|
|
Banu
Demirağ
Kültür Bakanlığı’nca 1985 yılında
kamulaştırılarak, onarımı Agâh Bursalı desteğiyle yapıldıktan sonra alt katı
uzun süre ilçe halk kütüphanesi olarak kullanılıp 2012’de Mudanya
Belediyesi’ne devredilen Tahir Paşa Konağı, 18. yüzyıl mimarisi ve Lâle
devrinin seçkin örneklerinden biri olarak soluk alıyor. İç duvar ve
tavanlarındaki çiçek kabartmalı gravürleri günümüze kadar gelmeyi başarmış
18 odalı konağın, bir bölümü Fransa’dan getirtilip bugüne kadar Bursa’da
himaye edilmiş eşyaları Tahir Paşa’nın torunu Agâh Bursalı onayıyla izlenime
sunuldu. Tahir Paşa’nın bir diğer torunu Memduh Gökçen’in de
desteğiyle yapının müze ve sosyal/ kültürel
merkez amaçlı değerlendirilmesi olanaklı kılındı ve 5 Temmuz 2013’te
Mudanyalıların hizmetine açıldı. Konuyla ilgili
son protokol 18 Ocak 2013’te Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk ve Agâh
Bursalı tarafından imzalandıktan sonra, devrin İtalyan malı kiremitlerinin
dahi özgün hali gözetildiğinden, İtalya’dan getirtilen çatı malzemelerinin
kullanılmasına özen gösterildi. Bilhassa başodasındaki tezyinatıyla göz
kamaştıran yapının
restorasyonunda desteğini esirgemeyen Tahir
Paşa’nın torunu Mudanyalı M. Agâh Bursalı, duygularını şöyle paylaştı: ‘Bu
bir arzu ve gönül işidir. İnsanlar güçleri yettiği oranda, doğru işlere
katkı koymalı. Benzer hizmetlerle vatandaşlarımıza ve ülkeme yararlı
olmaya çalıştım. Ömrüm
oldukça da bu tür çalışmalara destek vermeyi hiç tereddütsüz sürdüreceğim.
Mudanya
ve Mudanyalıları çok seviyorum.’
Dört ciltlik Bursa
Ansiklopedisi’nde(2002) konağa ilişkin yer almış beş altı satırlık bilgi hiç
kuşkusuz bugün için aşılmış durumda. Zaman içinde farklı kaynaklar ışığında
mekanın mimari özellikleri paylaşılmış olsa da, kimi sorular henüz yanıt
bekliyor. Örneğin 1870 yılında vefat etmiş Tahir Paşa’nın, 1724 yılına
tarihlenmiş bu konağa neden/nasıl sahip olduğu halen belirsizliğini koruyor.
Dokuz ay
süren ikinci restorasyonunu Mimar Mustafa Turgut (Arme Yapı Tasarım Ltd.
Şti) tarafından tamamlanan
ve Semih Gündoğdu’nun ( V-End Design) iç
tasarımını gerçekleştirdiği konağı okurlara tanıtırken, yaşanan döneme de
açıklık getirileceği inancıyla, söze Tahir Paşa
ile başlamak yerinde olacak.
Tahir Ağa / Tahir Paşa kimdir?
Hüdavendigâr Vilayetine bağlı Mudanya Kazası Voyvodası Tahir Ağa 1840
tarihinde eyalet meclisine 500 kuruş maaşla üye olarak girmiş, devlet
ricalinden gelen tavsiyelerin hükümetçe uygun görülmesi üzerine kendisine
1843’te “kapıcıbaşılık” rütbesi verilmiştir. Meclis azalığından
uzaklaştırılışından 4 yıl sonra servet ve nüfusuyla orantılı biçimde resmi
statüsünü yükselterek 1849’da işlevi değişen meclislere tekrar girmiş, 1861
yılında Rumeli Beylerbeyliği pâyesiyle kendisine paşalık rütbesi de
verilerek Hüdavendigâr Eyaleti Mutasarrıflığına tayin edilmiştir. ‘Paşa’
unvanının, 1855 depremi sonrasındaki yazışmalar doğrultusunda, kentte alınan
önlemlerin takipçisi oluşuna binaen verildiği düşünülmektedir. 1288
(1871-72) tarihli Hüdavendigâr Vilayeti Salnâmesinde, “Bursa’dan Saadetlü
Tahir Paşa Hazretleri”nin 27 Kasım 1861-30 Mayıs 1862 tarihleri arasındaki 6
aylık mutasarrıflığı gösterilmekle birlikte, “rahmetü’l-’aleyh” ibaresiyle o
sırada hayatta olmadığı belirtilmiştir. Sultan Abdülaziz tarafından mukaddes
eşyaları Hicaz’a götürecek sürre alayına baş olarak görevlendirilmiş iken
kalp krizi sonucu vefatı üzerine, Bursa’ya nakledilmeyip Eyüp Sultan
Haziresi civarına defnedilmiştir.
