
Bursa Anadolu Lisesi
Hasretlik
Bursa
|
Söyleşen: Aytül Seyhan Dursunoğlu, Alper Can
(28.01.2025-
Uludağ Ticaret Merkezi-Nilüfer)
A.C.: Dedenizden, babanızdan başlayarak
sizi tanıyabilir miyiz? Bendeniz Hüsamettin Örüç. 21.08.1931
doğumlu, ilk, orta, lise eğitimini Bursa’da tamamlamış, meslek hayatını
hâlen Bursa’ da geçirmekte olan Bursa’nın öz çocuklarından biriyim.
A. C.: Hangi mahallede doğdunuz? Hisar, Kavaklı
Mahallesi’nde. A. C.: Babanız ne iş yaparmış?
Köfteciydi.
A. C.: Dükkanı var mıydı? Evet, Çıra Pazarı’nda.
Çakırhamam’dan inince, Ulucami’nin altında Köfüncüler Çarşısı vardı. O
çarşının içinde, çarşının beğenilen bir esnafıydı. İlkokulu Bursa Tophane’de
7. İlkokul’da okudum. Ortaokulu Tahtakale’de 2. Ortaokul’da tamamladım. Daha
sonra Erkek Lisesi’ni 1948-1949 döneminde bitirdim. Erkek lisesini
bitirdikten sonra, mezuniyet derecemle sorunsuz kabul edildiğim İstanbul
Teknik Üniversitesi’ne girdim. 1955’te inşaat yüksek mühendisi olarak mezun
oldum. Mezuniyetimden sonra askerliğime bir seneden fazla süre vardı. Bu
süreyi geçirmek için vilâyete bağlı Nafıa (Bayındırlık) Müdürlüğü’ne kaydımı
yaptırdım. Daire Başkanı
Kemal Bengü ile böylelikle tanışmış oldum. Bir sene
orada çalıştım. Kemal beyle çok da iyi anlaştık. Sert mizaçlıydı, çabuk
sinirlenirdi.

A. C.: Kemal Bengü ile yakınlığınız oradan mı geliyor?
Evet. Benim için bu görevim, çok faydalı bilgiler kazandığım, mevzuatı ve
yasaları öğrendiğim, bina inşaatının kendine özgü bazı mevzuat ilkelerini,
terimlerini, geleneklerini öğrendiğim ciddi bir staj yeri gibiydi.
Mustafakemalpaşa ilçesinde, karmaşık sorunları olan, sorunlu bir okul
şantiyesinin kontrolünü, inşaatı yapan şirketle yapılan karşılıklı
yazışmalar dahil Kemal Beyin denetimi bana bırakması ve uzun süre
yaptıklarımı, yazılarımı haricen izlemesi, bazı gerekli bilgileri öncelikle
benimle paylaşması, benim eğitimimi ve onunla yakınlaşmamı sağlamıştı.
Askerlik günüm geldiğinde mecburen bu görevden ayrıldım. Askerlikte yedek
subaylık eğitimimi İstanbul Kâğıthane’de, İstihkâm Okulunda, 45. Dönem
mensubu olarak yaptım. Mezuniyetimde, kura çekimi sonrası, Ankara’da
Genelkurmay’da göreve başladım. İki ay orada kaldıktan sonra dediler ki;
“Bursa’da askeri hastane inşaatımız devam ediyor. Şantiyede mühendis yok.
Seni oraya gönderiyoruz, şantiyeyi düzenlemen gerekiyor.” Bu görev kent
içinde, Çekirge semtinde olduğundan ve inşaat ikmâl inşaatı için ihale
beklediğinden, Bursa’lı arkadaşlarım sık sık ziyaretime gelirdi. Bu
ziyaretlerden birinde dostlarımdan, çocukluk arkadaşım yüksek mühendis
Fikret Alakoç ve onun dostu yüksek mimar Gönen Çakmakçı, “biz müstakil bir
büro açarak iş hayatına atılacağız. Senin de askerliğin bitmek üzere, gel
bize katıl” teklifinde bulundular. Teklifi kabul ettim.
Petek İnşaat böyle
kuruldu.
A. C.: İsmini nereden buldunuz? Birlikte koyduk. Kentin
ana caddesi gibi ünlü olan Atatürk Caddesi üzerinde, Türk Ticaret Bankası İş
Hanı’nda, dördüncü katta bir ofisi kiraladık ve mütevazi imkânlarımız ile
tefriş ettik. Aynı katta bitişiğimizde tanınmış tekstilci Adnan Ener ve
bizden iki yaş büyük ağabeyimiz, İTÜ mezunu Kemal Türkün’ün ofisi
vardı.Petek'i kurarken mesleğimize, Bursa’lı oluşumuza ve çevreden tanınıyor
oluşumuza güveniyorduk.
A. C.: Mehmet Beysel faal miydi o zaman? Evet. Bizden
bir veya iki dönem önce mezun olmuştu. Kemal Türkün’ün İTÜ’den yakın
arkadaşı idi. Tanınmış bir mühendis olarak Heykel karşısında başka bir iş
hanında bürosu vardı. PETEK’te üç arkadaş olarak başlangıçta her nev’i işin
peşindeydik; Belediye’den alt yapı, üst yapı fark etmeden, küçük büyük
demeden işler aldık. Bu arada Bursa Belediye Başkanı Reşat Oyal Kültürpark
projesine başladı, ancak proje düzenlemeden, plâna uygun yer vizesi almadan,
Kültürpark içinde baraka yapılmasına bile izin verilmiyordu. Bu karardan
bize çok iş düştü; çayhanelerin, kafeteryaların, büfelerin daha sonrasında
restoranların ve daha büyüklerinin çoğunun projesi PETEK imzası taşır. Bu
süreçte biz PETEK inşaatı geliştirmiş, Bursa’da tanıtmıştık, bazı bizi
tanıyan dostlarımıza münferit binalar yapıyorduk. 1960’ta Kat Mülkiyeti
Kanunu çıkmıştı.(1) Şimdiye kadar ya binayı siz
kendiniz yaptıracaktınız ya da yapılmış bir binayı öylece satın alacaktınız.
