|
|
Raif Kaplanoğlu
Çok önceleri, Marmara Denizi'nin güneyinde bulunan Odryses
(Mustafakemalpaşa) Çayı, Bandırma'dan denize dökülürmüş. Bugünkü Apolyond
(Ulubat) Gölü de bulunmuyormuş. Bu gölün olduğu yerde Apollonya Krallığı,
Mustafakemalpaşa'nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı bulunmaktaymış.
Apollonya kralının çok güzel bir kızı varmış. Mustafakemalpaşa'da bulunan
Melde Kralı, oğluna bu kızı istemiş. Ancak kızın gönlü olmadığı için
varmamış bu prense. Kral, bir tepe üzerinde saray yaptırarak, orada saklamış
kızını. Bunun üzerine kızan Melde Kralı: "Ben size öyle bir felaket vereyim de sizi su ile
boğayım" demiş. Odryses (Mustafakemalpaşa) Çayı’nı Apollonya kentinin
bulunduğu topraklara doğru çevirivermiş. Irmak, tüm Apollonya topraklarını
sular altında bırakmış. Apollonya kenti ile, prensesin bulunduğu sarayın
çevresi sularla çevrili birer ada olarak kalmış. Apolyond (Ulubat) Gölü de
işte böyle oluşmuş.
Marmara Denizi'nin hemen güneyinde bulunan Apolyond (Ulubat) Gölü'nde, doğal
ve tarihsel güzellikleri içinde yaşayan köylülere göre Ulubat Gölü'nün oluş
öyküsü işte böyledir. Ne diyelim, söylence bu!..
Birkaç yıl önceki kış, Apolyond'a
uğramıştım. Gölün suyu 4 metre kadar yükselmiş, yüzlerce dönüm arazi sular
altındaydı. Hatta çevredeki birçok evin alt katları de sulara gömülmüştü.
Apolyond Gölü’ndeki yaz ile kış arasındaki suyun düzey farkı, gölün
coğrafyasını da değiştiriyor. Birçok ada sular altında kalıyor.
Yazın
ise sular çekilince adalar ortaya çıkıyor, hatta Apolyond köyünün bulunduğu
ada, yazın sular çekilince, kara ile birleşip bir yarımada oluyor. Göldeki,
yaz-kış arasındaki değişiklik, zaman zaman bol yağışlı yıllar ile daha da
farklı bir coğrafya oluşturmakta. Bugün gölün eni 13, uzunluğu ise 22
km’dir. Ancak geçmiş yıllarda su seviyesinin o kadar yükseldiği
yazılmaktadır ki, Manyas Gölü ile birleşip büyük bir deniz olurmuş. Bu sel
ve taşkınları görünce insan ister istemez yukarıdaki efsaneyi düşünüyor...
Ege veya Akdeniz'deki tarihi ören yerlerini gezip Bursa'nın neredeyse bir
mahallesi olan Gölyazı'ya gidemeyen Bursalılara bir uyarı... 1970'lerin
Gölyazı köyünü kaçırdınız, hiç değilse 2000'li yılların Gölyazı'sını
kaçırmayın. Çünkü 2020 yılında Gölyazı'ya gittiğinizde bir şey
göremeyebilirsiniz.
Apolyond’da güneşin doğuşu
Apolyond
(Ulubat) Gölü, Bursa ile Karacabey arasında, Bursa'ya 30 km uzaklıktadır.
Göle gitmek için, Bursa'dan kalkan köy minibüsleri veya belediye
otobüslerine binmek gerekiyor. Yıllar önce, Atlas Dergisi fotoğrafçısı Fatih
Özenbaş ile, gün doğmadan köye ulaşmak için değişik bir yol izledik. Her
yarım saatte, Bursa'dan İzmir yönüne giden otobüslerden birine binip,
Gölyazı kavşağında indik. Kısa bir yürüyüş ile göle ulaştık. Böylece zeytin
ağaçları arasında, kıvrılarak giden yoldan yürüyerek köye yaklaşırken,
uzaktan Ulubat Gölü'nü değişik açılardan görme olanağımız oldu. Gölün
üzerindeki altın sarısı renk, sanki içinde bir hazine saklarcasına insanı
kendisine çekiyor.
