Mürüvvet Yener
(1913-1994) 1935'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten
sonra Adana'da göreve başladı. 1949'da Bursa'ya atandı. 1976'da emekli
olduktan sonra kimsesiz çocukların eğitimiyle ilgilendi. "Hakim Anne"
sanıyla ünlendi, Bursalıların sevgi ve saygısını kazandı.
|
|
Yüksel Baysal
Nazım ve Bursa konusunda hazırlık yaparken, ünlü
tarihçi Taha Toros’un Nazım Hikmetle ilgili bir anı kitabı yayınlandı.
Cumhuriyet kitaplarından yayınlanan kitap, Nazım ve Bursa açısından önemli
bilgiler içeriyor. Taha Toros’un Nazım’ın yaşam öyküsünden parçalar
aktardığı çalışmanın Bursa bölümünü özetleyerek bilginize sunmak istiyoruz.
NAZIM HİKMET’İN CEZAEVİ GÜNLERİ
AÇIK CEZAEVİNDE
BİR ODADA İKİ KADER KURBANI
Cezaevinde dokumacı
mahkumlardan, Nazım Hikmetle Alaaddin Özedar ayın odada kalıyordu. İkisi de
Batı dillerine aşına, kültürleri renkli kişilerdi. Benim müfettiş olarak
şikayetlerini dinlemek üzere gittiğimde Nazım Hikmet, arkadaşı Alaaddin
Özadar’ın portresi üzerine çalışıyordu. Bu iki kader kurbanı kültürleri
ile hapishane havasını hafifletmiş gibiydiler. Çok samimim yaklaşımları ve
müşterek kader dostlukları vardı.
Nazım Hikmet ile oda arkadaşı
Alaaddin’e şikayet dilekçelerindekilere ekleyecekleri olup olmadıkları
sormuştum. Nazım Hikmet, kendileri hakkında kooperatif işlemlerinden
şikayetçiydi. Çünkü, yıllarca kooperatif ortağı olarak kabul edilmişler ve
pamuk ipliği alarak havlu dokumuşlar ve kooperatife teslim etmişlerdi. Hatta
ortaklık numaraları da vardı. Bu bakımdan, hapishanedeki dokumacılar,
kooperatif ortakları, dağıtılan ipliklerden yararlanıyor, tezgah başına
düşen hisselerini alıyorlardı.
Ancak, kooperatifin sene sonu
temettüleri bunlara verilmediği gibi, fenni tesisat adı altında, alacakları
hisseden de bir miktarı kesiliyordu.
Ancak gerek valilikçe, gerekse
kooperatif yönetimince işin bir başka yönü vardı. Her iki tarafın
uygulamasında, cezaevindeki tezgah sahipleri ortak sayılmıyordu! Bu
bakımdan, şikayetlerinin bir kısmı kabul edilmişti. Gerekçesi şuydu:
Kooperatif statüsüne göre, kooperatife ortak olmak için Türk tabiiyetinde
bulunmak, 18 yaşını doldurmuş olmak ve mahkum edilmemiş bulunmak
gerekiyordu. Oysa cezaevinde kendilerine dokuma tezgahı verilmiş olanlar hem
ortak sayılıyorlar hem ortak kabul edilmiyorlardı.
Bu konuda Nazım
Hikmet’in sinirlendiği ve tekrar ettiği konu şuydu: “Ben iplik alırken
kooperatif üyesi sayılıyorum. Ama temettüden hisse dağıtılırken, kooperatif
üyesi değilim!... Ben devekuşu muyum?”
Bunların dilekçelerinde aynı cümle
yer almakla beraber:
Şikayetlerine ilave edecek başka bir husus var mı,
sorusuna karşılık veren Nazım Hikmet’in:
“Müfettiş bey, ben devekuşu
muyum? Cevabını hiç unutamıyorum.”