Ev sahibi olmak isteyenlerin seçtiği yol buydu. Yeni kanun çok önemli
değişiklikler getiriyordu; artık arsa üzerinde, inşaattan önce yapılacak
binada müstakil mülkiyetler tasarlanabilecek, inşaat tamamlandığında bir
arsa üzerinde birden çok mülkiyet tapuda tescil edilebilecekti. Kısacası bir
arsa üzerinde birden çok daha fazla mülkiyet kurulabilecekti. Ben Kemal
Bengü’nün yanında çalışırken mevzuatla ilgili bilgi sahibi olmuştum.
Müteahhitlerle çatıştığımı, yazışmalar yaptığımı hatırlıyorum. Bu nedenle
çabuk adapte oldum. Yeni kanununa göre bir sözleşme örneği hazırladım. Buna
göre “bir apartmanda birden fazla kat mülkiyeti kurmak mümkündür” diye
başlayıp yazdım. İlk örnek, dayımın apartmanını beş kişi üzerine yaparak
uygulamasını da fiilen yaptım. Diyordum ki, “bu kat senin. Ayrıca duvarları
böyle boyayacağım, yatak odası böyle olacak, şu malzemeyi kullanacağım vs”.
Müşterileri böyle ikna ederek ilk kez beş daireli bir apartman yapmıştım.
A. C. Neredeydi o apartman? Beşikçiler’de, Korhan
Durusoy’un apartmanının hemen bitişiği. Dayımın arsasıydı, onu ikna ettim.
Bir kat da ona verdik. O günün koşullarında çok beğenildi, örnek teşkil
etti. Adı Petek Apartmanıydı. Sonra yaptıklarımıza da aynı adı verdik.
İkinci apartman, Setbaşı’nda Karamanlı Sokak’taki Petek Apartmanıdır.

Beşikçiler Caddesi'ndeki Petek Apartmanı (ortada)
A. C.: İlk başladığınız zamanlarda büyük firmalar var mıydı?
Pek yoktu. Teknik kökenli, meslek mensubu küçük işletmelerdi. Birisi bir
bina yaptırmak istiyorsa, mimar veya müteahhit kimi tanıyor, güveniyorsa,
doğrudan ona giderdi. Yakınında kim varsa ona gidiyor, onunla anlaşıyordu.
Böyle böyle, Petek İnşaat gelişti büyüdü. Çekirge yolunda birçok villa ve
Petek Apartmanları yaptık. Kentin muhtelif semtlerinde zamanla sayıları
çoğaldı: Setbaşı’nda, Namazgâh’ta,Yeşil Caddesi’nde, Irgandı Köprüsü
karşısında site, Heykel arkası semtlerde vs.
A. C.: Yazlık inşa ettiniz mi? Yaptık ama yıllar sonra.
Mudanya-Kumyaka arasında Petek Sitesi’ni yaptık. Bizi örnek alan başka
şirketler de aynı sahilde yazlıklar yaptılar.
A. C.: Yazlıklar en çok ne zamanlar yapıldı?
1970’lerin ikinci yarısında. 1960 – 1970 arası Bursa giderek sanayileşti.
Organize Sanayi Bölgesi 1961’de ihsas edildi.(2) Bursa Çimento
Fabrikası, Aroma, Sifaş, Filament, Tofaş vb. kuruluşlar o tarihlerde
faaliyete geçti. Her gün de yenileri katılıyordu. DPT 1962’de kuruldu. Beş
Yıllık Kalkınma Planları kabul edildi. Yapılacak inşaatlara teşvik verildi,
yatırım indirimi, gümrüklerde muafiyet, vergi muafiyetleri vb.
A. C.:
Aroma’nın kuruluşunda katkınız ne oldu?
Sulu meyvelerin sofralık kalitesi mevsiminde tüketiliyordu ancak standart
dışı, küçük veya ikinci kalite olanlar ancak kısmen değerlendiriliyor, ancak
önemli bir kısmı heder oluyordu. Bursa Ziraat Okulundaki Konservecilik
Araştırma Enstitüsüne bağlı tesisin meyve suyu tesisinde, öğrencilerin
ürettiği vişne suyu benim çok hoşuma giderdi. Arkadaş toplantılarında bu
vişne suyunu votka ile karıştırarak kokteyl yapardık. Ancak birkaç ay içinde
biter, tekrarına imkân bulamazdık. Okul yöneticilerini yakından tanırdım ve
bir gün “bu üretimin daha büyük hacimde üretilip yıl boyu muhafaza edilmesi
mümkün değil midir?” diye sordum. Enstitü müdürü Hami bey, “olmaz mı,
Avrupa’da yaygın şekilde meyve suyu fabrikaları var, bizde İstanbul’da
sadece Bostay var, o da bizim enstitüden biraz büyük” diye cevap verdi. Ben
de, böyle bir fabrika Bursa’da yapılsa, sermaye ne kadar olmalı dediğimde,
Hami Bey, “Şimdi devletin teşvikleri, yatırım indirimleri ve gümrüklerde
bazı muafiyetleri var. Ama yine de en az 2,5 – 3 milyon TL gerekir” diye
cevapladı. Bu görüşme beni heveslendirdi, arkadaşlarımız ve dostlarımızla bu
meblâğı toplayabileceğimizi düşündüm, karar verdim ve harekete geçtim.
Sonuçta ekseriyeti Bursa içinden olmak üzere, 79 ortağımız oluştu. Hemen
Petek ofisi karşısında bir yazıhane kiralayarak çalışmalara başladık. DPT’ye
başvurduk ve Ankara’dan bir heyet getirerek, Çelikpalas Oteli’nde fizibilite
hazırlığı ile ilgili çalışmalara başladık. Ve sonuçta 23 Kasım 1968
tarihinde Aroma Meyve Suları Ve Gıda Sanayii A.Ş.’ ni kurduk.

Aroma'nın 00001 nolu hissesi
A. C.: İsmini kim koydu?
İş Bankası müdürü
Haluk Aksu
koydu. Sonra dediler, “kim yürütecek bu işleri”? Bana müdürlük teklif
ettiler. Ben kabul ettim. Nereye kuralım diye düşündük. Ovaya kuralım dedik,
meyve bahçeleri içinde olsun dedik. Araştırmaya başladık. Gürsu’da köşe başı
bahçesi olan biri, Hacı, adı neyse, onu bulduk. 15-25 dönüm kadar parçalı,
şeftali bahçesi vardı. İlk gittiğimizde “katiyen satmam” dedi. İkinci
gidişimizde dedik ki, “bunun Bursa çiftçisine faydası olacak”. Bir hafta
boyunca gittik geldik, ikna edemedik. “Sofralık kalite dışında, ikinci
kalite meyveleri değerlendirerek bahçe sahiplerine menfaat sağlayacağız,
hepimiz sevaba gireceğiz” dedik. “Sofralık kalite istemiyoruz, ikinci kalite
malı alacağız” dedik. Gittik geldik, anlattık, en sonunda ikna ettik.
