Dr.
Doğan Yavaş
Anadolu’nun iktisadi
hayatı için can damarı niteliğinde olan bu hanların, kervansarayların bakımı
çok zahmetliydi, hele öyle Anadolu gibi durmadan savaşların olduğu ve
emniyet sorununun bulunduğu bir coğrafyada bunları hep hizmete açık
tutabilmek gerekliydi, bunun için de daima kervan yollarının güvenliğini
sağlamak ve hep denetim altında tutmak zorunluluğu vardı. Menzillerin,
kervanların can sağlığı da garanti altına alımalıydı ki bu kervansaraylar
çalışsın tüccarlar, yolcular, sanatkârlar ve çeşitli esnaf grupları Tokat’a,
Erzurum’a, Sivas’a, Kayseri’ye ve Konya’ya rahatlıkla inebilsin. Oradan
Bursa’ya gelsin ve Bursa’da bu tüccarların sattıkları mallardan vergiler
alınsın. Bu sayede Bursa’nın Harir Mizanı denilen İpek Vergisi’nin gelirinin
çok fazla olduğunu görüyoruz. Sultan 2. Bayezid dönemine baktığımız zaman
sadece Bursa’daki hanedan mensuplarının değil bütün İstanbul’daki Anadolu
Hisarı ve Rumeli Hisarı’nın mustahfızlarının yani muhafız birliklerinin
maaşlarının buradan ödendiğini görüyoruz. İstanbul surları o zaman askerle
bekleniyor ve hepsinin maaşı da buradan karşılandığı gibi Antalya’nın,
İskenderun’un, Karadeniz sahilindeki birkaç tane kalenin muhafızlarının da
maaşları buradan ödeniyordu. Verdiğimiz bu küçük örnek, Bursa’nın ticaret
merkezi olarak nasıl önemli bir konumda olduğunu göstermeye yeter.
Sayısal olarak ifade etmek gerekirse; Silifke Kalesi’nin 197 nefer
azeplerine üç aylık 83.873 akçe, İstanbul ve Galata kaleleri 378 neferinin
Reşen maaşları (Recep, Şaban ve Ramazan ayları) için 75.122 akçe, Mara
Kalesi’nin 137 neferi için 57.525 akçe Karaman Vilayeti Aydos Kalesi’nin 37
neferi için 28.167 akçe ve Karaman Sulukarahisar Kalesi’nin 40 nefer
azepleri için de 18.667 akçe ödenmiştir. Bunlardan başka bir de İzmit’te
yapılacak bir kadırga için 100.000 akçenin gönderilmiş olması, Bursa Harir
Mizanı’ndan çıkan para hakkında bir fikir verebilir.
Görüldüğü üzere harcamalar büyük rakamlara ulaşıyor, onun için 16. yüzyılın
başına kadar birden bire bir gelişme söz konusudur. Şüphesiz bu gelişmenin
çekirdeğini Orhan Gazi’nin binası olan Emir Hanı oluşturur.
Bir yerleşim
biriminin şehir veya kasaba derecesini kazanabilmesi için Cuma namazının
kılınabilmesi için büyük bir camisi ve devamlı kurulur bir pazarının olması
Osmanlı’da kanun haline gelmiştir. Bu da şehrin ekonomik yönünün, dînî hayat
ile birlikte ön planda tutulduğunu göstermektedir. Orhan Bey, Emir Hanı’nı
hem Bursa’ya ekonomik katkı sağlaması hem de yaptırdığı Orhan Bey
Külliyesi’ne gelir getirmesi amacıyla inşa ettirmiştir. Tarihi vesikalarda
Bezzazistan, Eski Bezzazistan, Bey Hanı, Sultan Hanı, Kârbansaray gibi
isimlerle de geçmektedir. Bursa’nın fethinden sonra bu bölgeye At Pazarı
kurulduğunu ancak kısa bir zaman sonra yerine bu hanın inşa edildiğini
öğreniyoruz. 19. Yüzyılın sonuna kadar inşa edilecek olan Osmanlı hanlarının
ilki ama plan ve ahenk açısından da olgun bir yapısıdır. Nisbetlerindeki
mükemmeliyeti biraz da şehir dışında yapılmış olmalarından dolayı arazinin
elverişli oluşu, belli bir miktarda arsaya bağlı kalınmak zorunda
olunmayışına da bağlanabilir.