Apolyond, çok eskiden bu yana önemli bir iskele idi. Bölgeden toplanan
ürünler, yelkenli gemilerle İstanbul'a gitmekteydi. Gölyazı çevresinde
gezerken, adanın dört bir yanının kayıklarla dolu olduğunu gördük. Nerede
ise, kayıklardan sahil görünmüyordu. Ben, hayatımda hiçbir yerde bu kadar
çok kayığı bir arada görmemiştim.
Apolyond’un gümüş
gözlü balıkları
Artık güneş
doğmuş, gün ilerliyordu. "Ya Allah, rastgele" deyip, adanın dört bir
yanından kayıklar, balık ağlarını toplamak için göle doğru açılıyordu. Biz
de bir balıkçı ile balığa çıkıp, o anı balıkçılar ile yaşamak istiyoruz.
Ancak köylüler bize, balığa çıkma zamanının geçtiğini söylediler. Gölde
balık avı, sabah gün doğmadan başlayıp, güneş bir mızrak boyu yükselene
kadar sürermiş. Bu saatten sonra esen meltem rüzgarları balık ağlarının
toplanmasını engelliyor. Daha önce göle atılan ağlar da bu süre içinde
toplanmaz ise, ağlara takılan balıklar ölmektedir. Bu nedenle ava sadece bu
saatlerde çıkılmaktadır.
Tam bu sırada, balığa çıkmakta
geciken Özkeser ailesine rastladık. Acele ile balığa çıkmaya
hazırlanıyorlardı. Fatih'in daha önce tanıştığı bu aile, kendileriyle balığa
çıkmamıza izin verdi. Fahri Özkeser, ağları çekmek için kendisine yardım
edeceğimizi söylememize karşın, yine de eşini yanına alması dikkatimi çekti.
Daha sonra yaptığım gözlemde ise, hemen hemen tüm balıkçılar, balığa
eşleriyle birlikte çıktığını gördüm. Öğrendiğime göre, eşiyle birlikte çıkan
balıkçıların bereketi fazla oluyormuş.
Rastgele deyip Özkeser ailesinin
kayığı ile göle açıldık. Ancak, kıyı çok sığ idi. Ulubat Gölü'nün en derin
yeri literatürde 7,5 m olduğu söylense de bugün ancak 3,5 metre
civarındadır. Gölün derinliği büyük ölçüde, sadece bir metredir. Bu nedenle
tıpkı Venedik'teki gondollar gibi, kıyıdan haylice uzaklaşana kadar
küreğimizi yere batırarak, açığa çıktık. Daha sonra motoru çalıştırıp yol
aldık Apolyond'un bereketli sularında.
Özkeser ailesinin ağları, karşı
kıyıda bulunan Dorak Köyü yakınlarında idi. 15-20 dakikada ağların yanına
ulaştık. Rastgele deyip ağları çekmeye başladık. Ancak ilk ağlardan hiç
balık çıkaramadık. Herhalde uğursuz geldik diye düşünüp üzüldük. Ancak
ikinci ağdan 13 turna balığı çıkardık.
Manastır Adası’nın
sırları
Kayığımız köye doğru yol alırken, iriliufaklı birçok adanın arasından
ilerliyorduk. Bu adalardan en büyüğü Nailbey veya Manastır adıyla da
anılıyordu. Daha sonra Terzioğlu, Kerevit, Arifmolla ve Kızadası yer
alıyordu.