Aroma’nın temel atması bundan sonra mümkün oldu. A. S. D.:
Maarif Koleji’nin kuruluşuna geçelim mi? Oğlum Volkan 1971’de
Özel-İnal’ı, ilkokulu bitirmişti. Ona aydınlık, Batı’ya dönük bir eğitim
yolu açmanın yolunu arıyorduk. Evvelki yıllarda Milli Eğitim müdürü olan
Ertuğrul Seyhan Türkiye’de altı tane olan Maarif Kolejlerinin yedincisini
Bursa’da açmak için Ankara ile sıkı ilişkiler kurmuştu. Milli Eğitim bakanı
Orhan Oğuz bir sene evvel Bursa’ya gelmiş, gezerken ona okul açma talebi
yinelenmiş. O esnada Ankara yönetimi nasıl olduysa bir gaflet göstermiş.
Bence büyük bir gaftır. Kabul etmiş, demiş ki tamam. Bu sene, 1970’te
açıyoruz. Ama ortada okul falan olmadığı için kızlar
Kız Lisesi’nde,
erkekler
Erkek Lisesi’nde hazırlık sınıfını geçirecekler. Bu arada da siz
bir arsa bulun, biz de size arsayı almada yardım edip ödenek çıkarırız. Bir
hususa işaret etmem gerekiyor. Ben, Hüsamettin Örüç olarak, aradan bunca yıl
geçtikten sonra, bu konuşma vesilesi ile düşünüyorum da, diyorum ki, arsa
sorunu kesinleşmeden, okul bütçesi çıkarılmadan, daha sonrası için plânlanma
yapılmadan yola çıkmak, öğrenci adaylarını kayıt işlemine davet etmek, bir
bakanlık için büyük yanlışlıktır. Milli Eğitim adına utanç dolu büyük bir
gaflettir. Nitekim, 1970-1974 yılları arasında, sayıları her yıl zorunlu
artan bu öğrenciler, sığıştırıldıkları ilkokulların uygunsuz ortamında,
bırakınız kolej tedrisatını, Milli Eğitimin kendileri için uyguladığı
standart sisteminden bile mahrum kalmışlardır. Bugün, Maarif Koleji diye
başladıkları okuldan, Anadolu Lisesi mezunu olarak diploma alan bu
öğrencilerin fotoğraflarını, lise koridorlarına koymak isteseler, altlarına
acaba ne yazarlardı! A. S. D.: Öncesinde Bursa ekibinin okul için
uygun görüp Ankara’ya sunduğu binaları beğenmemişler. Evet,
Ertuğrul Beyin zamanında. Demişler ki daha büyük bir arsa üzerinde daha
modern bir bina yapalım. Biz oğlumuz için araştırma yaparken yerel basında
çıkan Milli Eğitim Bakanlığı destekli ilanları gördük. Deniyor ki “bu sene
Maarif Koleji’ni açıyoruz, hazırlık sınıfına iki tarafta otuzar kişi
alacağız, gerekli belgeler şunlardır”. Bir baba olarak düşündüm: Milli
Eğitim Bakanlığı ilan veriyor. Okul açacağım diyor. E, devlet buna el
attıysa bu iş sağlam bir iştir. Çift imtihan yapılacağı da belirtiliyordu.
Ayrıca Bursa’da İngilizce eğitime, karma eğitime geçilecekti. Ebeveynler ve
böyle düşünenler için “aradığımız ayağımıza geldi” dedirtmişlerdi.
A. S. D.: İki barajlı sınav. İlkini geçenler ikincisine girecek.
Çekingenliğimize rağmen vaatleri yeterli gördük ve 1971-72 senesi için
kaydımızı yaptırdık. Bir sene önce giren kızlar kızlarla, erkekler
erkeklerle okuyordu. Halbuki burası kolej, karma eğitim yapılması söz
konusu. Veliler çocuklarının aynı yerde eğitim görmesi ve yabancı dil
eğitimi verilmesi için özel imkanlar umuyorlar. O sırada Erkek Lisesi müdürü
Burhanettin Arda kolej velilerini liseye çağırdı, önemli bir konuşma
yapacağını duyurdu. Ben gittim toplantıya. Arkadaşlarım da gelmişti.
Burhanettin Bey büyük bir soğukkanlılıkla dedi ki, “hepiniz aydınlık bir
gelecek için çocuklarınızı Maarif Koleji’ne yazdırmışsınız. Yabancı dille
eğitim imkanını yakaladığınız için de mutlusunuz. Ama ben müdür olarak size
bazı gerçekleri anlatma mecburiyeti hissediyorum”. Dedi ki “Maarif Koleji
bugün sadece ismen var. Okul binası yok. Hatta arsası bile yok. Arsa
belirlendi ama nasıl alınacağına dair endişeler var. Kendi öğretmeni yok.
Kurumun gerçek varlığı olmadığı için öğretmen tahsis edilemiyor, bütçesi
yapılamıyor. Bize 30 öğrenci vermişlerdi. Bir 30 öğrenci de bu yıl kabul
edeceğiz. Bu 60 öğrenciyi kabul edebilmek için müdür muavini odası ve bir
laboratuvarı boşalttık. Ama başka boşaltacak yerim yok. Seneye 30 öğrenci
daha gönderirlerse bunları nereye koyabileceğimle ilgili hiçbir fikrim ve
imkanım yok”. Ben orada okuduğum için Erkek Lisesi’nin yapısını biliyordum.