Gelelim ‘Surre –i Hümayun’un ne olduğuna... Haremeyn’e (Mekke ve Medine) pek
çok hizmetleri olan Osmanlı Sultanları, her yıl Hacca gidecek kafileyle
birlikte surre denen keseler içinde paralar, altınlar, hediyeler
göndermişler, götüren kafileye surre alayı, başkanlık edene de surre emini
denmiştir. Haremeyn’de görev yapan ilmiye sınıfı mensuplarına diğer devlet
vazifelerindeki memuriyetlerden yüksek paye ve maaş verilmiştir.
Tahir Paşa’nın Bursalı ve Gökçen
aileleriyle bağı
Bir yanı
Nakşî, diğer yanı Mevlevî kollara ayrılmış Eminiyye Dergâhı mensupları 200
küsur yıllık tarih parantezinde Bursa’nın sosyo-ekonomik ve kültürel
oluşumuna katkı koyarken, siyasî referansın önünü açtığı ailelerden
Cizyedarzâdeler, nam-ı diğer Haraççızâdeler, t üm Osmanlı Devleti’nde olduğu
gibi âyan konumunun sunduğu olanaklarla güçlenerek aynı döneme damgasını
vurmuştur. Eminiyye Dergâhı dördüncü kuşak şeyhlerinden Bahaeddin Efendi’nin
Tahir Paşa’nın kızı Remziye Hanım ile evliliği devlet katındaki gücünü
perçinlemiş, ailenin ekonomik, sosyal, kültürel etkinliğini arttırmıştır.
Kızları Zehra Hanım’ın Cizyedarzâde Saffet Bey ile evlenmesi, mevcut ilahî
ufkun devlet erkânıyla ittifakını yerelin ötesine taşımış, oğulları Emin
Bey’in ise eşrafa mensup bir isim olarak güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Bilindiği gibi, 1876-77’deki ilk mecliste Hüdavendigâr mebusu olup başkan
vekilliği görevini de yürütmüş Şeyh Bahaeddin Efendi, nakib-ül eşraf olarak
elli yıldan fazla il idare meclisinde Ahmet Vefik Paşa’nın danıştığı
isimlerden biridir. Mudanya
Voyvodası
Tahir Ağa’nın damadı da olan Şeyh Bahaeddin Efendi’nin büyük oğlu Emin
Bey’in Mudanya’ya yönelimi bu
sayededir. Emin Bey’in kızı Mürrüvvet Hanım,
1899’da Mudanya’daki konakta dünyaya geldiği gibi, 1921’deki nikahı
yine burada kıyılmıştır. Mürüvvet Hanım’ın, Aktar
Kemal’in kızı ve Ural Duraner’in kız kardeşi Dilek Hanım ile evlenmiş olan
oğlu Halit Ahman da Tahir Paşa’nın bir diğer torunudur. 1934’te Bursalı
soyadını alan, Mudanya Voyvodası Tahir Paşa’nın torunu ve Şeyh Bahaeddin
Efendi’nin oğlu M. Emin Bey, amcası Şeyh Agâh Efendi’nin 1914’deki
vefatından sonra ‘evlad-ı ekber’ olduğu halde postnişini amcazadesi Rauf
Umur’a devretmiş, Avrupai yaşantısıyla ünlenmiştir. Beyoğlu sorgu hakimi
mütemayiz izzetlü Halit Zati Bey’in kızı Halet Hanımla evliliği İstanbul ile
ilişkilerine ivme katmıştır. Emin Bey; üç
kez belediye başkanlığı, iki kez Ticaret Odası
başkanlığı, Almanya ve Rusya’ya zeytin/zeytinyağı ihracatı dışında, susam,
buğday, keten tohumu ticareti yapmıştır. Ancak
henüz Fransız ortaklı Osmanlı Bankası Mudanya muhabirliği iflasını
hazırlamış, kaçan Yunanlılardan kalan borçlar
yüzünden son yılları sıkıntı içinde geçmiştir. Tahir Paşa’nın torunu Emin
Bey; Bahattin Bursalı, Remziye Semiz ve Agâh Bursalı’nın babalarıdır. Öte
yandan Emin Bey’in halası Zehra Hanım’ın Cizyedarzâde Saffet Bey ile
evliliğinden doğan oğlu M. Memduh Bey, Memduh Gökçen’in dedesidir.
