Hüseyin Mevsim
16 kişiden oluşan Yugoslavya parlamento heyeti TBMM’nin davetlisi olarak 14
Mayıs 1953’de Türkiye’ye geldi. TBMM oturumuna katılmaktan başka İstanbul,
Ankara, İzmir’i de gezen heyet 25 Mayısta Bursa’ya geldi. DP milletvekili
Hulusi Köymen ile vali Cahit Ortaç heyeti Karacabey harasında karşıladılar,
ardından konaklayacakları
Çelik Palas oteline geçildi. Belediye başkanı Ali
Ferruh Yücel’in de katıldığı akşam yemeği sıcak bir havada geçti. Ertesi gün
ilk durak
Merinos fabrikası oldu. Sonra Yeşil Türbe, Muradiye türbeleri
gezildi, çarşıda alışveriş yapıldı. Akşamüstü İstanbul’a dönmek için
Bursa’dan ayrıldılar. Gün boyu heyeti izleyen Hakimiyet gazetesi muhabiri
konuklardan birine izlenimlerini sorar, gazetede adı belirtilmemiş konuk
şöyle anlatır: “Bursa, gördüğümüz memleketlerin en güzelidir. Bu kadar
güzelliği ve zenginliği bir arada bulunduran başka bir memleket
hatırlamıyorum. İnsanlarına, taşına ve toprağına hayran gidiyorum. Eğer
Türkiye’ye bir daha gelirsem ilk işim Bursa’ya gelmek olacaktır.
Misafirperver Bursalılara bizim namımıza söyleyin, onlar çok mesut
insanlardır çünkü bu kadar güzel memleketleri var”.
Adı belirtilmeyen bu konuk ünlü yazar Ivo
Andriç(1892-1975)’tir. Drina Köprüsü, Travnik Kroniği, Matmazel gibi
romanlarına Türk okuyucusu, 1961’de Nobel Edebiyat Ödülünü aldıktan sonra
ilgi gösterecektir. Andriç, Yugoslavya devlet başkanı Tito ertesi yıl
Türkiye’yi ziyaret ettiğinde Belgrad radyosuna bir demeç vermişti. Orada da
şunları söyledi: “Kısa bir zaman için de olsa Türkiye’yi ziyaret etme yansı
bulduğum için çok mutluyum. Türkiye, geçmişle bugünün keskin ve belirgin
şekilde kesiştiği ülkelerden biri. Geçmişin, çağdaş yaşamı ve gelişmeyi
sıkmadığı ve ezmediği bir ülke. Bizler, yazarlar için Türkiye’ye yapılan
gezi, gözü ve ruhu besleyen bir gıdadır. Eşsiz kent Bursa (zaman kıtlığından
onu sadece anmakla yetineceğim) yaşamımdaki en büyük sürprizlerden biri
olarak kalacak. Bursa şahane, ama sonuna dek okunmamış bir kitap olarak
yaşıyor içimde. Bu kentte en belirgin biçimde geçmişin ihtişamıyla
uygarlığın gelişimi görülebilir. Bu mutluluğuma küçük bir gölge düşüyorsa o
da belki Bursa’yı bir daha göremeyecek, daha iyi tanıyamayacak olmamdan
kaynaklanıyor”.
İstanbul, Ankara ve İzmir’i gezmiş olan
Andriç, Bursa’da sanki kendini birden Balkanlarda, Osmanlı’nın minyatür bir
izdüşümü olan Bosna’da bulur. Dağı, soğuk ve sıcak suları, kaplıcaları,
çarşısı, Balkan kökenli insanlarıyla memleketini burada duyumsar. Beğenmenin
de ötesinde Andriç Bursa’ya adeta vurulur.
Beş yıl sonra, Bursa’da
büyük bir
yangın yaşandığını duyan Andriç çok üzülür. Çocukluk ve gençliğinde, yirmi
yıllık diplomatlığında hem Yugoslavya’da hem de Avrupa’nın pek çok kentini
görmüş olmasına karşın sadece bir gün gördüğü Bursa için bir yazı kaleme
alır. Belgrad’da haftalık çıkan NIN dergisindeki yazıya bir göz atalım:
“Türk kenti Bursa’da büyük bir
yangın çıktı. Yüzden fazla ev yandı. Tarihi değer taşıyan pek çok yapı yok
oldu, zarar gördü. .. Binlerce okurun kayıtsızca atlayacağı, pek az kişiye
dokunacak bir gazete haberi bana dokundu ve içimi acıttı. .. Büyük ve hatta
ünlü kentler vardır, ziyaret edip üzüntü duymadan ayrıldığımız, arkamızı
dönünce toz bulutu gibi dağılıp giden. Ancak öyle kentler vardır ki içimizde
derin bir yaşantı izi bırakırlar. Bunlar hakkında konuşmak da susmak da
kolay olmaz. Bursa, işte böyle bir yer.