Nailbey Adası'nda bulunan manastır, Bursa ve çevresinde, günümüze kadar
gelebilen en eski manastırlardan biridir. 825 yılından önce yapıldığı tahmin
edilen bu yapı, birçok kez onarılmış olmasına karşın bugün oldukça
bakımsızdır. Üst örtüsü tamamen çökmüştür. Kaynaklara göre 7-8 keşişin
yaşadığı bu kilise, Aziz Konstantinos'a adandığı için adaya Konstantinos da
denilmektedir. Köylüler ise, sır dolu bu ada ile ilgili birçok söylence
anlatırlar. Hatta, adaya adını veren Nail Bey'e ilişkin ilginç öyküler
söylenir.
Özkeser ailesi, adanın yanından geçerken bize Nail Bey'in hikayesini de
anlattılar. Söylenceye göre Nail Bey, kız kardeşi ile çok ufak yaşlarda
ayrılmışlar. Kader onları, yıllar sonra birbirini seven iki aşık olarak
karşılaştırmış. Evlenmişler... Gerçek anlaşılınca ise Nail Bey yaşamına
küsüp kendini bu adaya tutsak etmiş. Daha sonra bu öyküyü, Nail Bey'i
tanıyan yaşlı bir köylüden de dinledim. O'na göre ise, öykü bir başka
biçimde idi. Nail bey, kayak yaparken yaşamını yitiren bir Alman sevgilisi
için bu adaya kapatmış kendini.
Kışın ada, yazın
yarımada
Göldeki
su düzeyi mevsimlere göre 4 metre kadar yükselip alçalıyor. Yaz ile kış
arasındaki suyun düzey farkı, gölün ve kasabanın coğrafyasını da
değiştiriyor. Birçok ada sular altında kalıyor. Suyun birkaç metre
yükselmesi ile, gölün kıyılarında birkaç kilometrelik genişlemeler oluyor.
Yazın ise sular çekilince adalar ortaya çıkıyor. Hatta, Apolyond köyünün
bulunduğu ada, yazın sular çekilince, kara ile birleşip bir yarımada oluyor.
Bu yol üzerinde, solda büyükçe bir kilise var. Kötü durumdaki bu kiliseye
bazı köylüler hayvan yerleştirmiş. Ancak köyün esas kilisesi adadadır.
Yarımadanın ucuna geldiğimizde, Apolyond köyünün büyücü güzelliği ile
karşılaşırsınız. Yarımadadan, adaya uzun bir köprü ile geçilir. 3.000
metrelik bir daire şeklindeki adanın çevresi bugün, büyük ölçüde yıkılmış
bir kale ile çevrili. Kalenin en görkemli bölümü, adanın girişindedir.
Kentin içinde kuzey-güney yönünde, adanın diğer ucuna kadar uzanan üç düzgün
yol uzanıyor. 200-300 yıllık olduğu tahmin edilen arnavut kaldırımları
yolları, son yıllarda yerini parke almış. Eğer adaya yaz mevsiminde
geldiyseniz mutlaka, adanın çevresinde bir tur atın. Çünkü, kışın sular
yükselince kıyıdan yürümek olası değildir. Özellikle adanın batı yönünde
ilginç yapılar var. Kalenin en sağlam kalan bölümü bu yöndedir. Süslü kesme
taşlar ile yapılmış kale surlarının üzerinde bulunan birkaç asırlık Rum
evleri güzel bir görünüm sunar.
Kale ve dolayısıyla kasabanın
kuruluşu, İ.Ö. 6. yüzyıla kadar inmektedir. Her ne kadar Bergama/Pergomon
kralı II. Attalos (İ.Ö. 220-138) tarafından, kraliçe Apollonis onuruna
yapıldığı ve bu nedenle Apollonia adı aldığı söylense de doğru değil. Kent
adını, bugün kıyıya çok yakın olan Kızadası'nda bulunan Apollon
Tapınağı'ndan almış. Nitekim Anadolu'da 7 tane bu adı taşıyan kent vardı.
Gölyazı'yı diğer Apollon kentlerinden ayırmak için 'Rhyndakus ırmağı
üzerindeki Apollonia' anlamına gelen 'Apollonia ad Rhyndacum' denilmişti.