Kimya ve biyoloji laboratuvarı, daha sonra da müdür muavini odaları
boşaltılmış. Onlar tek odaya toplanmış. Bundan başka sınıflar da boşaltmanız
lazım. A. S. D.: Siz kolejin kurumsal kimliği yok dediniz ama biz
ilk giren öğrencilerin hazırlık sınıfındaki karnelerinde Bursa Maarif Koleji
yazıyordu. Yani kurumsal kimliği belliydi. Evet, kurumsal kimlik
var ama hükmi şahsiyeti yok. A. S. D.: Doğru. Kızlardan Kız
Lisesi müdürü, erkeklerden Erkek Lisesi müdürü sorumlu. Sosyal Bilgiler ve
Türkçe öğretmenleri Kız ve Erkek liselerinden, İngilizce öğretmenleri Maarif
Koleji kadrosundan. Evet, bu kurum için iki tane eleman
ayırmışlar. Biri İngilizce öğretmeni Muzaffer Türkbayrak, diğeri fen
dersleri için Nadir Gezer. Bu ikisi dışında öğretmen yok. Diyorlar ki kızlar
Kız Lisesi müdürü Melahat Çakır’a, erkekler Erkek Lisesi müdürü Burhanettin
Arda’ya misafir. Son olarak müdür bey, “size bir önerim var. Aranızda
teşkilatlanın. Bir grup kurun, bu konuda yardımcı olun. Hepinizin
tanıdıkları vardır. Bu durumdan ancak böyle çıkabilirsiniz”, deyip salondan
ayrıldı. Biz hem şaşkın, hem ürkmüş olarak ne yapacağımızı tartıştık. Koruma
Derneği kuralım dedik. Fakat bu koruma derneğinin de hükmü şahsiyeti yok.
Okulun kendisi yok ki koruma derneği olsun. Koruma Kurulu Müteşebbis Heyeti
dedik kendimize ve çıktık meydana. Evvela arsa işini çözmeye yöneldik, Bursa
Milli Eğitim müdürüne gittik. Dedik durum nedir? Acemler’deki arsayı
anlattı. A.C.: Paşa Çiftliği arazisi mi? O bölgenin
tamamı Paşa Çiftliği’ne aitti. Ama
Ali Muhittin Dinçsoy’dan kendi rızasıyla
arsa almak hiçbir şekilde mümkün değildi. Kaç para verirseniz verin.
Tutkuyla bağlıydı toprağa. Bu arsanın tedariki için çok uğraşılmış ama sonuç
alınamamış. A.C.: Yani satan mı vermiyor yoksa para mı
bulunamıyor? Hayır. Daha önce o arazi nasıl olduysa Paşa
Çiftliği’nden alınmış, valilik mülkiyetinde trafik eğitim alanı yapılmış.
Okul yapılabilmesi için o 15 dönüm arazinin Milli Eğitim’e geçmesi lazım.
Bayındırlık Müdürlüğü’nden yardım istedik. Demin anlatmıştım, Nafıa
Müdürlüğü’nde bir yıl çalıştığım için Kemal Bengü’yü yakın tanıyordum.
Aramız iyiydi. Bundan cesaret aldım, bu işi yapabileceğimi düşünerek
huzuruna çıktık. Kemal Bey ‘Asfalt Kemal’ diye nam yapmıştı. O zamanlar
Kültürpark yeni kuruluyordu, oranın yollarını asfaltlamaya gayret ettiği
için böyle bir lakap almıştı. Ben Kemal Beye gittim, durumu anlattım. Kemal
Bey dedi ki zor bir işe girişmişsiniz. Bunun çözümü zordur. Sonra anlattı,
dedi ki evvela o alanın trafik alanı vasfını ortadan kaldırmak lazım. Buraya
ancak okul yapılabilir, başka işe yaramaz unvanını vermemiz lazım. Peki ne
yapmamız lazım? Bu iş için ben belediye olarak size yardım etmek isterim.
Bunun için önce imar komisyonunu toplayacağım, onları buranın eğitim alanı
olması gerektiğine ikna edeceğim. İkna edebilirsem sonra aynı şekilde
belediye meclisine de onaylattıracağım. Orası vilayete ait trafik alanı
olduğu için emniyetten ve vilayet makamından da izin almamız lazım. Tüm bu
izinleri koparabilirseniz bu iş olur. Ondan sonra da iş arsa bedelini
ödemeye kalır. Bu bedeli de ben kendi keyfimden oluşturamam. Vilayette 7
veya 9 üyeli Takdir Komisyonu var. Bu üyeleri de ayrı ayrı ikna etmeniz
lazım ki normal değerinden düşük bir bedel takdir etsinler. Çünkü
öğrendiğimize göre Milli Eğitim’in arsayı satın almak için o günün parasıyla
60-70 bin lirası var. Bu, Acemler’deki o sahanın normal değerine göre çok
düşük bir rakam. Ama para işidir. Şuradan buradan bir imkanla
halledilebilir. Siz belediye meclisinin halletmesi gerekenleri halledin biz
de öbür işleri halledelim, dedik ve ümit içinde ayrıldık oradan. Kemal Bey
serttir, aksidir ama mert adamdır, sözünden dönmez. Onun mertliğine
güvenerek kapısını aşındırdık. Sonuçta arsanın vasfı değişti, vilayet de
izni verince iş sadece Takdir Komisyonu üyelerini iknaya kaldı. Komisyon 9
kişi. Defterdar var, Teknik Ziraat Okulu müdürü var. Ki ben o okulun müdürü
Recai Dinçer’i iyi tanırdım. Hepsinin evine, iş yerine gittik. Ama hepsi
şunu söylüyordu. Haklısınız, biz de gönülden katkı vermek isteriz. Ama
bedeli ne kadar düşürürsek düşürelim, oranın bedeline göre çok düşük bir
miktar belirlersek biz sorumlu oluruz. Bir müddet de bununla uğraştık.
