Dr. Doğan Yavaş
Bursa Çarşısı ve Hanları
deyince çok kapsamlı bir tabirden bahsediyoruz. Çarşı, han, kervansaray,
kervan, bezzazistan, bedesten velhasıl bizim dilimizde kullanılan alışveriş
ile alakalı, ticaret binaları ile alakalı ne kadar tanım varsa hepsi bizde
vardır. Tabii buna bakarak, “-Türkler göçebe bir kavim idi, dolayısıyla
böyle ticari işlerden ve yapılardan anlamazlardı” diye, geçmişte yapılan
yorum ve eleştirilerin artık geçerliliğini yitirmiş olduğunu da anlıyoruz.
Çünkü biz biliyoruz ki Türklerin ilk şehirleşmeye başlamaları Uygurlar
zamanında olmuştu, Uygur kağanları kervan yürütüyorlardı ve kervanlardan
elde ettikleri gelirler sayesinde devletin ayakta kalacağına inanmışlardı.
Hem halkıın refah seviyesini yükseltmek hem de orduyu beslemek için ekonomik
yönden kervanın getirisine büyük ihtiyaç vardı. Dolayısıyla biz bu ticaret
konusuna yabancı değiliz, daha Anadolu öncesinde de ticaret ile uğraştığımız
için Türkistan’daki kervan yolları üzerinde onlarca hanlar ve kervansaraylar
da inşa etmişiz. Yani gerekli alt yapı, Anadolu’ya gelmeden önce bizim
kültürümüzde zaten vardı ve hazır durumdaydı, onun için de Osmanlı
Devleti’nin kuruluş aşamasında gelişmiş plan şemasına sahip ticaret
yapılarının inşa edilmesi zor olmadı.
Peki Anadolu’ya gelince çok daha
önemli bir durum ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz Anadolu, medeniyetlerin
beşiğidir ve Asur ticaret kolonileri ilk defa Anadolu’da yerleşmiştir.
Milattan önce 3000’li yıllarda yani günümüzden 5000 yıl kadar önce Asurlu
tüccarlar, Anadolu’da bulunan ticaret kolonileri, yani pazar yeri kurmuşlar.
Bu ilkel alış veriş yerlerine karum diyoruz ve ilk kurulan pazar yeri de
Kaniş Karumu’dur. Kaniş Krallığı’nın topraklarında kurulduğu için bu ismi
almış. Bugünkü adı ile de Kültepe denilen yer. Neresi burası; Kayseri ili
dahilinde, yani Kayserililer Anadolu’nun ilk tüccarları, onun içinde bu
yörenin insanları bilhassa Kayserililer ticaret yatırımında girişimci olarak
bilinirler ve bu özelliklerini hala devam ettirmektedirler.
Anadolu
Selçukluları ve sonrasında diğer Anadolu beylikleri de birikimlerini bu
topraklarda değerlendirmişler. Anadolu’da yüzü aşkın han ve kervansarayın
inşa edilmiş olması ticarete ne kadar önem verildiğinin göstergesidir. Ama
Osmanlı’ya gelince, Osmanlılar bu konuda bayağı şanssız çünkü diğer
beyliklerin hepsinin toprakları üzerinde daha önce bir Türk sanatı, Türk ve
İslam sanatı yapılaşması ve örnekleri var. Anadolu’da 100’ü aşkın sultan
hanı var ama Bursa’da ve civarında öyle bir şey yok. Dolayısıyla ne varsa
Osmanlı bunu yeniden yapmak zorunda ama bizde ticaret kültürü zaten var ve
çok çok önce Türklerin, devletin bekasının bu kervanlar sayesinde
sağlanabileceği fikri bizde de geçerli. Selçuklularla akrabalığımız var,
alışverişimiz var, biliyorsunuz 1302 Bapheus (Koyunhisar) savaşında
Selçuklular’dan bir askeri yardım var, binalarda teknik yardım var, ve
dolayısıyla yapılan ilk yapılarda da onların etkisi var.
Burada,
Osmanlı’nın mimarlık ve sanatta ortaya koyduğu eserlerin hangi şartlarda
oluştuğunu anlamak zorlaşmakta ve “-Nasıl oluyor da 400 çadırdan ibaret bir
aşiret birden bire bir devlet kuruyorlar” sorusu sorulmaya başlanmaktadır.