Kızadası’nın prensesi ve Kara Ali
Kahvehanede rastladığımız Balıkçılar Kooperatifi üyesi Savaş Pollu, kıyıya
çok yakın olan Kızadası'na götürmeyi önerdi bize. Çok sevindik. Hemen yola
çıktık. Sahilden ancak birkaç yüz metre uzaklıkta olan ada üzerinde çok ünlü
bir Apollon Tapınağı bulunmaktaydı. Bu tapınak, görkeminden dolayı birçok
Roma devri parasında resmedilmiştir. Roma İmparatoru Carakalla (198-217)
sikkelerinin ön yüzünde de bu tapınak resmedilmiş. Buna göre tapınağın ön
yüzünde dört büyük sütün ile üzerinde üçgen alınlık bulunmaktaymış.
Tapınağın görkemini, adaya vardığımızda temel kalıntısında yer alan birkaç
tonluk blok taşlardan daha iyi anladık. Tapınağın taşları, yerinden sökülüp
Haydarpaşa İskelesi'nde kullanılmış. Türk kaynaklarına göre bu adanın adı
Gilyos olup, Osmanlı Devleti'nin ilk deniz seferidir. Orhan Gazi'nin
komutanlarından Kara Ali, 1308 yılında bu adayı barış ile ele geçirmiş. Türk
geleneğine göre Kara Ali, bu adada bulunan ve Rumlarca büyük saygı gören bir
papaz ile ailesini Orhan Gazi'ye götürmüş. Orhan Gazi'de bu papazın güzel
kızını, Kara Ali ile nikahlamış. Sanırım bu hikaye, yazımızın başında yer
alan Bizans söylencesinin Türk cilasıyla sunulmasından başka bir şey değil.
Apolyond bir
sığınak
Romalılar döneminde onarılan Apolyond surlarının en ilginç bölümü, köprünün
hemen solundadır. Roma İmparatoru Hadrian, (117-138) onuruna adanın bu
bölümüne, taç kabartmalarla süslü bir yazıt yazılmış. Ne yazık ki surların
en ilginç bölümünün önüne bir tuvalet ile cami yapılmış. Köyün hemen önüne
yapılan kaçak cami ise, Gölyazı'nın tüm tarihi eserlerini adeta eziyor.
15. yüzyıldaki belgelere göre
köyde 139 hane Hıristiyan yaşamaktaydı. Ayrıca, balıkçılık yapan 129
Hıristiyan hane ile, azat edilmiş 29 köle vardı.
Göle
doğru uzanan yarımada ile asıl köyün bulunduğu ada arasında yer alan köprü,
yakın zamanlara kadar ahşap idi. Akşam oldu mu tüm kapılar kapatılıp köprü
de, şato girişleri gibi kapatılırdı. Son derece güvenli olan bu kent,
bölgenin bir sığınma merkezi idi. Örneğin 268 yılında Gotlar, kente
saldırdıklarında ortaya çıkan seller ile adada mahsur kalıp yok olmuşlardır.
Bursa ve Mudanya, Türklerin eline geçince buradaki Rumlar, bölgenin en
güvenli gördükleri Apolyond kalesine sığınmıştı.
Gölyazı çok güvenli bir
sığınaktı. Bugün de, kentin gürültüsünden, kargaşadan kaçan insanların
sığınağı.
Apolyond Gölü’nün kirliliği önlenmeli XV.
yüzyıldaki belgelere göre Osmanlı Devleti'nde tek balıkçılık yapmakla
yükümlü köylülerin Apolyond'da olduğu görülmektedir. 129 Hıristiyan hanenin
görevi, sarayın ihtiyacı olan balıkları tutmaktır. Bugün bu Hıristiyanların
yerine Yunanistan göçmenleri yerleşmiş çevre köylere. Ancak tümünün de en
önemli geçimi yine balıkçılıktır.