Baktık ki evet cevabı alamayacağız. Halbuki çok uğraşmıştık. Galip Ruhi Say,
Ziya Hısımcıl, Hulûsi Baybalı gibi arkadaşlar vardı. Sonunda ben aczimi
anlatmak için Kemal Bey’e gittim, dedim ki başkan bey ben çok uğraştım ama
olmuyor. ‘Peki ne diyorlar’ diye sordu, söyledim. Peki dedi, şimdi tekrar
git, hepsini şu gün şu saatte belediye salonunda toplantıya çağır. Sen de
gel, dedi. Böylece bizi bir salonda topladı Kemal Bey. Anlattı sonra,
komisyonu ikna ettim, sonra belediye meclisini ikna ettim. Şu anda biri o
arsaya sahip olsa okuldan başka bir şey yapması mümkün değil. Böyle bir
arsaya para verilir mi? Bu konuyu biraz anlayışla karşılayın. O da epey dil
döktü, vilayet bile kabul etti, siz niye direniyorsunuz, dedi. Onlar da
sorumlu olacaklarını falan söylediler. Kemal Bey, ben bu mülkün sahibiyim şu
anda. Mal sahibi olarak şu önümdeki fiyata satmaya razıyım. O rakam oldukça
düşük bir rakamdı. İşte olurdu, olmazdı, epey münakaşa yapıldı. Ne
karışacaksınız, ben mal sahibi olarak bu işe olur diyorum, diğer şartların
hepsini de ona göre hazırlamışım. Siz şimdi kalkmışsınız bana rakamdan
bahsediyorsunuz, olmaz öyle şey, diye bağırınca biraz ürktüler. Fakat Kemal
Bey sesini giderek yükseltti, ‘ben bu işi burada bitireceğim’ dedi. Bakın
protokolü de hazırladım, hemen burada gözümün önünde imzalayacaksınız, dedi.
Ayağa kalkarak konuştu. Kemal Beyi öyle görmemişlerdi belki de. Onlar da
aralarında konuştular, dışarı çıkıp geri geldiler. Sonunda dediler ki
pekala, siz buna bu kadar inanmışsınız, biz de size katılıyoruz, deyip
imzaları attılar. İşte Kemal Bengü arsanın temininde bu şekilde çok önemli
rol oynadı. Onun gibi birinin böyle bir davada bu şekilde davranacağına,
rüyamda görsem inanmazdım. Bu iş hallolunca tapu işlerini hallettik. Milli
Eğitim tapuyu alınca okul projesine başladı. Gecikmenin verdiği utanç da
vardı Bakanlık’ta bence. 3-4 sene geçmiş, çocuklar perişan. 19,500
metrekarelik bir arsaydı bu. 1-2 ay sonra Ankara bir yazı yazdı, dedi ki,
elimizdeki projeyi oraya uygulayabilmek için arazi yetmiyor. Arka parselden
şu kadar daha yer almamız lazım. Arka parsel dediği de Muhittin Dinçsoy’un
arazisi. Ben çıkacak neticeyi bilmeme rağmen heyet halinde gidip, vatan
millet uğruna, arkadaşlık uğruna, çünkü o da ben de Rotary Kulüp’e üyeyiz,
her şeyimizi döktük ortaya. Ama yine de olmaz dedi. Beklediğim gibi, ben
toprak satmam, dedi. A.C.: Peki ilk kısmını nasıl satmış Muhittin
Bey? O parçayı mutlaka zorunlu istimlak etmişlerdir. Yol yapımı
falan söz konusu olmuş olabilir. Dinçsoy’dan ilave arsa alımı gündeme
gelince ona dedim ki, kusura bakma, ben bu işe adımı koydum, uzun zamandır
da uğraşıyorum. Ben öyle deyince bir şey diyemedi, nasıl istiyorsanız öyle
yapın dedi. Bu işi dava yoluyla çözebildik. Sonra biz cebri istimlak yoluna
gittik. Yani burasının yapılması şarttır, memleket hesabına iyidir diye
hâkimden karar aldık ve hemen kararı yetiştirdik Ankara’ya. Bunlar Koruma
Derneği’nin işleridir. O güne kadar herkes konuşmuş ama kimse teşebbüs
etmemiş. Bunlardan sonra proje geldi. Ben de inşaat mühendisi olduğum için
baktım projeye. 14 Ağustos 1974’te Ankara’da projeyi ihale etmişler. 10
Aralık 1974’te temel attık.19,500 metrekarelik arsada, 2995 metrekaresi
inşaat alanı. Çift tedrisat olursa 2000, tek tedrisat olursa 1000 öğrenci,
yatılılar için de 200 yataklı bir pansiyon binası yapılmasını öngören bir
projeydi. Proje tip projeydi, yani bakanlıkta rafta bekletilen hazır
projelerden. Temel atılırken dikkatimi çekti. Bu temele bu kadar malzeme
fazla dedim, ekonomik değil. Fazla malzeme koymakta sakınca yok tabi. Radye
temele yakın malzeme gelmiş. A.S.D.: Şimdilerde deprem tehlikesi
yüzünden yıkalım, yeniden yapalım deniyor, ne dersiniz? Hangi
açıdan incelemişler, bilmiyorum. Deprem yönetmeliği kaç kere değişti. Yani
bakanlık tip projeyi hemen yetiştirmek istemiş olabilir. A.C.:
Bakanlığın inşaat için parası var mıydı peki, hızlı ilerledi mi?
Evet, 14,100,000.-TL para ayırmışlar. Para sıkıntısı çekmedik.
14,800,000.-TL ile ihale yapılmış, müteahhit Zeki Gündoğdu %3,12 tenzilat
yapmış. Sonrasında öğrenci sayısını yakından takip ettim. Müdür Nadir Gezer
sürekli Milli Eğitim Müdürlüğüne rapor veriyor. Bu raporları biz de takip
ediyoruz. Mesela 1976-77 dönemi için bakanlık 150 tane yatılı öğrenci
göndermiş ve toplam öğrenci sayısı 700-800’ü aşmıştı. 1974 yılında okulun
adı Anadolu Lisesi oldu, 1976’da da Bursa Anadolu Lisesi ve Öğrencilerini
Koruma Derneği olarak adımız tescil edildi ve biz yedi kişi ilk yönetim
kurulunu oluşturduk. A.C.: Kimler var o ilk yönetimde?
Başkan Hüsamettin Örüç. Yusuf Önadım, Ahmet Fazıl Tuzlacıoğlu, Galip Ruhi
Say, Ziya Hısımcıl, Dr. Hulusi Baybalı, Diş tabibi Erol Aysan. Denetim
kurulunda da Mustafa Evirgen, Macit Erbek, Ahmet Kurtuluş vardı.
A.C.: Okul binası yapıldıktan sonra Koruma Derneği’nin tamamladığı
eksikler oldu mu? Zaten o zaman başladı Koruma Derneği’nin işi.