Gayrimüslimlerden alınan cizye ile toprağın gelirinden doğan haraç adlı
vergileri Bursa’da Osmanlı Devleti adına toplayan Cizyedarzâdeler, söz
konusu unvanın 200 yılı aşkın süre sahibi olmuşlar; aralarında birçok
hattat, müderris, ulema, kazasker bulunan aile mensupları, eşrâf ve âyan
olarak siyasi, ticari ve kültürel hayata katkıda bulunmuşlardır. Emin Bey’in
yeğeni Mehmet Memduh Bey bunlardan biridir. Mülkiyenin yüksek kısmından
pekiyi derece ile mezun olup Gönen Balya, Erdek, Sandıklı kaymakamlıklarının
ardından 1914 seçimlerinde İttihat-ı Terakki Partisinden en yüksek oyla
Bursa mebusu çıkarak, dedesi Şeyh Bahaeddin Efendi’nin de ilkinde yer aldığı
Meclis-i Mebusan’a girmiştir. Daha sonra devlet kademelerinde görev almak
yerine, 19. yy. ortalarında Fransız ipek borsasında ünlenen Osman Fevzi
Efendi’nin damadı olarak, ailenin ipekçilik
geleneğini
sürdürmeyi tercih eden M. Memduh Bey, vatansever kimliğine girişimcilik
ruhunu da ekleyerek yalnız siyasi arenada var olmakla yetinmemiş, aynı
zamanda sanayi gelişime de katkıda bulunmuştur. Sefaret aracılığıyla ilişki
kurduğu Japon İmparatorunun kayınbiraderi Kont Graf Otani ile birlikte 1928
yılında Türk Japon Fabrikası adıyla Bursa’daki ilk
kombine dokuma-boya-apre işletmesini hizmete
açmıştır.
Emin Bey’den günümüze
1941
Mayısında vefat eden Emin Bey’in mülkiye mezunu büyük oğlu Bahattin Bursalı
(1917), Merkez Bankası kurucusu Nusret Meray’ın kızı Nevin Hanımla evlenmiş,
kendisi de Osmanlı Bankası’nın genel müdürüyken emekli olmuştur.
Babaannesinin adı verilen kızı Remziye Hanım (1923), yüksek tahsilini
Belgrat’ta tamamlamış Semizoviçlerden Bosnalı Ekrem Semiz’le evlenmiştir.
Geçtiğimiz yıl hayat arkadaşı Nuran Hanım’ı kaybeden Agâh Bursalı (1925) ise
hayır
işlerine ağırlık vermiş, büyük dedesi Tahir Paşa Konağı’nın
restorasyonlarına katkı koymanın yanı sıra, mekanın müzeye dönüştürülmesine
olanak sağlamıştır.
Memduh Bey’den günümüze
Japonlarla ortaklığı feshedip emprime kısmını ilave ettiği işletmeyi
genişleten Memduh Bey’in Almanya’da öğrenim görmüş yüksek maden ve kimya
mühendisi olan damadı Hamdi Sami Gökçen, pek çok iş kolunda faaliyet
göstermiş, altmış yaşındayken fabrikayı oğlu Memduh Gökçen’e devretmiştir.
Tekstilin yanı sıra plastik enjeksiyona yönelen ailenin bu girişimi 1975’ten
bugüne süren otomotiv sanayideki plastik parça üretimine zemin
hazırlamıştır. Tekstil işine 2008’e kadar devam edilmiş, ancak 38 yıldır da
kesintisiz üretim yapılan plastik sanayi ile yola devam edilmiştir.