HAVA ALMAK İÇİN HAPİSHANEDEN ŞEHRE ÇIKMA TERTİPLERİ!
Nazım Hikmet, Bursa şehrini istinabe tarikiyle ifadesi alınmak için
hapishane araçları ile mahkemeye getirilip götürülürken görünüyordu. Her
ne kadar hapishaneden Uludağ güzel görünüyor, ona ılık bir şiir yazma imkanı
veriyorsa da bu onu oyalamaya kafi gelmiyordu. Hapishane havası, zaman
zaman Nazım Hikmet’ı sıkmış olacak ki, kendine özgü uygulamasıyla şehirden
hava alma imkanı buluyordu! Bir keresinde hapishane arkadaşlarından seçtiği
iki kişiye yapmacık kavgalar tertipletti. Birbirinden davacı duruma düşürdü.
Kendisi de, güya bu olayın şahidiydi!
Bu suretle cezaevinden mahkemeye
gelip giderken kısa da olsa, şehir havası alıyordu. O sırada Sulh Ceza
Hakimi Mürrüvet Yener’di.
1935 yılında İstanbul Hukuk’tan
mezun olan Mürüvvet Yener,
1930’lu yılların sonunda meydana gelen Erzincan
depremi sonrası Bursa’ya tayin oldu. Mürüvet’in Bursa’da 1940’ta Yüce,
1945’te Haluk adında iki oğlu oldu. Mürüvvet Hanım, Bursa Adliyesinde
Sulh Ceza hakimi olmakla beraber, ağır ceza azalığı yapma selahiyetine de
sahipti. O sıralarda, Bursa Ceza Mahkemesi tarafından Nazım
Hikmet’in ifadesi alınacaktı. Mürüvvet hanım, merak ettiği Nazım Hikmet’i
yakından görebilmek için o günkü duruşmaya ağır ceza sıfatıyla katıldı. Daha sonraki yıllarda Mürüvvet hanım asıl görevi olan Sulh Ceza hakimliğine
devam etti. Ne var ki, Nazım Hikmet, Mürüvvet’in kendisini
yakından görmek arzusu ile ağır ceza azalığı yetkisiyle mahkemede
bulunduğunu, çok sonra işitmişti. Bu defa kendisi, Mürüvvet Hanım’ı yakından
görebilmek için yukarıda dediğimiz yapmacık tertiplemişti!
Nazım Hikmet, bu yapmacık tertibini bir kere daha tekrar etmişti. Mürüvvet
Hanım bu tertibi sezinlemekte geç kalmadı. Mürüvvet Yener ile Nazım
Hikmet’in mahkemede son görüşmeleri ilginç bir olayla ilgilidir.
Bursa cezaevindeki Bulgar kökenli bir kişinin ceza müddeti bitmiş ve tahliye
günü gelmiştir. Ne var ki, kış kıyamette uygun adamın ayakkabısı yoktur.
Nazım Hikmet iki çift ayakkabısından birini muvakkaten buna verir. Bulgar
mülteci onu giyerek dışarıya çıkacak ve kendine bir ayakkabı aldıktan sonra
Nazım Hikmet’in verdiğini iade edecektir. Ne var ki, bu mülteci Bulgar,
hapishaneden çıktıktan sonra bir daha uğramaz! Nazım Hikmet’in postal dediği
ayakkabı da geri gelmez.
Ama Nazım Hikmet bu olayı değerlendirmekte
gecikmez! Bulgar mülteci aleyhine Sulh Ceza mahkemesinde dava açar! Nazım
Hikmet postalının derdinde değil, zaman zaman hapishane havasından sıkıldığı
için hava değişikliği derdindedir. Aralıklarda Mürüvvet Yener’in adliyedeki
odazına gelip gider. Duruşma sık sık ertelenir! Postalı götüren mülteci,
polis tarafından aranır, aransa da bulunamaz! Davacı Nazım Hikmet, bu
Bulgar’ın mutlaka bulunup mahkemeye çıkartılmasında ısrarlıdır. Sonunda
polisten müspet cevap gelmez. Postalı alan genç ortadan kaybolmuştur.