Bina 1976’da tamamlandı. Mithatpaşa İlkokulu’nda öğrenciler sefalet
çekiyordu. Sefalet diyorum çünkü daha okul binası olmadan öğrencileri okula
kaydetmek bakanlık için büyük bir gaflettir. Okulun yok, ilan verip davet
ediyorsun. Öğrenciler Mithatpaşa İlkokulu’na sıkıştırılmıştı, ilkokul
sıralarına ayaklarını bükerek oturuyorlardı. Erkek Lisesi daha fazla öğrenci
alamam deyince öğrencileri apar topar Mithatpaşa İlkokulu’na naklettiler,
iki sene orada çile çektiler. Sonra Bakanlık telaşa kapıldı. Mevcut tahsis
edilecek sınıf veya oda kalmamıştı. A. S. D: 1976’nın eylülünde
biz yeni binada derse başladık. Evet, 1976’da. Binanın bitmiş
olması yetmiyor, donatılmış olması lazım. Bürokratik engeller de var tabi.
Bursa’da sanayileşmenin başladığı bir dönem. Bu ortamda Koruma Derneği
devreye giriyor. Pansiyon binası için yatak, yorgan lazım, masa lazım, perde
lazım. Envai çeşit malzeme ve temizlik lazım. Nadir Gezer kendisi anlatıyor,
Anadolu Lisesi kitabında. Koruma Derneği, ne malzeme istersem gönderiyor,
diyor. Ama temizlik lazım. Ben gecenin üçünde yeni binanın merdivenlerini
yıkadığımı bilirim, diye anlatıyor. Çünkü o Köy Enstitüsü mezunuydu, öyle
alıştık, derdi. A.C.: Malzemeleri nasıl alıyordunuz?
O günlerde benim bürom malzeme temin – takip bürosu gibiydi. OSB’ye gidip
fabrikaları dolaştık. Kimisinden yorgan, kimisinden perde aldık. Para
gönderen oldu. Bu yardımları yapanların hepsi veli de değildi, sırf yardım
olsun diye yapıyorlardı. Bütün bir toplum sanki harekete geçmişti.
A.S.D.: 1970’te Akademi’nin kuruluşunda da aynı şey olmuştu. O zaman
da babam kapı kapı dolaşmıştı. Para sıkıntısı çekmedik fazla.
Açıyorduk telefonu, sanki o bize bağlı bir kurummuş gibi, şu şu lazım
diyoruz, o da listeyi gönderin verelim diyorlar. Hepsi bağıştı. Öylesine bir
dönem yaşandı. Öğretmen kadrosu yeterli mi diye düşündük. Çünkü sayı giderek
artıyordu. Kolejin işlerinin yolunda gittiğini duyan başka veliler Milli
Eğitim Müdürlüğü’nün kapısını aşındırıyorlar. Ne otuzu, ne altmışı, 700 kişi
sınav için başvuruyor. Öyle olunca Bakanlık da kontenjanı arttırıyor.
150’den 200’e çıkarıyor. Dedik ki 200 kişilik pansiyon binamız var, sizin
gönderdiğiniz 200 öğrenciyi nasıl buraya yerleştirelim? Neticede erkeklere
ait bir kat boşaltıldı, oraya kızlar alındı. Bu değişikliklerle sayı biraz
arttırıldı. Peki öğretmen kadrosu yeterli mi? Her dersin öğretmeni var mı,
bu bilgileri Nadir Beyden alıyorduk. Bazen bizden taleplerde bulunuyor.
Nadir Bey çok başarılı, dürüst ve çalışkandı. Her gün telefonda
konuşuyorduk, şu şu lazım diyordu. Hiç akla gelmeyen malzemeler bile akşama
hazır ediliyordu. Kendimizden de para katıp yapıyor, yapamıyorsak yardım
istiyorduk. Bursalıların top yekün harekete geçtiği, hesap kitap sormadığı
bir dönem oldu. Bu heyecanı bir daha yakalayamadık. A.C.: Benzer
bir seferberlik Haşim İşçan döneminde de olmuş galiba? Evet. Ama
yardım isteyen bir valiye hayır denmez. O münferit bir olaydı. Bu süreçte
öğretmen kadrosunun yetersiz kaldığı gibi bir görüşe kapıldım. Merinos
Fabrikası’nda çalışan İngiliz mühendisler vardı. Onların eşleri arasından
iki tane gönüllü hanım bulduk. A.S.D.: Bir tanesi Judith Dikbaş
idi, benim öğretmenim oldu. O iki öğretmen hem gönüllüydü hem de
öğretmen sertifikaları vardı. O yüzden onları Milli Eğitim’e kabul ettirmek
zor olmadı. A.S.D.: Judith’in eşi Türktü. Bir de Huntington’lar
vardı, karı koca Avusturalya’dan gelmişlerdi. Ben hangi
cesaretle bilmiyorum, Merinos Fabrikası personel şefine gittim, mühendisler
arasında eşi yabancı olup öğretmen sertifikalı olan var mı diye sordum.
Nadir Bey, fen dersleri için üç eksiğim var, demişti. Dedik ki bunları bir
yerden alamayız, Türk olmalı bunlar, ama İngilizce de bilmeli. Soruşturup
böyle üç tane aday bulduk ve onları bordroya bağladık, maaşlarını biz
verdik. A.S.D.: Emin Turan fizikçiydi. Raif Bey vardı, bir de
Erkal Bey vardı, matematikçi. Bu arada Nadir Bey dedi ki,
öğretmenlere yemek vereceğiz ama yemekhanemiz yok. Bu defa Karabük Demir
Çelik fabrikasına başvurdum. Dediler ki biz gelip yapamayız ama size baraka
yapacak kadar profil demir veririz, o da bizim bağışımız olsun. Bu bağışla
okul bahçesine yemekhane yaptık. Daha sonra British Council’e müracaat
ettim. Daha önce onların kurslarına katılmıştım, tanıdığım hocalar vardı.
Dedim ki, bizim hocalarımız görevlerini yapıyorlar ama bilgi bakımından
onları bir takviye edelim. Biraz da kitap getirirsiniz, kütüphanemiz olur.
