Niyazi Menteş (1934-2005) Gazetecilik yaşamına 1954'te Hakimiyet
gazetesinde başladı. Sırasıyla Bursa Ekspres, Hakimiyet, Yeni Ant, Haber,
Marmara ve Bursa Hakimiyet gazetelerinde gece sekreteri, muhabir, yazar ve
arşiv görevlisi olarak çalıştı. 1986'da, Mümin Gençoğlu'nun yayımladığı
Hakimiyete geçti. Köşe yazarlığına başladı. Bu gazetenin 1994'te yenilenerek
Bursa Haber adıyla yayın yaşamını sürdürmesinden sonra da köşe yazmaya devam
etti. 1995'te Bursa 2000 gazetesine geçti. Bursa'da geniş bir çevreyi
yakından tanıması ve sahip olduğu bilgi ve fotoğraf arşivi dolayısıyla
yazıları ilgiyle izlenen yazılar ve 1999'dan itibaren köşe yazıları yazdı.
1964'ten 2000'e değin TRT'nin Bursa muhabirliğini yaptı. Yayımlanmış
yapıtları: Vefasız Olsa da Zaman Gönül Kahvesi (Bursa 1996), Bursa
Hikâyeleri (Bursa 2000).
|
|
Bursa’nın eskileri anımsar! Ağustos-1958 yangınından önce kapalı çarşının
girişinde, saraçhanenin üst bölümünde, dillere destan bir sokak var. Adı:
“Şekerciler çarşısı.”
Çocukluk günlerimden anımsıyorum. Söz konusu
yerden geçerken babamın dizlerine sarılır, bir külah dolusu fındıklı,
fıstıklı, susamlı, portakallı akide şekeri almasını isterdim, almayınca da
huysuzluk ederdim.
Sokağın çıkış noktasında bakımlı bir dükkân vardı. Sahipleri;
Rasim-Adem
Öztat kardeşler. Küçük kardeş Adem Öztat, Kayıhan semtindeki ünlü yağhane
sahibi Ali Bey’den 'tâhin helvası' yapmasını öğrenmişti. Yıl: 1947..
Ardından iki kardeş birikimlerini ortaya koydu. Şekerciler çarşısında dükkan
açıp ünlerine ün kattı. Ama ne yazık ki 58 yangını her şeyi bir anda kül
etti. Şimdi o görkemli çarşı anılarda yaşıyor.
Bursa’da “Unutulmazlar
listesi”nde sayıları elliyi geçmeyen renkli simalar vardır.
Borsa Başkanı Rıza Aydın bunlardan biri. Borsa’nın
değişmez başkanı Aydın geçen hafta aynı göreve “15’nci kez” seçildi. Bir
açıdan rekora koşuyor. Başkanı 35 yıldan bu yana tanırım. Dört dörtlük
yöneticidir. Sessiz-derinden gider ama, tuttuğunu koparır, Borsa’nın hakkı
ile birlikte Borsa çalışanlarının da hakkını arar.
Biliyor musunuz bilmem? Nereden bileceksiniz, Borsa’nın öğle yemeklerinin
tadını? Borsa lokantasının bir kapuskası vardır ki, yiyen bir daha tadını
unutamaz.
“Hadi
canım, alt tarafı kapuska” demeyin. Gidip yemenizi öneriyorum.
*
*
*
1942 yılı karneli
yıllardır. O yıllarda
2. Dünya Savaşı vardır. Yine o yıllarda kıtlık vardır.
Ekmek vesika ile satılmakta, vesikayı kaybeden aç kalmaktadır.
Ben o yılları yaşadım. Karne uğruna az şeyler yapılmadı. Karneyi
tahrif edenler, sahtesini basanlar az karakolluk olmadı. Açlık vardı, her şey
iki
dilim daha fazla ekmek içindi. Böylesine sıkıntılara rağmen bizim kuşak Cumhuriyet
Bayramlarında konutuna, dükkanına bayrak asmayı unutmadı. Benim
kuşağımın bildiği tek şey zorluklarla sağlanan Cumhuriyetti, onun faziletleri
idi.
Geçenlerde adı bizde mahfuz bir Mudanyalıdan
dinledim. Sözüne güvenilir mert insandır. Duyduklarımı sıcağı sıcağına
sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.
