ULUDAĞ YILLARIM (1932-1940)

Cennet Uludağ

Hasretlik Bursa

 

                                                                                                Şemsi Şaktimur

    Türkiye’de ilk defa Bursa’da 1932 yılında Dağcılık kulübü kuruluyor ve Avrupa’dan komple kayak, ayakkabı ve elbise getiriliyor. Ertesi yıl bu malzeme örnek alınarak yerli ayakkabı ve diğer gerekli eşya Bursa’da yapılıyor.

    Ben 1933 yılında Bursa Lisesi 9. sınıfta okuyordum. İlk defa kayakçıların toplandığı Dağcılık Kulübünde onları görmüş ve bembeyaz karların üzerinde nasıl kaydıklarını merak etmiştim. Sınıf arkadaşım Enver Namar da bu kulübün üyesi idi. Onların otobüse binerek dağa çıkışlarını seyreder ve aralarına nasıl katılacağımı düşünürdüm. Kayak malzemesi ve kıyafetinin oldukça pahalıya mal olacağını düşünerek, dar gelirli bir ailenin çocuğu olmanın acısını anlamıştım. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz derler, çok doğrudur. Hemen mahalle arkadaşımı kandırarak, bir torbanın içine ekmek, peynir, zeytin ve helva koyarak ve ellerimize birer sopa alarak, doğru Temenyeri, Çağlayan, su deposu üzerinden Elma Çukuru köyü istikametinden Uludağ’a tırmanmaya koyulduk. Tabii evdekilere haber vermeden yaptık bu işi. Zira söyleseydik, derhal engel olacaklarından korkmuştuk. Elma Çukuru köylülerinin odun yüklü katırlarla şehre inip çıktıkları dar ve engebeli patika yolu takip ediyor, yolda rastladığımız katırcılara Karabelen’ e ne kadar zaman kaldığını sora sora ilerliyorduk. Katırlara odun yüklemiş köylüler bizimle konuşarak “bre sadıcım hadi biz ekmek parası kazanmak için kış kıyamette bu işi yapıyoruz. Sizin ne zorunuz var, hükümet işimi yoksa askerlik görevimi” diyorlar, verdiğimiz cevabı hayretle karşılıyorlardı. Bizim bu işi zevk için eğlenmek için, daha doğrusu spor yapmak için bu eziyetli ve tehlikeli duruma katlandığımıza bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Bu sporun verdiği nasıl bir aşk ve heves idi ki, bizi yolumuzdan döndüremeyecekti. Birkaç defa mola verip azığımızı yedikten sonra tekrar ilerliyorduk. Ayağımızdaki fotin lastik vıcık vıcık kar suyu içinde kaldığından, bir hayli üşüyorduk.
    Uzun saatlerden sonra Karabelen yaylasına varmıştık. Fundalıklar arasındaki patika yoldan yürürken bir anda kulaklarımıza gülüşlü, çığlıklı sesler gelmeye başladı ve o zaman bu insanların kayakçılar olabileceğini düşünmüştük. Nitekim yaylaya çıkınca kalabalık bir grubun hafif meyilde nasıl kaydıklarını görmüştük. Biz kıyafetimizden utandığımız için onlara görünmeden Jandarma Karakoluna girdik. Birde baktık ki, birkaç kayakçı sobanın başında oturmuş dinleniyorlardı. Mecburen içeri girip bize sorulan sorulara muhatap olduk ve bu spora elverişli olmayan üstümüzü, bilhassa üşüyen ayaklarımızı ısıtıp kuruttuk. Burada kayak sporuna hizmeti bulunanların başında gelen bir bekçiden, Süleyman’dan söz etmeden geçemeyeceğim. Bu fedakar, yardım seven dağ köylüsü, kayakçılara tipili ve sisli havalarda yol