Bina yaklaşık 700 m2 avlulu,
kesme taş ve tuğladan örülmüş kalın ayaklara oturan beşik tonozlarla örtülü
iki katlı, her iki kat da revakla çevrili, altta 36 üstte de 38 olmak üzere
toplam 74 adet depo ve dükkandan ibarettir. Dükkanlar ve depolar da tonozlu
olup sadece birinci kat revakının dört köşesinde birer kubbe vardır. Ulucami
inşa edilirken hanın ahırları da toprakla doldurulmuş ve doğu minaresinin
altında kalmıştır.
Bursa’ya gelen kepenekçilerin burada konaklamaları
mecburi idi, kapısında sabun satılırdı, sabunu misafirlerden başkasının
satmaması için de ferman verilmişti. Şehirde yenilen veya yenilmeyen, alınan
veya satılan her türlü malzeme bu handa tartılır, tartılardan alınan
kantariye resmi bu hanın gelirini teşkil ederdi. Kapının sağında ve solunda
kantarcılara ayrılan üç adet peyke adı verilen oturma yeri halen mevcuttur.
Hancılar burada oturdukları gibi kantar ve levazımı da burada asılı dururdu.
Orhan Gazi’den sonra, Emirhanı’nın hemen yanında Lala Şahin
Paşa Vakfı’ndan Demirhanı dediğimiz bir başka han vardı fakat günümüze
ulaşamamıştır. Hemen ardından Hacı İvaz Paşa’nın vakıf hanı olan İvazpaşa
Hanı veya Lonca Hanı da denilen Geyve Hanı geliyor. Çelebi Mehmet Vakfı’nın
malı sayılmış ve aynı ipek hanı gibi Yeşil Külliye’nin iradı olmuştur.
Kapalı Çarşı’dan Yorgancılar Çarşısı’na dönüldüğünde Demirkapı denilen
mevkide yer almaktadır. Bedesten binası, Kapalı Çarşı’nın çekirdeği olarak
kabul edilmiş ve etrafındaki çarşı ve han yapıları buna göre planlanmıştır.
Geyve Hanı da bedestenin doğu kapısının tam karşısında, Yorgancılar Çarşısı
sokağında ve çarşı ekseni üzerinde bulunmakta ve konumuyla Kapalı Çarşı’nın
en hareketli mevkiindedir. Dıştan moloz taş ve tuğla, içten ise kemerler,
ayaklar ve kapılar tamamen tuğla duvar işçiliğine sahip, iki katlı ve kirpi
saçaklı bir yapıdır. Hanın batı, kuzey ve güney cephesinde birer kapısı, taç
kapının tam karşısı olan doğu kanadında bir mescidi, alt katında yirmi altı,
üst katında ise otuz dükkân yer almaktadır. Ahırları yok olmuştur. Son
yıllarda Osmangazi Belediyesi’nce esaslı bir tamir görmüş ve önündeki bazı
muhdes binalar kaldırılarak gün yüzüne çıkarılmıştır. Ulucami ile Pirinç
Hanı arasında yer alan İpek Hanı Sultan Çelebi Mehmet tarafından Yeşil
Külliye’ye gelir getirmesi için yaptırılmıştı ve bu hanın müstecirlerinden
elde edilen kiralarla Yeşil Medrese’nin müderris, muid, kayyım ve
talebelerinin giderleri, o mahallenin fukarasına ve külliye çalışanlarına
ücretsiz yemek dağıtan Yeşil İmaret’in masrafları ve de camideki imam,
hatip, müezzin ve müstahdemlerin maaşlarıyla caminin tamir ve onarım
harcamaları karşılanmaktaydı. Eski kayıtlarda Sultan Hanı, Han-ı Harir, Yeni
İpek Hanı, Eski İpek Hanı gibi isimlerle geçtiği gibi, bir zamanlar içinde
landon tipi araba imalatçıları ve tamircileri bulunduğu için Faytoncular ya
da Arabacılar Hanı da denilmekteydi. Mimarı ve inşa tarihi bilinmeyen
binanın, Çelebi Mehmet devrinin değerli bir devlet adamı, asker ve mühendisi
olan Hacı İvaz Paşa tarafından planlandığı sanılmaktadır. Kaba yontu taş ve
tuğla duvar işçiliğine sahip olan hanın, arşiv vesikalarından öğrendiğimize
göre, altta 38 ve üstte de 38 olmak üzere 76 odası, ahırı, ortasında bir
şadırvanı ve dört odası ile bunların üzerinde mescidi olduğu anlaşılıyor.
Fakat daha sonraları bazı mahalleri de oda olduğundan bugün oda sayısı 81’e
ulaşmıştır. Hanın ortadan kalkmış olan ahırlar bölümü muhtemelen güneyde,
Eski Bakırcılar Çarşısı ile han arasında yer alıyordu.