Restorasyon Süreci
Kültür
Bakanlığınca hatırlanıp el atılan ve ama restorasyon aşamasında kimliğinin
bir elbise gibi soyulup
başka bir çehre kazandırılışından rahatsızlık duyanlar olmuştur. ‘Bursa’da
Yaşam’ dergisinin Haziran 2013 sayısında Safiyüddin Erhan’ın ‘Hangi Mudanya’
başlıklı yazısından da alıntı yapmak boynumuzun borcudur. Erhan’ın, son
dönem restorasyonları beğenmediği aşikârdır: ‘Kullanılarak zamanımıza
gelmişken 1980’li yıllar başında Kültür Bakanlığı tarafından istimlak
edilip, ciddi bir hassasiyet gösterilmeksizin elden geçtiğinden, asli
unsurlarından çok şey kaybetmiş olup, geçen zaman içinde girişindeki geçici
kütüphane hariç, ciddi bir kültür hizmeti için kullanılmaksızın kapalı
tutulduğundan bakımsız kalmıştır. İçerisinde bulunduğumuz 2013 senesinde
hususi bir teşebbüsle tekrar yenilenip elden geçirilmiştir.’
Safiyüddin Bey, Türk evi, Cilt II s 46’daki Sedat Hakkı Eldem’den
alıntılayarak belgelediği eskiz ve verilerden yola çıkarak ilk
restorasyondaki çalakalem çalışmanın yol açtığı tahribatı vurgulamak
istemiştir. Tıpkı fanatik dil ve edebiyat
tutkunlarının tercümeyi ‘bir tür vatan hainliği’ hatta yeri geldiğinde
‘intihar’ saydıkları gibi, Safiyüddin Bey’in açıklaması da bu yorumun
mimarideki izdüşümü niteliğindedir. Restorasyona soyunanların -gaflete
düşerek- benzer bir ihanete alet olmamak, nefis ve hırs canavarını alt
edebilmek adına on değil, yüz değil, bin kere düşünmeleri gerekiyor galiba.
Gökçenlerin aile kitabı ‘Manolya Ağacının Kökleri’nde yer alan şecerenin
hazırlanmasındaki değerli katkılarının
yanı sıra, Şeyh Agâh Efendi’nin Emirsultan
Haziresinde kaybolan kitabesinin aranıp bulunması bahsinde Eşrefizâde
Safiyüddin Erhan’ın özel çabalarını da burada zikretmekte yarar var. Öte
yandan Maksem’deki Eminiyye Tekkesi’nin yan parseline yıllar önce yapılan
apartmanların temelinde dergâha hizmeti geçmiş otuz küsur ismin kabirlerinin
bulunduğu düşünüldüğünde, çıkılan katlar kadar vebal yüklü nice inşaatın,
sağduyu ve öngörüden yoksun biçimde hayata geçirildiği de
unutulmamalı.
Açılışının kırkıncı gününde konağa ziyaret
Pano
metinlerini yazmış biri olarak gezmeye başlıyorum konağı kırkıncı gününde.
Bildiklerimi bütünüyle unutmayı tercih ederek, sıradan bir turist gibi
adımlarken okurlara nelerin referans verilebileceğimi düşünüyorum bir
yandan. Bir kere 18. yy özgün taş tuvalet ve mutfağın birebir korunduğu
konakta en ilgi çekici bölüm, günümüzde birkaç örneği Safranbolu Evlerinde
kaldığı söylenen ‘monşarj’; Fransızca kökenli sözcüğün buradaki açılımıyla
‘dönme dolap’. Yani bugün adına ‘asansör’ denen, lokanta veya otellerde,
mutfaktan üst kattaki yemek salonlarına servis aktaran düzeneğinin en ilkel
biçimi. Haremlik/ selamlık arasındaki devridaimini sağlamaya yönelik, devrin
dış dünyayla olan mutfak alışverişini kolaylayan bu
köşe işte, ciddi bir ilgi odağı. Bazen önünde
yarım saat durup inceleyenler, hatta yalnızca bu ‘evvel zaman icadını’
görmek için konağa gelenler dahi mevcut. 18. yy Fransız ürünü ördekli avize,
el yapımı dövme gümüş mineli saat, Arnavut kralının hediyesi dört koltuk ve
güllü abanoz ağacından sandalyeler, Tahir Paşa’nın gündelik giysileri, tören
kostümü, kılıcı ve kendisine hediye edilen Şeyh Şamil’in Çerkez yamçısı..