gösterir, Kirazlıyayla ve oteller yöresine erzak ve çeşitli eşya taşır, kayakçıların önüne geçer onları Koca Ahmet kestirmesinden ve kendi buluşu olan orman içi kestirmelerden büyük otele götürürdü. O zaman sadece Büyük otel vardı ve başka hiçbir bina yoktu. Birkaç kış sonrası bu kahraman ve fedakâr Süleyman orman içinde müthiş bir tipiye tutulmuş, üstündeki eşyaları, ağırlıkları, ayakkabı ve çorabına varıncaya kadar soyunmuş ve fakat tipi ile birlikte bastıran sis içinde dönüp dolaşarak yolunu bulamamış ve orada soğuktan donup kalmış. Hava açtıktan sonra aramaya çıkanlar onun donmuş cesedini bulmuşlar. Süleyman’a ait geniş bir bilgi Bursa Dağcılık Kulübünün arşivinde mevcuttur.
    Hatta onun anısına hürmeten bir de abide dikilmişti. Büyük otel ve sonradan açılan kayak evinin salon duvarlarına onun anısı yazılı levhalar konulmuştu. Ne yazık ki, yeni otel işletmecileri bu levhaları kaldırmışlar, Dağcılık kulübü de sahip çıkmayınca Süleyman’ın anısı da unutulup gitmiş. Kayak sporunun tarihçesine geçen bu kahraman ve fedakâr insanın ruhu şad olsun ve mekanı cennet olsun, Şehit Süleyman!.. Süleyman bizim nasıl bir hevesle oraya gelmiş olduğumuzu anlamıştı. Beni dışarı aldı, yerde duran bir çift kayağı göstererek, “bunları tak ayağına bağla” dedi. Kapı menteşesinden ibaret olan fiksasyonlara fotin lastiğin burnunu sokup kayışla üstünden ve arkasından toka ile bağladım. Elime iki kızılcık değneği vererek, adımlarını şöyle atarak yürü ve meyil gelince dizlerinin üstünde eğilerek vücudunu öne ver, ileriye bak diyerek arkamdan hafifçe itti ve ben kayıverdim. Sonra pat diye arkama düştüm, geldi beni kaldırdı, öne doğru eğil devam et ve düştükten sonra kalkmasını öğren, diye tekrarladı ve içeri girdi. Ben işte kayaklarla ilk defa böylece tanışmış oldum. Kayakçılardan uzakta bir meyilde düşe kalka ter içinde yarım saat kadar kaydım ve sonra bu işi arkadaşıma devrettim. Dönüşte otobüste yer olmasına rağmen ve bizi ısrarla aralarına çağırmalarına rağmen, bu teklifi kabul etmedik, böyle kıyafetle gelmemizin doğru olmayacağını söyleyerek bir zılgıt yemiş olduk. Elma Çukuru yolu ile Bursa’ya ineceğimizi söyledik.
    O zaman kulübün kurucu üyelerinden Selahattin Dacı yanımızda bulunsun diye kılıflı büyük bir bıçak verdi ve yarın kulübe uğrayıp bırakırsınız diye de tembih etti. Bize saldıracak ne ayı, ne kurt gibi vahşi hayvanların mevcudiyetinden bihaber, gözümüz kayakla kaymanın zevkini düşünerek bu spora büyük bir aşk ile tutulmuştuk. Zevkten havalarda uçarcasına sert adımlarla patika yolunda bata çıka yürüyerek şehre indik, amma gece çoktan olmuş, vakit bir hayli ilerlemiş, beyaz karlardan başka hiçbir aydınlık görmeden nereye bastığımızı bilmeden su deposu ve Temenyeri’nin ışıklarını bulmuştuk. Evdekilerden epey azar işitmiş ve meraktan fenalıklar geçiren annemi çok üzmüştüm. Bursa Dağcılık kulübü üyelerini tanımış, hafta sonu ve diğer tatil günlerinde onlarla birlikte otobüslerle Uludağ’a çıkmaya başlamıştım. Sınıf arkadaşım