Efendim. Yakın geçmişin Genel Kurmay Başkanı;
şimdi siyasal arenada, DYP Milletvekili olarak yer alıyor. Dobra yapılı,
babacan insan Doğan Güreş 50’li yıllarda Mudanya’da üstteğmen rütbesi ile
garnizon komutanlığı yapmakta. Yine eski Mudanya insanlarından öğreniyoruz;
genç üstteğmen adam akıllı yakışıklı olup, çapkın. Nice hanımların kalbini
hoplatıyor. İşin bu yanını yakın dostu Mudanyalı Güngör Güray’dan çok
dinlemiştik.
Üstteğmen Doğan Güreş’in ilçede Dr. Erdoğan Bey diye anılan bir dostu
bulunuyor. İkilinin yedikleri içtikleri ayrı gitmemekte. Güreş ile doktor
bey günlerden bir gün felekten gece çalma amaçlı Bursa’ya gider. Geç
saatlere kadar eğlenilir. Hani bekarlıkta, gençlikte her erkeğin üstesinden
geldiği olağan vak’alardan biri, kronikleşmiş davranış biçimi; ya da ortak
kültürün değişmez parçası diyebilirsiniz buna.
Sadede geliyorum. Saat 01.00 sıralarında ilçeye dönülür. Dönülmesine
dönülür de ayrılmaz ikilinin yanında bu defa güzel bir hanım yer almaktadır.
İkili demeyeceğim; üçlü, doğruca Erdoğan Bey’in ofisine gider.
“Şişede durduğu gibi durmaz” demişler. Bursa’dan
gelen hanım arkadaş, alkol duvarını çoktaan aşmış olmalı; kolu pencere
camına takılır, muayenehanenin o bölümü bir anda tuz-buz olur. Muayenehane
Mütareke binasına (Tarihi Beyaz Ev) yakın bir yerde ve karşıt bölümde anlı
şanlı Şehir Kulübü vardır. Burada hararetli bir bezik finaline katılanlar
“ne oluyor” diye sokağa fırlar ve soluğu sesin geldiği doktor ofisinde
alırlar. Hepsi bu
kadar!. Bugünün
gençlerine aptalca gelebilir ama, eski dönemlerde sayın okurlar, ibadet de,
rezalet de gizlilik içinde yürütülüyor.
Yine sadede gelelim:
Gerçekten de zor durumda kalan doktor bey meraklı
kişileri ikna etmeyi başarır:
“Önemli değil... Hastam depresyon geçirmekte.
Kendisi bir yakınımın eşi. Tedavisi ile meşgulüm. Hepinizden özür dilerim..”
Meraklı taifesine gelince; bezik masasına döner
ama.. doktor çevresine bakar ki, Doğan Üstteğmen ortada yok. Bir süre bekler
ve evini arar. Güreş
Üstteğmen’in yanıtı şöyle:
“Ne yani, orada kalıp, sicilimi mi kirleteydim?
Ben askerim oğlum! Üstlerim ne der? Ya Genelkurmay duyarsa? Mudanya’da
pisi pisine karakolluk olmak istemeyip arka kapıdan sıvıştım. Biliyorum ki
işi idare edeceksin. Hem canım belki ilerde Genelkurmay Başkanı oluruz.
Sicil benim için önemli...”
*
*
* Kesin hatırlayamadım ama 1963-64 yılları olabilir. Yeni
Ant
gazetesinin sahibi Derviş Sami Taşman’a Çatalfırın semti banka
müdürlerinden biri telefon eder:
“Berkant-Serpil Örümcel adlı iki aktrist 11.00
sularında Bankaya gelip para çekecek. Haber açısından bilginiz olsun...”
Telefon, karşılıklı teşekkür faslından sonra
kapanır. Gazeteden
bu iş için yazarınız görevlendirildi. Yıldızları yeni parlamakta olan söz
konusu insanlar ile -o vakit belki evli değillerdi- yarım saat kadar söyleşi
yaptığımı anımsıyorum. Şimdi aklınıza şöyle bir şey gelebilir:
“Peki, pek o kadar ünlü değiller de neden bankadan
gazeteye telefon ediyorlar”.
Açıklayalım: Bankanın Müdürü Beyefendi pavyona
gidip Örümcel-Berkant’ın gösterisini beğenmiş. Gazetede haber yapılsın
istiyor. Konu bundan ibaret.