Bu basit polisiye vaka dolayısıyla açılan davada Nazım Hikmet ol bol hem
şehir havası alır hem de Mürüvvet Yener ile konuşma imkanı bulur. Hatta
zaman zaman bu geliş gidişlerinde, Mürüvvetle sohbette bulunur. Bu konuda
Mürüvvet’e şöyle söyler:
“Hakim hanım, aslında bu postalın peşinde
değilim! Adama acıdım ayakları çırılçıplaktı… Bu acıma hissiyle yedek
postalımı verdim… Getirseydi zaten almayacaktım. Ona hediye edecektim.”
Yukarıda sözünü ettiğimiz Mürüvvet Yener, mesleğinde deneyimli bir kadındı.
Bütün ömrü Bursa’da geçti. Yargıtay azalığına atanacakken bu görevi kabul
etmeyerek, Bursa’da hakimliğine devam etti. Emekli olduktan sonra da
Bursa’ya yerleşti. Kendisini hayır işlerine verdi. Yıllarca Çocuk Esirgeme
Kurumunda yönetici olarak bulundu ve kurumun başkanlığını yaptı.
Mürüvvet Hanım’ın bir başka özelliği, tanrı vergisi olan güzel sesiydi.
Bursalıların, özellikle köylerde yapılan düğünlerin davetlisi olarak gider,
düğünlerinde onlara güzel sesiyle şarkılar hediye ederdi. Bu bakımdan da
Bursalıların ve halkın kalbinde derin izler bırakmıştır.
Sanıyorum,
İhsan Sabri Çağlayangil’in Bursa valiliği döneminde oraya gelen
Cumhurbaşkanı
Celal Bayar ve ara sıra ziyarette bulunan Adnan Menderes
şerefine tertiplene ziyafetlerde Mürüvvet Hanım mutlaka bulundurulur ve
güzel sesiyle herkesi kendine hayran bırakırdı. Rahmetli dostum İhsan
Sabri’ye göre: “Evet Mürüvvet Hanım, hakimliği bırakıp sahne hayatına
girseydi, bu güzel sesiyle ikinci bir Safiye Ayla olabilirdi.”
(Taha
Toros, kitabının bu bölümünde cezaevlerine dokuma tezgahının Şevket Süreyya
Aydemir’in Sanayi Bakanlığı’nda genel müdür olarak görev aldığı sırada
sokulduğunu anlatır. Sonra bunun ilk uygulamalarından birinin Bursa’da
yapıldığının altını çizer. Aydemir’in amaçladığı proje Adalet Bakanlığınca
onaylanmıştı. İlk uygulama Bursa Cezaevindeki üç mahkuma yönelikti. Bursa’da
havlu dokumacılığı ile ilgli bir kooperatif vardı. Bu üç mahkum, bu
kooperatife üye olarak kaydedildi ve kendilerine dokuma tezgahları verildi.
Bu dokuma tezgahlarının hammaddesi olan pamuk iplikleri, ticaret bakanlığı
kanalı ile halk bankasınca dağıtılmaktaydı.
O yıllarda Bursa Valisi
meşhur
Haşim İşcan idi. Vali Haşim İşcan Bursa’yı güzelleştirmek için bir
cemiyet kurmuştu. Bursa’yı Güzelleştirme Cemiyetinin geliri, varlığı
elverişli olanların bağışlarıyla ve Haşim İşcan’ın uyguladığı özel sistemle
elde ediliyordu. Haşim İşcan bazı maddelerin devlet eliyle dağıtımında da
cüzi bir miktarda olsa kurduğu Cemiyete bağış yaptırıyordu. Mesela, o zaman
dağıtıma tabi olan gazyağının her litresinden birkaç kuruş alınıyordu. Halk
arasında buna Haşim Bey Vergisi denilmekteydi! Vali Haşim Bey bu suretle,
hazineden alamadığını bu cemiyet vasıtasıyla elde edebiliyordu.