Enver Namar bana çok yardımcı olmuştu. O kış Bursa’ya ve dağa çok kar yağdığından, Nisan ayı sonuna kadar kayak sporu yapabilmiştik. Dağ yolu kardan kapanınca otobüs bugünkü Milli Parkın altına kadar ve bazen Dolubaba’ya kadar çıkabiliyordu. Oradan kayaklar omuzda kestirmeden Karabelen’e gelebiliyorduk. İlkbahara doğru yoldaki karlar eriyince Kirazlıyayla’ya kadar otobüs çıkıyordu. Sonraları Karabelen’de ki kulübenin yanına başka bir bina yapıldı ve Jandarma karakolu ayrıldı. Bazı günler ve hafta sonları dağ yolunun kapalı olduğu öğrenildiğinde otobüs ile Çekirge üstüne kadar gidiliyor, orada bulduğumuz meyillerde kayıyorduk. Yine Işıklar Askeri Lisesi önünden Muhallebici Şaban Ağa, Devrengeç suyu önünden Setbaşı köprüsüne kadar olan meyilli yolda kayarak, halkın bu sporu görüp tanımasına şahit oluyorduk. Temenyeri’nde, Çekirge’de kayılabiliniyordu.
    Türkiye’ de kayak sporunun tarihçesine damgasını vuran ilk kulüp olarak 1932 yılında kurulan Bursa Dağcılık Kulübünün kurucularını, tanıyabildiklerimi ve aklımda kalanları, asil sporcu ruhu taşıyan bu kişileri yazmak istiyorum. Kulüp Başkanı Saim Altıok, eşi ve baldızı, öğretmen Huriye hanım ve sınıf arkadaşım Enver Namar, sanat okulu hocalarından Selahattin Dacı, saatçi Mehmet ağabey, şeftaki kompostosu fabrikası sahibi İhsan Antel, eşi ve oğlu Şerif Antel, Hâkimiyet Gazetesi sahibi Musa Ataş ve eşi güzellik kraliçesi Şefika hanım, Abdülhamit eczanesi ortaklarından Nusret, Fotospor Hakkı, Foto Neşet, yıllarca kayakevi müdürlüğünü yapmış olan sempatik ve yardımsever, güler yüzlü müstesna insan Mustafa San, yüksek mühendis Nihat ve Saim beyleri ve hanımefendileri şükranla anmak isterim.
    Uludağ Kayakevi 1935 yılında tamamlanıp, o kış sezonu açıldı. Bursa Dağcılık Kulübü Halkevinin Setbaşındaki binasını kullanıyordu. Otobüsler Halkevinin önünden kalkardı ve kayakevinin giriş kapısı üstünde kocaman bir altıoklu Halk Partisi levhası asılı dururdu. Kayakevinin kimler tarafından yapıldığı ve ilk yıllar kimler tarafından işletildiği hususunda bilgim olmadığı için yanlış bir şey söylemek istemiyorum. Ancak Beden Terbiyesi Dağcılık Federasyonuna devredildiğini ve bir aralık Enver Alkoçlar ile Büyük Otelin kısa sürelerle işlettiklerini biliyorum. Kayakevi Batı Grubu kayak birinciliğine, Türkiye Kayak Birinciliğine ve hatta uluslar arası yarışmalarına katılan sporcu ve idarecilerine yıllarca hizmet vermiştir. Şubat ayı sömestre tatilinde Ankara’dan Y. Ziraat Enstitüsü, Gazi Eğitim Enstitüsü, Siyasal Bilgiler Okulu (Mülkiye) gibi yüksek okullardan kalabalık gruplar halinde kayakevinde kalınır ve ranzalı iki katlı yataklarda bazen ikişer kişi sıkışarak yatılırdı. Gündüz hocalar, öğrencilerini tek sıra halinde Kayakevinin önüne dizer, İstiklal Marşı söylenerek tura çıkılırdı. Gece olunca eğlenceler yapılır ve koro halinde tura çıkılırdı. Gece olunca eğlenceler yapılır ve koro halinde şarkılar, marşlar söylenirdi. Günlük eğlenceli gazete bile çıkarılırdı. Bu gazeteler salon