|
|
|
Dr. Can Ulusoy
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kentsel mekâna yönelik politikalar mimari
üslup açısından üç ayrı dönemde incelenebilir. Bu dönemlerin her biri, yeni
rejimin ulus kurma tercihleri ile Batı’da her biri belirli bir ideolojik
tercihin ürünü olan yeni mimarlık akımlarının senkronizasyonudur. 1931
yılına kadar, II. Meşrutiyet döneminden devralınan I. Ulusal Mimarlık Akımı
çerçevesinde eserler verilmiş ve başta Ankara olmak üzere diğer kent
merkezlerinin yeniden dizaynında yeni rejimin resmi mimari üslubu olarak
benimsenmiştir. Klasik Osmanlı mimarisinden alınan dekoratif unsurların yeni
inşa teknikleri ile birleştirilmesinden oluşan bu eklektik “Osmanlı
canlandırmacılığı”, Osmanlı mimarlarının imparatorluktaki kozmopolit
üsluplar karşısındaki vatansever tepkilerinin bir ürünü olarak doğmuştur.
Osmanlı-İslam medeniyetine ait güçlü bir reddiyenin gerçekleştiği Cumhuriyet
döneminin bu safhasında “Osmanlı canlandırmacılığı” olarak nitelenen bu
mimari üslubun kabul görmesinin başlıca nedeni, form ve motiflerin İslam’a
ya da İmparatorluğa değil, “Türklük”e ait kültürel anlamlarla yüklenmesiydi.
Nitekim başta Mimar Sinan olmak üzere, Osmanlı Klasiğinin dehaları seçmeci
yakınlıkla emperyal mirastan koparılarak “Türkleştirilmiş”lerdir. I. Ulusal Mimari
Akımı’nın, 1930’lu yıllarla birlikte yeniden biçimlenecek kültür
politikaları ve milli dil-tarih-coğrafya çalışmalarına kadar Cumhuriyet’in
resmi mimari üslubu olması bu sayede mümkün olmuştur. 1931 yılı ile birlikte
ise “Modern Mimari” resmi üslup olarak benimsendi. 1928 yılında Latin
alfabesine geçişle birlikte “eski”nin görünürlüğüne büyük bir darbe vurulup,
toplumsal hafızaya
yönelik ciddi bir müdahalede bulunulurken, “Modern Mimari” ile de Osmanlı
mimarisine ait form ve motifler aynı hafıza siyasetinin ve medeniyet
tercihinin parçası olarak reddedilmişlerdir. “Ankara kübiği” olarak
adlandırılan yeni üslubun gayesi estetik bir form kaygısından ziyade “eski
ne değilse o olmak” bağlamında tartışılabilir. Süslerden arındırılmış, düz
çatılı, betonarme, kübik ve rasyonal bir mimari üslubu olan “Modern
Mimari”nin en büyük sorunu en az “eski” kadar Cumhuriyetin siyasal
elitlerinin mesafeli yaklaştıkları “uluslar arası” bir form iddiasında
olmasıdır. Bu sorun “modern”in Türk toplumuna içkin bir değer olarak
Osmanlı-İslam medeniyet dairesi içinde “unutturulmuş” olduğu savıyla
çözülmüş ve “Modern Mimari” ulusala eklemlenmiştir.
Mustafa Kemal’in
vefatının ardından “Modern Mimari”ye getirdiği kişiliksiz ve gayrı milli
eleştirileri ile öne çıkan, gerek Avrupa’da romantizmden esinlenen
milliyetçi mimarların etkisi gerekse de 1930’lu yılların dil-tarih-coğrafya
çalışmaları ile Eski Anadolu Medeniyetleri ve Anadolu Türkleri’nin arasında
bağ kuran tarih
tezleriyle uyumlu olarak “Milli Mimari” ya da “II. Ulusal Mimarlık Akımı”
adı verilen yeni bir mimari üslup 1930-1950 yılları arasında hakim olmuştur.
Bursa’da bu üç mimari akımın
etkisiyle çeşitli inşa faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Fakat kent, Ankara
örneğinde olduğu gibi yeni baştan inşa edilmemiştir. Bursa’da “yaratıcı
yıkım süreci”, Ahmed Vefik Paşa’nın valiliği döneminde gerçekleştirilmiş,
Bursa kenti temel akslarına bu dönemde kavuşmuştur.
Cumhuriyet idaresi, Ankara ile mukayese
edilemeyecek bir modern kent mirasını Bursa’da devralmıştır. Ankara’nın,
başkent olmasıyla birlikte, “yaratıcı yıkım süreci”ne tabi tutulmasında
kentin bu eyleme müsaitliği son derece önemlidir. Nitekim F. Cantek de
Ankara’nın, İstanbul, İzmir, Bursa gibi oturmuş bir kent kültürü ve
ekonomisi olmadığı için, Kemalist rejimin kent politikasının hayata
geçirilmesi açısından uygun bir yer olduğunu belirtir. Buna karşın
Cumhuriyet, Ankara dışında kalan birçok ilden farklı olarak Bursa’da yapı
yatırımları gerçekleştirmiştir. Fakat burada “yaratıcı yıkım”ı sağlayan
Ahmet Vefik Paşa örneğinde olduğu gibi devlet ricali değil, yangınlar
olmuştur. Bursa’nın en gösterişli ve büyük binası olan valilik binasının bir
yangın neticesinde küle dönmesi, yeni yapı yatırımlarını mecbur kılmıştır.