Ulubat Gölü'nün balıkları çok
ünlüydü. Turna, kefal, sazan balığı, bugün gölden en çok çıkarılan
balıklardır. Ancak, göle akan derelerin kirlenmesi nedeniyle, Apolyond'un o
ünlü yayın balığı artık yok denecek kadar azalmış. Gölden çıkarılan en
kazançlı ürün ise, düne kadar kerevit idi. Ulubat'ın kerevitleri de çok
ünlüdür. Nitekim göl çevresinde birkaç kerevit işleyen fabrika
bulunmaktadır. Ancak, 1989 yılında ya göl kirliği, ya da Çernobil Olayı
nedeniyle kerevitte büyük bir hastalık oluşmuş. Daha önce yılda 500-600 ton
kerevit üreten gölde, bu tarihten sonra kerevit yok olmuş. Son birkaç yılda
kerevit tekrar üremeğe başlamış.
Çevredeki köyler büyük ölçüde
balıkçılıkla geçinmektedir. Özellikle Gölyazı'da, tek gelir getirecek
arazisi göl. Bu nedenle de gölün kirlenmemesi için büyük çaba harcıyorlar.
Balıkçılık Kooperatifi kurulmuş köyde. Ancak balıkçıların yine de birçok
sorunları var. Özelikle gölün kirlenmesi bir türlü önlenememiş. Hatta
kirleticilerden biri de, bizzat kooperatifin tesisleri.
1994
yılında kurulan Belediye, yeni yeni önemler almaya başlamış. Umarız zamanla
kirliliğin önüne geçilir. Özkeser ailesi, bugün suya girilmeyecek kadar
kirli olan gölün suyunu, önceki yıllarda içilecek su olarak kullandıklarını
söyledi. Apolyond
Gölü'ne adını veren Apollon tanrısı, aynı zamanda hatalarını anlayıp af
dileyenlerin tanrısıdır. Umarım Apolyond Gölü çevresinde yaşayan köylüler,
tek geçim kaynağı olan bu verimli suyu kirletmelerinin ne kadar hata
olduğunu anlar da, Apollon'un bereketinden yeniden nasiplenirler.
Gölyazı’nın çığlıkları
Gölyazı köylüleri gerçekten canayakın ve konuksever insanlar. Bir tarih
dostu Cavit Suyabatmaz, Gölyazı için savaş veren bir köylü. Ancak tüm tarihi
kent ve kasabalarda yaşanan sorunlar burada da yaşanıyor. Sayın Suyabatmaz
beldenin sorunlarını anlatıyor:
Yüksek surların üzerinde,
ahşaptan yapılmış 3-4 katlı Rum evleri var. Sanırım adadaki en güzel
görüntüleri, kale üzerindeki Rum evleri. Bu ahşap Rum evleri ipek böceği
bakılması için çok büyük olarak yapılmış. Şimdilerde ise bu büyük evlerin
bakımı ve ısıtılması oldukça zor. Bu nedenle köylü biraz para bulunca evini
yıkıp, yerine ise tek katlı, çirkin betonarme yapılar yapıyor.
Gölyazı
I. Derece SİT Alanı ilan edilmesine karşın tahribat halen sürmektedir.
Apolyond'un tarihi evlerinin yazgısı da, bu evlere sahip olan ailelerin
bütçelerine bağlı görünüyor. Yeterli parayı bulan eski evini yıkıp yenisini
yapıyor. Ne yapalım, biz de bu ailelerin bir ev yapacak kadar para
kazanmamalarını diliyoruz.
Gölyazı'da her gün saat 10.00'da balık mezatı
yapılır. Balık mezatını izleyip, balıkları götüren minibüsle köyden
ayrılmayı planlıyoruz. Balık mezatına kadar bir yerlere gitmek istedim.
Gölün kuzeyi, bana uzaktan ilginç göründü. Sazlar ve nilüfer çiçekleri,
kendine çekti beni. Sizi de çekebilir. Ama, sakın ola benim gibi siz de bu
kıyıda yürüyüş yapmaya kalkmayın. Sivri kayalar, bataklık ve çalılıklar
arasında çok uzaklara gidemezsiniz. Bir de köpekler var... Nilüfer
çiçeklerini görmek için yaptığım bu yolculuk sırasında bir mandıranın
yanından bilmeden geçince 4-5 vahşi köpek hemen karşımda bitti. Tam bir saat
bu vahşi köpekler, kulaklarımı çınlatırcasına bağırırken, put gibi
kımıldamadan kaldım. Çobanların gelmesiyle kurtuldum...