Eksik olmasınlar, mektup yazdılar. Yurt dışından hocalar geldi, biz onlara
Gönlüferah Oteli’nde yer ayırttık, tüm masrafları karşıladık. Üç günde yoğun
seminerler yapıldı. İngilizce öğretmenleri hatta İngilizcesini geliştirmek
isteyen diğer branş hocalarımız da katıldı. Konuklarımız, tekrar ilgileniriz
diyerek ayrıldılar. Şimdi 50-55 sene sonra düşünüyorum da, biz arazinin
alınması için aracılık etmeseydik kimse yapamazdı bunu. Kemal Bey sert
adamdı, çabuk öfkelenirdi. Mecburiyeti yoktu bu işe girişmeye. Çünkü
düşünün, Emniyet’in elinden trafik alanını çekip alıyorsunuz. Tabi valilik
araya girince yapılabiliyor bu. A.S.D.:
Sedat Tolga mıydı vali?
Evet. Velhasıl bu dönem yaşandı. Şimdi düşünüyorum, kolej hayatı benim oğlum
Volkan için nasıl başladı? 30 öğrenciyle başladı. Ertesi yıl 60 oldu,
kızlarda da var bir altmış. Öğrenci sayısı böylece arttı. Mezun olduğu gün
900 öğrenci olduğunu yönetimden öğrenmiştim. Ayrıca spor salonu var,
laboratuvarlar var. Bakanlık da sanki mahcubiyet çekiyordu, okulun nesi
eksikse parti parti tamamladı. Bakın bu Nadir Beyin son raporu, 5 Aralık
1977 tarihli. Buna göre öğrenci sayısı 806, öğretmen sayısı 51, hizmetli 24,
memur 5 kişi. Toplam 894 kişi. Yatılı öğrenci sayısı da 288 olmuş. İş bu
safhaya gelince, oğlum Volkan da mezun olunca dedim ki, buraya kadar. İş
değişmiş. Maarif Koleji olarak başlamışız, Anadolu Lisesi’nden mezun olmuş.
Öğrenci sayısı 900 olmuş. Bu şartlarda ben koruma derneği başkanlığını
devrettim. İki sene sonra da Nadir Beyin istifa ettiğini duydum. Böyle
çalışkan bir insanın istifa durumuna gelmesi inanılır gibi değil. Aroma’nın
yönetimiyle fazla meşguldüm o dönem, kendisiyle görüşemedim.
A.C.: Niye istifa etmiş? Bilmiyorum fakat Anadolu Lisesi
kitabını hazırlayanlardan Aysun Hanım, kırgın ayrıldığını yazmış. Maddi
menfaat peşinde koşan bir insan hiç olmadı. Sezebildiğim kadarıyla son
senelerde bize en çok bakanlık yüzünden serzenişte bulunurdu. Diyordu ki,
bakanlık seneye bana 200 öğrenci gönderecekmiş ama benim imkânım şok, yerim
yok, mutlaka bir düzensizlik olacak. Ayrıca öğrenci kaydırmaları vardı,
bakanlıktan şu öğrenciyi alacaksın diye baskı geliyordu. Okul yönetimine
müdahale olmasaydı Nadir Bey oradan ayrılmazdı. Nadir beyin içine
düşürüldüğü ortam, onun bu davada gösterdiği çabalara, iyi niyete karşı
büyük bir vefasızlık örneği, takdirden yoksunluktur. A.C.: Yani
şunu anlıyoruz ki 1977’ten sonra okul çok popüler hale gelmiş ki, onu gören
veliler kendi çocuklarını da burada okutma çabasına girmişler?
Evet, öyle. A.C.: Rotary Kulüp ne zaman başladı Bursa’da?
Bursa’da Rotary Kulüp ilk defa 12.06.1963 tarihinde, Türkiye’de dördüncü
Rotary Kulüp olarak kurulmuştur. Fırsat düşmüşken, merhum kurucuları anmak
isterim: Fahri Batıca, Burhanettin Ersöz, Sait Ete, Memduh Gökçen,
Reşat
Oyal,
Selim Süter. Ben de ilk defa 1974-75 yıllarında davet üzerine üye
oldum. Ciddi kuralları olan, uluslararası en büyük kulüplerden biridir. 1976
yılında birkaç Rotaryen dostumla birlikte Rotary’den ayrılmıştım. Sonradan
1999’da, kuruculardan tek hayatta olan Memduh Gökçen’in ısrarlı daveti ile
yeniden, ikinci defa, Bursa Rotary Kulübü üyesi oldum, 2001-2002 döneminde
Bursa Rotary Kulüp Başkanlığını yaptım. Kulübün kamuya ve insanlığa
karşılıksız hizmet, uluslararası aynı hedefe yönelik münferit veya birleşik
projelere katılım, katkıda bulunmak veya destek olmak hedefleri vardır.
Bursa kulübünün etkinlikleri içinde benim payım bulunan somut işlere örnek
gerekirse, 1999 Körfez Depreminde tamamen tahrip olan Kocaeli Üniversitesine
bağlı Kocaeli Üniversitesi Cerrahi Hastanesi binasının temelden çatıya
yeniledik. Ameliyathane teçhizatları ve binanın mefruşatları dahil,
donanımı, ısı, elektrik ve su tesisatının tamamı, klimatizasyonu, kısaca
hasta kabul edebilir duruma getirilerek Sağlık Bakanlığı adına üniversite
yönetimine bağışlandı. Bursa Rotary Kulübü, Bursa Osmangazi Rotary Kulübü
ile birlikte aktif rol alarak, Uluslararası Rotary ve Türkiye Rotary
Kulüpleri, Calgary (Kanada) Rotary kulübünün ve münferit bazı yardım
kuruluşlarının işbirliği ile bunu başarmıştır. Bursa Rotary Kulübü adına
ben, proje ve teknik koordinasyon hizmetini ifa etmekten gururluyum.
A.C.: İcraat olarak ne yapıyordunuz? Aslında sosyal
yardım kurumu. Uluslararası Rotary tüm dünyada tek başına Polio (çocuk
felci)’ni yeryüzünden silen kurumdur. Her sene binlerce çocuğun öldüğü
hastalığı ortadan kaldırmıştır. Çok daha fazlası var. Kısaca özetlemek
istersek Rotary konusunda yapılacak bir konuşma, ayrı bir özel hazırlık ve
organizasyon ister. A.C.: Siz başkanken Bursa’da ne yaptınız
mesela? Bir tane okul yaptırdık, Rotary İlköğretim ve Ana
Okulu’nu. Bursa’nın Nilüfer ilçesinde Altınşehir içinde. Ayrıca kent
merkezine en uzak (99 km.) ve en fakir köylerinden birinde, Büyükorhan’a
bağlı Kuşlar köyünde tarımsal sulama havuzu ve tesisleri (sulama ağı,
rögarlar ve aksamı) yaptırdık. 5000’den fazla kiraz fidanı götürüp ektik.