Geçen ay Show Tv’de bu kişileri seyrederken eski
günler gözümün önüne geldiğinde hüzünle karışık ürperti geçirdim. Serpil Örümcel’e 35 yıl önce “Bayan Bacak”
diyorlar. Güzel bir insan. Enfes dans ediyor, sevilip sayılmakta. Üzerlerinde siyah bir deri mont vardı. O vakitler
Mahmut Pehlivan’ın Kültürpark’ta ünlü pavyonu Park Pavyon var, söz konusu
yerde Bursalı varlıklı kişilere gösteri yaparlardı. Dikkatinizi çekerim, o
vakit pek meşhur değiller. Her şey sonradan oldu.
*
*
* Bursa-Uludağ
Hava-i Hattı’ndan, (Teleferik) bahsediyorum. 1955’de dönemin cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın emri ile başladı; inceleme-etüd derken hareketlilik hızlandı,
hizmete girişi 29 Ekim 1963. Tüm kent halkı havalara girdik. Öyle ya..
Türkiye’nin ilk hava-i hattının sahibi olmuştuk, niçin gururlanmayalım?
Bunları, aradan geçen onca zamandan sonra neden
yazıyorum? Efendim,
Teleferik’in ilk açılışı oluyor, dönemin Valisi Fahrettin Akkutlu teleferikle
boşlukta bir gelin gibi süzülerek dağa çıkarken aşağıdaki yeşille göz atıp
şöyle dedi:
“Belediye-Vilayet ikilisi olarak teleferikte sigara içme yasağı koyalım. Bir
takım sorumsuzlar aşağıyla izmarit atar, bu câânım yeşillik cehenneme döner,
yanarız!.” Çok şükür
böyle olumsuzluk olmadı ama, ne vakit teleferiğe binsem, dönemin valisinin
bu uyarısını alkışlarım......
Sigara ile devam edelim. 1950’li yıllarda
Bursa’da iki ünlü doktor yaşardı. Siyaseti sonraları meslek edinen bu
ünlülerden birinin adı Dr. İbrahim Öktem, diğerinin Dr. Fahri Komman.
Dikkatinizi çekerim, ikisi öncelikle keskin birer tıp adamı. Sigara
müptelası olup, günde iki paket Bafra sigarası tüketiyor. Uzatmayalım ikisini de
akciğer kanseri sonunda yitirdik.
*
*
* Yazarınız 7 Ocak tarihini unutamıyor. 56 yıl geçti
unutması mümkün değil. Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da Bursa’da mayalandı. Baş
mimarlar; Celal Bayar, Adnan Menderes, Prof. Fuat Köprülü. CHP’den ayrılarak
D.P.’yi kurduklarında partinin sloganı şöyle: “Her mahallede bir milyoner
olacak, her gecekondunun kapısında bir otomobil bulunacak...”
Slogan tuttu mu? Evet, tuttu ama geleceğe mâtuf değildi. Kısa
süreli oldu. Nedeni, D.P. 1950 mayısında iktidar olur olmaz parayı devalüe
etti, kısa sürede milyon edebiyatı çürüdü. Bir başka deyişle, estirilen
rüzgar, sonuna dek yelken dolduracak türden değildi. Aslında D.P. kurulduğu
yıl 1946’da iktidar olacak ama 'Deneyimsizler ordusu' denerek, yeteneklerine
güvenilmedi. Kim bilir, belki doğru idi. 1951-52 yıllarında Türkiye’de aklın alamayacağı
bayındırlık hareketi gözledik. Fabrikalar, barajlar, yollar bunun baş
örneğidir. İnsanlar, “Demokrasi ne iyi, şükür kavuşturana” demeye başladı.
Hiç unutmuyorum. DP’nin iktidar olmasının üstünden 4-5 ay geçti,
Bursa Atatürk meydanında bir kabadayı silahını havaya boşaltıp, savcılık
makamına çıkarıldığında şöyle ifade verdi: “Ne olmuş?. Demokrasi geldi memlekete. Tek parti baskısı bitti.
İnsan aşka gelince havaya ateş açamaz mı?”
Niyazi Beyin www.mudanyaonline.net veb sitesindeki yazılarından
derlenmiştir.
|