Bu yatırımlar yapılırken, Ahmet Vefik Paşa döneminde dizayn edilen yeni kent
merkezi olduğu gibi korunmuş, farklı bir merkez bölgesi seçilmemiştir. Oysa
ki Bursa’dan farklı olarak, Osmay’ın belirttiğine göre, Ankara ve
İstanbul’da Cumhuriyet’le birlikte, kent merkezlerinde yaşanan dönüşüm,
merkez aksın başka bir bölgeye taşınmasını da beraberinde getirmiştir. Bu
açıdan Cumhuriyet’in, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan modern kent
mirası üzerinden hareket ettiği söylenebilir. Valilik binasının yıkıldığı
yere, 1926 yılında yeni bir valilik binası, adliye, defterdarlık inşa
edilmiştir. Her üç bina da I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın üslubuyla
yapılmıştır. Nitekim Valilik binasının mimarının Kemaleddin Bey olduğu
kesindir, diğer iki binanın da mimarının Kemaleddin Bey olduğu genel
kanıdır. İnşaatlar ise Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yapılmıştır. Bu üç
binanın çevrelediği Cumhuriyet Meydanı’na 1931 yılında Nejat Sirel’in
hazırladığı Atatürk Anıtı yerleştirilmiştir. Anıtın karşı tarafına da
“Modern Mimarlık” üslubuyla Münevver Belen tarafından 1938-1940 yıllarında
Halkevi ve CHP il başkanlığı binası inşa edilmiştir. Fakat Belen’in
projesinde bina, “Modern Mimarlık” üslubuna uygun olarak düz çatılı
çizilmesine rağmen, teknik sorunlar nedeniyle eğik kiremitle örülmüştür.
Valilik, defterdalık ve adliye binalarında da eğik kiremitler kullanıldığı
ve tüm bu binalar beyaz renge boyandığı için I. Ulusal Mimari Akımı’nın
karşısında “Modern Mimari” üslubu ile yapılmış bu bina çok ayrıksı
durmamaktadır. Atatürk Heykeli çevresinde kümelenmiş bu kamu binalarının da
bulunduğu Cumhuriyet Meydanı, Cumhuriyet Bursası’nın en önemli hafıza
mekânıdır. Milli bayramların da kutlama merkezi olan bu meydan, uzun yıllar
Bursalıların kent hatırası fotoğrafları çektirdiği bir mekân olmuştur. Yine
Cumhuriyet Alanı’nın bulunduğu bu merkeze Atatürk Caddesi adı verilmesi,
Ankara kaynaklı kent merkezi dizaynının Bursa’daki yansımasıdır.
Bursa’da Cumhuriyet dönemi
mimari üsluplarının görünür olduğu diğer önemli kamusal yapılar 1930-1932
yılları arasında Giulio Mogneri ve Hüsnü Tümer’in “Modern Mimari” üslubuyla
inşa ettikleri Çekirge yolu üzerindeki Çelik Palas Oteli, Bohemya kübiği
olarak bilinen modern üslupla Arif Hikmet Koyunoğlu’nun 1938 yılında inşa
ettiği Atatürk Caddesi’ndeki Tayyare Sineması, 1948 yılında Emin Onat
tarafından II. Ulusal Mimarlık Akımı üslubunda yapılan Atatürk Caddesi’nde
yer alan Emlak Bankası binası ve 1950 yılında A. Hikmet Holtay tarafından
Atatürk Caddesi’nde II. Ulusal Mimarlık Akımı çerçevesinde, pencere
kemerlerinde ise I. Ulusal Mimarlık Akımı’na da atıflar yapılarak inşa
edilen İş Bankası binası sayılılabilir.
Bursa’da Cumhuriyet döneminde
yapılan bir diğer önemli inşa faaliyeti ise Atatürk Stadyumu’dur. 1936’da
Ankara’da 19 Mayıs Stadyumu’nun açılması, yeni rejimin beden politikaları ve
törenselliği açısından son derece önemlidir. “Gürbüz ve Yavuz evlatlar”ın
yetişeceği bu stadyum, “yeni zamanların sıhhat ve kuvvet mebdei” olarak,
1930’lu yılların Avrupa’sında yükselen milliyetçiliğin, gençlik ve beden
temalı algısıyla
uyum içindedir. Ankara’nın kentsel dokusuna yerleşen bu mabet, Bursa’ya da
örnek olmuş ve 19 Mayıs Stadyumu ile Hipodromu’nun mimarı Viyenti Viyolo’nun
planı esas alınarak, 1938 yılında çalışmalara başlanmış, fakat II. Dünya
Savaşı’nın neden olduğu maddi sorunlar nedeniyle proje gerçekleşememiştir.
Nihayet 1945’te Haşim İşcan’ın Bursa Valisi olması ile yeniden başlanan
proje tamamlanarak 1948 yılında görkemli bir şölenle açılmıştır.
Bursa’da 1923 – 1950 arası kent
politikasında Ahmed Vefik Paşa’nın genel hatlarını belirlemiş olduğu yapının
çok fazla dışına çıkıldığı söylenemez. Zarurî kamu binaları ve Tayyare
sineması dışında 1935 yılına kadar büyük inşa faaliyetlerinin olmadığı göze
çarpar. Üstelik Tanzimat’tan itibaren devralınan Bursa’nın doğu ve batısında
sıralanmış filatür fabrikalarının, savaş koşulları, gayrimüslim nüfusun göçe
tabi tutulması gibi sebeplerle metruk birer yapı haline gelmeleri kent
dokusunda göze çarpan değişikliklerden biridir. Cumhuriyet döneminde her ne
kadar “yaratıcı yıkım” sürecinden bahsedilemese de, tekke, zaviye ve
türbelerin kapatılması ile “yıkım” çoğu kez zamana bırakılmıştır.
Yazarın "Taşrada Kent ve Aydın" başlıklı
doktora tezinin bir bölümüdür (s. 83-87)
|