Bursa’nın adı eserlerimdeki
Bosnalı kahramanların diyaloglarında epeyce geçer, yaşam ve tarih mantığı
bakımından kendine özgü bir yeri vardır. Dört yıl önce, bir mayıs günü eski
Bursa’nın otellerinden birinin önünde kendimi bulduğumda mutluluğuma diyecek
yoktu.
Bursa, etekleri ovaya doğru
salınan yüksek, karlı doruklarla kaplı bir dağın sarp vadisinde yer alır.
Daha doğrusu bol dağ suları, sıcak ve soğuk kaplıca suları ve zengin bitki
örtüsüyle sonsuzluğa doğru uzanan, ötelerde bir yerde denizle karışan ovanın
üzerine adeta yıkılır. Burada ovada tekstil fabrikaları, depo ve işçi
semtleriyle kentin sanayi kesimi bulunur. Çünkü Bursa sadece Osmanlı’nın
eski başkenti ve en yüce padişahların türbelerinin bulunduğu yer değil, o
yüce ve uzun tarihi sadece karanlık ve alacakaranlık bir mumyaya dönüşmeyen
ender kentlerdendir. Bursa bugün de sanayi ve ticaretiyle çağdaş yaşamdan
kopmuş değildir, eskiden de ünü çok uzaklara yayılan
ipeği
ve
bıçağıyla
tanındığı gibi. Dostlara ipek, düşmanlara ise bıçak, demişti bana, Bursa
çarşısının bir tüccarı. Yorgun düşünceye dek dolaşarak kentin geçmişinin ve
bugününün sunduğu her şeyi gördüm.
Ancak
şimdi Bursa’nın merkezi kısmının ünlü
Kapalı Çarşı’yla tamamen yandığı
haberi karşısında içimde bir anı canlandı. Bu heyecan verici kentte, Yeşil
Cami önündeki terasta uzun zaman durmuş, eski Bursa’nın, sanki bir maket
gibi önümde serili haritasını seyretmiştim. Çatı, kubbe, köşk, minare ve
sokakların oluşturduğu sarp mozaik, Türk mimarisinin yüzyıllar boyunca bütün
varyant ve modelleriyle tam bir sicilini oluşturuyordu. Bu tablonun bana
ilettiği mesajları
heceleyerek uzun zaman öyle kaldım. En
sonunda dalgın gözlerimi ışıklanmış batı ufkuna yöneltince hayalimde,
yıldırım hızıyla, uzun zaman bu noktadan hareket eden Osmanlı egemenliğinin
yüzyıllarca sürmüş sürecini gördüm. Bununla beraber Osmanlı kentlerinin
ortaya çıkışı ve gelişmesini, insan yerleşmelerini ve toplumsal yapıları
gördüm.
O anda gözümün önünde Osmanlı
askeri ve devlet gücüyle yaşam tarzının, buna paralel olarak da mimarisi ve
kentçiliğinin yayılışının uzun yolu serildi. Bu mimari ve kentçiliğin
gelişme, yükselme ve gerileme sürecini gördüm. Ayrıca, aslına ve kaynağına
sonuna dek sadık kalarak, yaratıcı gücü olduğu sürece her yerde, ortak bir
istikrarla böyle yapı ve sokaklar, bahçe ve çeşmeler, ibadethane ve hamamlar
inşa edildiğini gördüm. Bu yapılar zevk, boyut ve görkem açısından her zaman
aynı olmasa da en azından mimari ilke ve toplumsal işlev açısından aynı. Bu
hat üzerinde sadece Üsküp ve Saraybosna değil ama biraz daha ücra konumlu
Maglay ve Poçitel gibi birçok kentimiz vardır. Bunlar, sözünü ettiğimiz
hattın daha güçlü veya zayıf, ancak nesnel kentçilik ve mimari yansımasıdır.
Sözünü ettiğim anlık görüntünün
ışığında yıkan ve yapan, ilerleyen ve bizim topraklarımızda da kalan bu
gücün asırlarca sürmüş yolculuğunu izledim ve gözümün önüne olabildiğince
net getirmeye çalıştım. .. Yolculuğum boyunca yaşamış olduğum başlıca ve en
dirin anım buydu. Bugün bile içimde parıldayıp duran bu anla zenginleşmiş
olarak Bursa’dan ayrıldım. Işıklı ve yeşil Bursa’nın anısı, onu bir kez daha
görme ve hissetme isteği içimde yaşamaktadır. Bursa artık yanmış ve zarar
görmüş olsa da. Kim bilir, belki tam da böylesi felakete uğramış
olduğundandır.