Haşim
İşcan, yukarıda belirttiğimiz dokumacı kooperatifinin ortaklarına yıl
sonunda dağıtılması gereken payların yönetim kurulunu etkileyerek
güzelleştirme cemiyetine aktarılmasını sağlamaktaydı.
Bu
olayla ilgili Bursa Cezaevindeki havlu dokumacılarından Nazım Hikmet ile
Alaaddin Özadar şikayetçi oldular ve dilekçelerini üst makamlara
gönderdiler. Diğer bir konu da Bursa Havlucular Kooperatifi’nin
ortakların kakından kesinti yapmalarıydı. Bu konularda
ilgili şikayetler Ankara’dan Bursa’ya müfettişler göndermek suretiyle
incelendi. Şikayetin hedefi vali olduğundan konu önce
mülkiye müfettişlerince ele alındı. Ne var ki, mülkiye müfettişleri konuyu
Havlucular Kooperatifinin tasarrufu niteliğinde gördüklerinden ve
kooperatiflerle bölge iktisat müdürlüğünün ticaret ve iktisat bakanlığına
bağlı bulunmasından dolayı bu bakanlığın müfettişlerince tahkiki gerektiği
sonucuna varıldı. Bunun üzerine konu bu bakanlığa intikal etti. O sırada
Bakanlık müfettişi olarak Ankara’da görev yapmakta olduğumdan konu bana
havale edildi. Üzerinden 60 yıla yakın zaman geçmiş olması
dolayısıyla bu konudaki mevzuat ve geleneğe uyarak olayın yayımlanmasını bu
yıla kadar erteledim.
Nazım Hikmet ve Alaaddin Özadar’ın
aynı konudaki şikayetlerini, ikinci kerede Havlucular Kooperatifinin
tefrişini yapmak üzere 1940’lı yıllarda iki defa Bursa’ya gittim. İlk
gidişimde Bursa cumhuriyet savcısı Hayrettin Şakir Pek idi. Bursa ceza ve
tevkif evi müdürü Tahsin bey idi. Tahsin bey binbaşılıktan emekliydi.
İkinci kere Bursa’ya gidişimde Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal ve Cezaevi
Müdürü Kutsi bey idi. Her gidişimde mahpuslarla alakalı tüm konularda
önceden cumhuriyet savcısı ile temas etme gereğine uyarak bu görevlerde
bulunan Hayrettin Pek ve İzzet Akçal ile görüştüm. Daha önce Vali Haşim
Bey’i ziyaret ederek durumu anlattım ve açıklama yapmasını rica ettim.
NAZIM HİKMET’İN DOKUDUĞU İMZALI HAVLULAR
Bursa havluları kaplıca için buraya gelenlerin dönüşlerinde götürdükleri en
makbul hediyelerdendi. Sürümü fazla olduğundan Bursa’da havluculuk çok
gelişmiştir. O yıllarda havluculuk, gözde bir meslekti. Hatta, İzmir
Fuarı’na bol miktarda gönderilir, orada da satılırdı. Bursa Havlucular
kooperatifi üyeleri değişik türlerde havlular yaparken, Nazım Hikmet’in
dokumalarında, kendine özgü bir buluşu vardı.
Dokuma
tezgahında, havluların bir köşesine kırmızı iplikle imzasını atıyordu.
Bu
imzalı havlular daha yüksek fiyata satılıyordu!
Bunlardan
İzmir Fuarı’na gönderilmesi bir propaganda kuşkusuna neden oldu. Bu yüzden
imzalı havlu devam ettirilmedi. Ancak bu uygulama, hediye mahiyetinde, yakın
dostlarına ve arkadaşlarına verilmekten öteye gidemedi.” |