday gösterme eğilimi ağır basıyordu. Yılmaz Akkılıç il başkanı seçilirken, biz hiç istişare dahi etmeden, “ben başka hiçbir göreve aday olmayacağım” demesine karşılık, “belediye başkanlığına ben aday olacağım” diye ortaya çıktı. İyi, güzel, Yılmaz Ağabey'in vasıfları çok, değişik bir yapısı var, ama Yılmaz Ağabey Bursa kamuoyundan destek alabilir mi? Genel eğilim Yılmaz Ağabey'in il başkanı olarak başarılı ve parti üyelerinin tam desteğine sahip olsa bile belediye başkanlığı için doğru aday olmayacağı yönündeydi. Bu yüzden aday adaylığını arkadaşlar büyük bir endişeyle karşıladılar. Dediler ki: “Yılmaz Ağabey, sen bu Bursa’nın yapısına sert gelirsin, yani bu seçimi alacaksak halkın benimseyeceği yapıdaki bir adayla çıkalım”. Fakat etrafındaki kraldan çok kralcılar bizi ayrı düşürdü.

   Arkadaşlar verdikleri kararda dediler ki: Bu işe en uygun aday inşaat mühendisi Necmettin Turan’dır. Fakat Yılmaz Ağabey'den çekindiğinden midir bilinmez, Necmettin Turan aday olmayacağını açıkladı. Çok sert tartışmalarımız oldu ama Yılmaz Ağabey adaylıktan vazgeçmedi. Bunun üzerine ön seçim yapıldı. Gelenekçiler aday olarak Mustafa Eroğlu’nu çıkardılar. Yüksek katılımlı ön seçimde Akkılıç’ın 110 oyuna karşılık Eroğlu 140 oy ile kazandı ve CHP Bursa belediye başkan adayı oldu.

    Bu sonuç Yenilikçi kanatta, yakın arkadaşlarım arasında hayal kırıklığı ve küskünlüklere sebep olduysa da hep beraber Mustafa Eroğlu’nun kazanması için büyük bir gayretle çalıştık. Bunun sonucunda Eroğlu başkanlığı beş bin oy farkla kazandı. Bu tavrımız bence isabetliydi. Akkılıç’ın adaylığında gitseydik seçimi alamayabilirdik. Çünkü Bursa’da göçmen kitlesi ağırlıkta. Necmettin Turan da göçmen kökenliydi, Mustafa Eroğlu da.

     Yılmaz Ağabey çok dolu, birikimli, fırtına gibi bir insandı. Fakat bu fırtına zaman zaman ters estiği, zaman zaman da çok sert estiği için bin bir çiçekli bir bahçeyi de tarumar edebilirdi. Gelişmeler hakkında karar verirken çok tartışmalı günlerimiz oldu. (Erhan Sevimli, Koca Kafa, Bilge Başkuş yayınları, 2022, sayfa 260 ve devamı)


O yıllarda Ecevit’le muhatap oldunuz mu?
Tabii… Ankara'da il başkanları toplantısında kurultay başkanlığı için Ecevit bir şeyler söylemişti. Ben kalktım, “burada seçim yapalım” dedim. Bülent Bey, “toplantı burada bitmiştir” dedi ve kalkıp gitti. Ben de inadına, Ertuğrul Günay’ı destekleyeceğiz, dedim. Ertuğrul Günay da Deniz Baykal’ın adayı. Ondan sonra Ecevit’le yıldızımız hiç barışmamıştır. 1977 seçimlerinde başarı sağladık, yerel yönetimi aldık. Altan Öymen genel sekreter yardımcısı olarak aradı, “genel başkan sizin orada bir devrim yaptığınızı söylüyor” dedi. Ben de “sayın genel başkan kendisi niye aramıyor?” dedim. Neyse, hükümet kuruldu. Her yerden heyet gidiyor. Biz de tebrik etmeye gittik Ankara’ya Bülent Bey beni görünce sanırım hoşlanmadı.

TARİH ÇALIŞMALARI
Tarih çalışmaları nasıl başladı?
12 Eylül sürecinde yapacak iş olmayınca, kendimi esasen meraklı olduğum tarih çalışmalarına verdim. Saruhan Ayber ile iyi bir dostluğumuz vardı. Bursa Hakimiyet’e rakip gazetenin çıkması söz konusu olunca, bir yenilik yapmak istedi. Ben o zaman arada bir yazılar yazıyordum. Saruhan Bey bir gün telefon etti, gazeteye çağırdı. Gittim, bana Bursa Ansiklopedisi projesinden söz etti. Yapabilir misin dedi. Kabul ettim.
Ansiklopedi hazırlamak zor olmadı mı?
Zor oldu tabii. Çeşitli kişilerle görüştüm, kaynakları taradım. Ankara’ya birkaç kez gittim. Kapsamlı bir şey oldu. O böyle olacağını beklemiyordu; daha basit bir şey bekliyordu.
Çok önemli bir hizmetti. Saruhan Ayber’e çok teşekkür etmek lazım. Ansiklopediden sonra Bursa’nın Kurtuluş Savaşı tarihi üzerine çalışmaya başlamanız nasıl oldu peki?
Asker olduğum için elimde bilgelerim vardı. Sonra dokuz yıllık bir çalışma dönemine girdim, derledim, toparladım, ortaya çıktı.
Nazım Hikmet'le ilgili bir çalışmanız oldu mu?
Hayır onunla ilgili bildiğim tek şey, cezaevi şoförü olan dayımın Nazım Hikmet’i cezaevinden zaman zaman çarşıya götürdüğü. Evde söz ederdi.
Ya Aziz Nesin?
Onunla ilgili rahmetli hocam Mehmet Ertan’ın başına gelmiş bir olay vardır. Mehmet Ağabey Erkek Lisesi'nde öğretmendi. Solcu yanları vardı ama bence sosyalist değildi. Bir gün bir konferans dinlemeye Tayyare Sinemasına gitmiş, arka sıralarda oturuyor. Yanına kısa boylu, topluca, pardösülü bir adam oturuyor. Işık loş. Bir ara bu kişi, bir kağıt çıkarmış; Mehmet Ertan’a kaleminiz var mı diye sormuş. Mehmet Ağabey de kalemini vermiş. Toplantı bitip de dışarı çıktığında daha 15-20 adım atmış ki, iki sivil polis yanına gelmiş, buyur emniyete gideceğiz demişler. Emniyette sen nerden tanıyorsun bu adamı diye sormuşlar. Mehmet Ağabey tanımadığını söylemiş. İşte Mehmet Ağabeyin tanımadığı o adam Aziz Nesin'miş.


Teşekkürler Yılmaz Abi, anılarınızı ve birikimlerinizi bizimle paylaştığınız için.