Ailenin yakın geçmişte de kullanmış olduğu çoğu gümüş, kristal veya özgün
seramiklerden oluşan değerli sofra takımları, yine mineli veya çeşmibülbül
ikram objeleri. Şeyh Bahaeddin Efendi ile evlenen Tahir Paşa’nın kızı ve
aynı zamanda Agâh Bey’in babaannesi Remziye Hanım’a ait tuvalet aynası, ipek
sabahlık, gümüş örgü çanta, sansar kürk gibi özel eşyalar. Sonra pirinç
objeler, şamdanlar, perde veya diğer dokuma numuneleri muhtelif odaların
gözdeleri arasında. Kimi tamir gören tüm bu eşyaların temizlenmesi,
envantere aktarılması, yerleştirilmesinin ciddi bir emek gerektirdiğini
belirtmeye gerek yok sanırım. Bursalı ve Gökçen Aileleri adına arşiv
geleneğini titizlikle koruma misyonunun bir uzantısı olarak, neredeyse bir
ay süren bu tanzim işini de gönüllü üstlenen Şükûfe Gökçen İskit’in paha
biçilmez mesaisi, tarihi ve kültürel değerlerin paylaşımına yönelik verdiği
hizmetlerin sadece küçük bir parçası. Bir kez daha arkadaşı olmakla
kıvanıyorum. Sahi, konağın 20. yy’daki sahibi Emin Bey’in Rus usta Monol
tarafından yapılmış udu müzikseverlere de pencere aralıyor. Keza His Masters
Voice Record / ‘Sahibinin Sesi’ baskılı taş
plakların birkaçını sıralayalım da tam olsun.
Nebile Hanım’dan ‘Gönül bezm-i harâb’; Münir Nurettin’den ‘Neden hiç
durmadan sevmiş bu göynüm’ , ‘Sırma saçlı’, ‘Mecbur oldum ben bir güle’;
bazı kaynaklarda ‘Hanende Karakaş’ olarak da
geçen Karakaş Efendi’nin icra örnekleri,
zeybekler.. Bunlar da işte devrin kentsoylu/burjuva yaşam biçiminin uzantısı
olarak, ailenin güzel sanatlara eğilimini ortaya koyar nitelikte. Agâh
Bursalı’nın musikî tutkusunu çok iyi piyano çalan annesi Halet Hanım kadar,
babası Emin Bey’den aldığını kanıtlıyor bu taş plaklar. Çoğunluğu Cüneyt
Pekman arşivinden alınan Mudanya fotoğrafları başlı başına bir seyirlik.
Keza Tahir Paşa’nın torunları Agâh Bursalı ve Memduh Gökçen arşivlerine ait
görseller de son derece ilgi çekici. Mudanya Belediye Başkanı için
hazırlanan alt kattaki oda zaman zaman prestijli toplantılara boşuna mekan
oluşturmuyor. Sahil şeridinin bilinen en eski görüntülerinden biri, Mudanya
Mütarekesine atıfta bulunacak Atatürk ve
İnönü
portreleriyle bezeli duvarlar arasında, bakımlı yemyeşil bahçeye nâzır
yerleştirilmiş çalışma masasında, Başkan Hasan Aktürk’ün haftada üç dört kez
uğrayıp huzur araması tesadüf değil. Aynı katta eski Hayat Mecmuaları, kimi
ansiklopedi serileri ve Mudanya’ya dair belediye yayınlarının korunduğu
mütevazı kütüphanenin, elbette yeni oluşu nedeniyle henüz katkıya muhtaç
olduğunu belirtelim. Kardeş şehirler bankosu, Girit odaları, Mudanya Bandosu
köşesi de alt katın ilginç diğer
seyirliklerini sunuyor meraklısına. Nitekim
Mudanya Spor’un atası Dinçspor kurulurken, Giritten gelenlerle oluşturulan
Mudanya Bandosu, Mahmut Gazimihal’in ‘Bursa’da Musiki’ adlı eserinde de
zikredilmiştir. Biraz bilgi ekleyelim de, müzikle ilgilenmiş biri olarak
vefasızlıkla yaftalanmayalım: 1924’teki mübadelede Mudanya’yı terk eden
Rumların, kiliseye ait olduğu sanılan enstrümanları, Şükrü Çavuş İlköğretim
Okulu’nun ön bahçesindeki sarnıcın içinde bohçalara sarılı olarak
bulunur. Dönemin belediye başkanı ve 70. alay
komutanının girişimleriyle İstanbul Fatih İtfaiye Bandosu’ndan şef Ahmet
Ergümen getirtilerek halkevi bünyesinde bando kurulurken Girit kökenliler
dışında bunları çalmayı bilen çıkmaz. Halkevlerinin kaldırılması ile ortada
kalıp 50’li yıllarda yeniden oluşturulan bando, Bursa festivali ve fuar
açılışlarına davet edilip ödüller alır. Bateri, akordeon, sax, trompet ve
klarnet ile zenginleştirilip canlı performans sergileyerek düğün vb.