Apolyond’un
çağrısı
Mezata
kadar çınarlar altındaki çok hoş kahvelerde oturup köylü ile söyleştik.
Köylüler, biricik geçim kaynağı olan göllerini, kendi elleriyle
kirlettiklerini pişmanlıkla dile getiriyorlardı. Köydeki tarihsel
güzellikleri yeterince koruyamadıklarını pişmanlıkla anlatıyorlardı.
Kurtuluş Savaşı öncesinde köyde 500 hane Rum, 50 hane de Türk yaşamaktaydı.
Rumlar köyü terk edince Selanik'ten Türk göçmenler yerleşmiş köye. Köyden
Yunanistan'a göçen Rumlar ise orada tıpkı Apolyond Gölü gibi bir gölün
kıyısında Yeni Apolyond köyünü kurmuşlar. Yine burada yaptıkları gibi
balıkçılık ve şarapçılıkla geçiniyorlar. 40-50 kişilik guruplar ile her yıl
adayı ziyaret ediyorlar. Çocuklarına, torunlarına, doğdukları-büyüdükleri
evleri gösterirlerdi. Kısa bir süre öncesine kadar çok düzenli bir biçimde
varlığını sürdüren Rum Mezarlığı'ndaki anne ve babalarının mezarlarında dua
ederlerdi. Ancak Rumlar bir süredir artık Apolyond'a gelmez olmuşlar.
Nedenini sorduğumuzda biri hemen atıldı söze;
"-Artık buradan göçen yaşlı Rumlar yaşamlarını
yitirdiler de ondan gelmiyor" dedi.
Bir diğer köylü itiraz etti;
"-Niye gelsinler ki!.. Şimdi onların doğduğu o
güzelim Apolyond kaldı mı? Çocukluk yıllarında Apolyond daha şirin ve
güzeldi. Bu kasabadaki o güzelim eski 3-4 katlı konakları ile Türkiye'de
eşine az rastlanır bir belde idi. Bu eski konakları biz yıkmadık mı? Kenti
kirletmedik mi? Dahası köydeki Rum izlerini silmek amacıyla Rum Mezarlığı'nı
talan etmedik mi? Artık onların dua edecekleri mezar taşları yok artık
köyde, niye gelsinler. Gölümüzü kirlettik. Tatları damaklarında kalan o
güzelim yayınları yiyemeyecekler ki, niye gelsinler?"
Masamızda oturanlar, hak verdiler bu
köylünün dediklerine!.. Sadece her yıl 40-50 Rum turist için değil, kendi
yaşadıkları bu çevreye saygı için, köyün tek geçim kaynağı olan göle yapılan
haksızlık için pişmanlık duyuyordu köylü.
Söyleşimiz sürerken mezat sonunda minibüse
yüklenen balıklar gecikmesin diye aceleyle kalktık, yola koyulduk. Balık
kokusu içindeki minibüs ile, hızla adadan uzaklaşırken, gözüm Kızadası'ndaki
Apollon Tapınağı kalıntılarına takıldı. Mitolojide Tanrı Apollon'un en
önemli özelliğinin; insanların işledikleri suçların farkına varmalarını
sağlaması ve onları bu suçlarından arındırması olduğunu anımsadım. Tanrı
Apollon, adını verdiği bu kasabada yaşayanlara, çevrelerine verdikleri
hatalarını anlayıp pişman olmalarını sağladığını düşündüm. Ve Tanrı
Apollon'dan, tüm Anadolu'nun güzelliklerini aymazlıkla yokeden
yöneticilerimizin de hatalarını anlamalarını sağlamasını diledim... Sanırım
gücü yeter!..
|