Son zamanlarda bu sorunun cevabı araştırılmaktadır. Osman Gazi’nin edebi
sanat tadındaki meşhur vasiyetini burada kısaca hatırlayalım: “Gönül
kerestesiyle bir Yenişehir ve Bazar yap / Zulm eyleme rençberlere Her ne
ider isen var yap / Eski Yenişehri bari İnegöl’e dek hep varı / Kırıp
geçirip ağyârı Bursa’ya dek yık tekrar yap”. Osman Gazi’nin oğlu Orhangazi
de büyük bir yapı adamı, kendisi 1326-1360 tarihleri arasında beylik yapmış,
yaklaşık 34 yıl içinde 130 tane eser ortaya koyuyor. Bunun içinde Yenişehir
de var. Beldeleri imar etmeye ve etrafı bayındır hale getirmeye düşkün bir
bey, diyelim çünkü daha padişah değil. Meşhur Tancalı Müslüman seyyah İbn-i
Battuta, Anadolu’ya geldiğinde Bursa’ya da uğruyor, Yenişehir’ e geliyor,
İznik’ e geliyor ama Orhan Bey’le görüşemiyor. Niye? Nereye gitse, -Dün
buradaydı ayrıldı, başka yere gitti oradaki inşaatları denetliyor. Diyorlar.
Biliyoruz ki Bursa’nın fethi uzun yıllar sürmüş ve alınır alınmaz da hızlı
bir imar faaliyetine girişilmiş. Daha önceleri burada hiç Türk ve İslam
yapısı yok, ticaret yapısı da yok ve şehrin dışına apayrı bir yere bu
ticaret sahasının çekirdeğini oluşturacak olan Orhan Bey Külliyesi’ni inşaa
ediyor. Bugün Orhan Camii’ni biliyoruz ama hemen yakınında yıkılmış ve
günümüze gelmeyen imaretten, mektepten haberdar olmadığımız gibi, bugün
ayakta olan Beylik Hanı veya Emir Hanı dediğimiz yapının, Orhan Bey
Külliyesi’nin bir parçası olduğundan da haberdar değiliz. Onu ayrı, müstakil
bir yapı zannediyoruz, halbuki Gazi Orhan Bey Vakfı’nın bir binasıdır ve
Orhan Bey Külliyesi’ne gelir getirmesi için yapılmıştır. O halde bu çarşı
faaliyetinde, han faaliyetinde mutlaka bu vakıfların da rolü var. Bey Hanı
veya bugün Emir Hanı dediğimiz han, aslında Bezzazistan’dır ve Aynalı Çarşı
dediğimiz yer de aslında Orhan Bey Külliyesi’nin hamamıdır. Çok sonraları
işlevini yitirince bu hamam çarşının bir parçası olmuş ve içinde dükkânlar
oluşmuştur. Bu külliye binaları bir avlu içine alınmıştı, çünkü ilk defa
Bursa’ da böyle şehir dışında bir külliye yapılmış ve külliye binalarından
biri de Bezzazistan. Altın telli, gümüş telli, çözgüsü normal ipek ama
atkısı gümüş veya altın olan kumaşlar çok değerli, bunların muhafaza altında
tutulması gerekiyor bu yüzden etrafı duvarla çevrili. Bir de bu külliye
şehir surlarından da uzakta olduğu için savunması zor. Bursa’ dan sonra
gerek Edirne de gerekse İstanbul’ da artık çarşıların hemen sur dibinde
olduğunu görüyoruz. Tahta’l-kal’a, kale altı demektir, günümüzde Tahtakale
dediğimiz tabir buradan gelmedir, çok sormuşlardır bana, -Tahtakale’de sur
kapılarından bir tanesi ahşaptan mıdır? Diye. Genelde ahşaptan ama üzeri
zırhlı, bu Tahtakale denmesine sebep değil. Kalesi olan şehirlerin pazar
yerleri, genelde kalenin hemen dibinde kurulur, herhangi bir tehlike anında
kaleye sığınmak için olsa gerek.