etkinliklerin gözbebeğine dönüşen orkestra da aynı bünyede faaliyet
göstermiştir. Haremlik ve selamlıktan iki ayrı
merdivenle çıkılan üst kat, ailenin geçmişine
yönelik verilerle karşılıyor gezginleri. Özgün şekli korunmuş kesitler
dışında, ikinci kez tamamen restore edilip müstesna bir seyirlik abidesine
dönüşen başodaya hakkını bilhassa vermek gerek. Ayrıntılarla örülü ve Barok
mimarinin abartılı bezemelerine atıf yapan süslemeler göz kamaştırıcı çünkü.
Osmanlı Lâle Devri tezyinatının bir minyatürü denebilir buraya. Kim bu duvar
bezemeleri, kabartma panolar, ahşap oyma kirişler, vitray cam işçiliği
karşısında büyülenmez?
Artık üst
katta olduğumuza göre, bir devrin yaşam koşullarını da aşikâr eden diğer
izlenimlerimi de aktarmalıyım.
Konukseverlik geleneğinin göstergesi alçak
sekiler üzerinde uzanan ve kış aylarında ısıyı koruma, aynı zamanda da ışığı
birebir içeri almaya yönelik tasarlanmış yüksek ama küçük boyutlu
pencereler; ecdadımızın yüklük olarak kullandığı ahşap gömme dolaplar ki
bence çağdaş ve modern dairelerde eksikliği en fazla hissedilen
ayrıntılardır bunlar ve ama bilgiçlik taslamaktan vazgeçerek, bunun yorumunu
mimarlara bırakıp konumuza dönelim. Hali hazırda iki hizmetli, bir büro
görevlisi, bir güvenlik görevlisi, bir masa başı elemanı bulundurulan
konakta Funda Özbek’le sohbet ediyoruz. Kendisi Michigan Üniversitesi’nde
sanat tarihi, Miami Üniversitesinde de dinler tarihi öğrenimi görmüş
şaşırtıcı bir yüz. Bahçenin çimleri biçilirken, bugün çay evi olarak
kullanılan müştemilatın hemen yanında konuşuyoruz kendisiyle. ‘Eskiden
Mütareke Evi’ni gezmeye gelirlerdi Mudanya’ya ama artık buraya Bursa
dışından gelenler çoğalmaya başladı. Yürüyüş yaparken uğrayanların başını
emekli öğretmenler çekiyor. Daha çok okumuş kesimden oluyor
ziyaretçilerimiz. Ramazan ayında ortalama on kişi gelirken, şimdi sayı
giderek artıyor, dün mesela 32 kişi geldi. (15 Ağustos tarihli konuşma) Tüm
diğer müzeler gibi pazartesi günleri kapalı olan konağın ziyaretçileri
bilhassa hafta sonları yoğunlaşıyor.
Ücretsiz
çay kahve sunulan, dergi/gazete yayını dışında fotoğraf çekimine sıcak
bakılmayan konağın sıcak, samimi ve davetkâr bahçesinin kullanımı için
meclis kararı henüz yok ise de, brunch veya özel toplantılara aday olduğunu
düşünüyorum. Kişisel veya sınırlı karma resim koleksiyonları için tercih
edilebilecek alt kat, şimdilik Giritlilere yönelik el sanatları sergisini
ağırlıyor.
Bursa’da Zaman
dergisi sayı 8, sayfa 82-91’den kısaltarak
alınmıştır
|