duvarlarına asılır ve düşenlerin karikatürleri çizilirdi. Hatta tiyatro sahnesi bile yapılıp battaniyeden perde asılırdı. Karlar kadar tertemiz Atatürk ideal ve inkılâplarına sadık asil sporcu ruhu taşıyan gençlik harikalar yaratmasını bilirdi. Gerek ders mahiyetinde ve gerekse tatil geçirme gayesi ile gelen bu gençler kurs sonunda imtihana tabi tutulur ve yarışmalar yapılarak aralarında dereceler tespit edilerek notlar verilirdi. Ne yazık ki koskoca İstanbul’dan hiçbir okul gelmezdi. İleriki yıllarda Arnavutköy Robert College talebelerini birkaç kere görmüştük. Başlarında kayak dersi verecek hocaları yoktu. İçlerinde Rahmi Koç ve kız kardeşi olan bir gurup Büyük otelde kaldılar ve ben onlara hocalık yaparak diploma vermek suretiyle bir şeyler öğretmeye çalışmıştım. Birkaç kere de yüksek mühendis mektebi öğrencilerinden gruplara rastlamıştık.
    1930’ lu yıllarda Uludağ’da bir tek Büyük Otel vardı ve bu bina kışın kapalı olup ancak yaz aylarında hizmet veriyordu. Koca Ahmet isminde uzun boylu iri yapılı, geniş omuzlu, müşekkel vücuda sahip bir bekçi kışın tek başına orada kalır, Bursa’ya inip çıkarken de yol açık olmadığı için kestirmeler yapardı. Koca Ahmet kestirmesi bugüne kadar kullanılmıştır. 1940’ lı yılların birisinde Şubat ayı sömestre tatilinde Kayakevinde çok kalabalık bir öğrenci grubuna rastladık. Şu anda yanlış hatırlamıyorsam 80 veya 100 kişilik bu grup İstanbul’da yeni açılan Eğitim Enstitüsü Spor Bölümü öğrencileri idi. Mavi kapüşonlu anorak, altında yine mavi renkli pantolon ve kanarya sarısı kazakları ile İsveç bayrağının renklerini taşıyorlardı. Kayak elbiseleri, kayaklar, ayakkabılar yepyeni olarak donatılmış kızlı erkekli bu genç sporcuların başında İsveçli kara-koca hocaları vardı. Sabahları çalışmaya çıktıkları vakit tek sıra halinde yürürlerken uzun kuyruk halinde sanki Uludağ bu kadar kalabalık bir grup kayakçı görmemiş gibi göz dolduruyorlardı. Biz de kayak federasyonu olarak, o tarihlerde Türkiye Birinciliği yarışmalarını Uludağ’da yapıyorduk. Kayakevi hepimizi almadığı için, Beceren’in Odun Palası ve Camekânlı oteli ve Fahri’nin oteline dağılarak durumu ayarlamıştık. İstanbul’ dan böyle bir okul öğrencilerini görmek bizi çok sevindirmiş ve yarışmalarda kullanmak üzere onlardan hakem olarak istifade etmiş ve ileride spor hocası olacak bu gençlerin de yarışmalara ait teknik ve tatbiki bilgileri artmıştı. İsveçli hocanın çalışmalarından mukavemet-cros, fond tekniğine önem verdiğini ve kendisinin de İsveç Milli Ekibinde mukavemetçi olarak yer aldığını öğrendik. Ertesi yılların birisinde Ağrı’da başlayıp Sarıkamış’ ta devam eden mukavemet milli kayak kampında antrenör olarak bu hoca kayak federasyonu tarafından angaje edilmiş ve İsveç’ten gelirken pek çok mukavemet kayağı ve ayakkabısı getirmişti.

                                                                                       Kaynak: http://serdarkusku.blogspot.com 

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 22/10/22