Büyük karikatürist Cemal Nadir için bir karikatür yarışması düzenledik,
Kültürpark içine sanatkârın bir büstünü koyduk, değerli Rotaryen İbrahim
Orhan’ın desteği ile karikatüristler arasında bir yarışma düzenledik, ödül
töreni ile tüm katılanlar için Çelikpalas’ta müzikli bir gece düzenledik.
A.C.: Siyasete nasıl girdiniz ? 1980 askeri
darbesinden sonra üç yıllık bir sıkıyönetim dönemi sonunda, ülke genelinde
tümü kapatılan ve yöneticilerine ve liderlerine muhtelif cezalar ve hak
kısıtlamaları getirilen bir dönemden sonra, askeri yönetim ‘demokrasiye
dönüş’ adıyla bir süreç başlattığında girdim. Yeni siyasi partiler kurulmuş,
yeni seçim kanununu düzenlenmiş ve kısa bir süre sonra genel seçimlere
gidileceği ilân edilmişti. Seçimlere giderken askeri idarenin tutumları,
yeni kanundaki koşullar ve kısıtlamalar, seçim sonuçlarının askerlerin
oluşturduğu iki siyasi parti arasında geçeceği izlenimi veriyordu. Darbeden
hemen sonra kurulan askeri hükumette çalışan ve askerler tarafından DPT’ den
getirtilen Turgut Özal ve Kaya Erdem’ in Milli Güvenlik Kurulu’dan
koparabildiği müstesna bir izinle kurdukları Anavatan Partisi , kendine
tanınan çok kısıtlı şartlar altında vize aldı. Bir partinin seçimlere
girmesi için öncelikle parti kurucularının en az otuzunun, parti programının
ve göstereceği milletvekili adaylarının MGK’ndan ön vize alması ve seçim
takvimine harfiyen uyması gerekiyordu. Anavatan Partisi için herhangi bir
istisna da tanınmamıştı. Bu nedenle bu kısıtlı koşullarda Bursa il
teşkilâtının kurulması ve seçimlere hazırlanması, teşkilâtlanması çok zor
bir görevdi. Olağanüstü zor bir girişimdi, ama başarıldı. Seçimler sonrası
oluşacak yeni TBMM yapısı ve işleyişi hayati önem taşıyacaktı. MGK’nın
itiraz etmeyeceği bir il başkanı arama çalışmaları başladığında benim
başlangıçta hiç ilgim olmadı. Daha önce de öğrencilik hayatımda, öğrenci
derneklerinde bile görev kabul etmemiştim. Ancak bir süre sonra durumun
vahametini ve bizlere düşen manevi yükün ağırlığını düşündükçe, ortaya çıkan
bu tarihi fırsata uzak kalmayı kendime sindiremedim ve bana yapılan ısrarlı
talebi kabul ettim. Talebi Anavatan Partisi’nin vize alabilmiş 37 kurucu
heyet üyesinden biri, Bursa ili için özel görevlendirilmiş, Bursa’lı merhum
makine mühendisi Fahir Sabuniş yapmıştı. İşyerime yakın dostlarımla birlikte
geldiklerinde kabulümü bildirdim. Özal’ın kampanya için hazırladığı,
programını ve felsefesini açıkladığı broşür ve yazıları teslim aldım.

Hüsamettin Bey ANAP il başkanı olduğu dönemde (1984) A.C.: Kim
yardım etti size, ilçelere kimlerle koşturdunuz? Kampanya süresi
çok kısa idi. İl teşkilatını ancak 30 Temmuz 1983 tarihinde tescil ettirdim.
Daha sonra evvelce hiç gitmediğim dağ ilçelerimize gittik. O kadar çok
arkadaş yardımcı oldu ki. Bursa’da yönetimde görevli arkadaşlar, partili
üyeler, üye olmamakla beraber askeri yönetime karşı olanlar, dostlarım ve
Bursa halkı, köylüler, inanılmaz bir şevkle beni desteklediler, yardımcı
oldular. A.S.D.: Kenan Evren’in bir mitingde yaptığı bir konuşma
çok etkili oldu. Dedi ki, bu iki arkadaşımızdan birini seçeceksiniz, Turgut
Özal’ı hiç dikkate almıyoruz, siz de almayın. Bu konuşma TRT’de yayınlandı.
Ve ben o gün dedim ki Özal kazanıyor. Çünkü gidişat Sunalp yönündeydi.
Kenan Evren’e sonradan sordular, “niye böyle bir konuşma yaptınız,
aleyhinize olacağını bilmiyor muydunuz” diye. O da dedi ki, “o kadar beni
sıkıştırdı ki Turgut Sunalp, bizi hiç desteklemiyorsun diyerek. Televizyonda
bir çift laf et de kazanmamız garanti olsun” dedi. Ben de onu desteklemek
istedim. A.C.: Seçim sonucu sürpriz oldu yani. 1980
darbesinden sonra üç yıldan fazla yanlarında çalışan ve 24 Ocak kararlarını
hazırladığı için kendisini yakından tanıyan ve mevcut seçim koşulları
altında onun kuracağı yeni bir partinin seçime kadar teşkilatlanacak zamanı
olmadığını düşünen askeri idare, kampanya biraz ilerledikten sonra,
Anavatan’ın birinci parti olacağı görülünce birden şaşırdı. Ne yapacağım
diye düşündü. Kenan Evren’in yardımcı olacağını düşünmüşler. Yanıldılar.
Normalde Yüksek Seçim Kurulu sonuçları çabuk açıklar ama bu defa açıklamayı
bir müddet beklettiler. Sonunda Kenan Evren, bunu kabul edip sonucu da
açıklamalıyız, dedi. Böylece Özal başbakan oldu. Doğrusu biz de
beklemiyorduk. Bursa yüksek oy aldığımız yerlerden oldu, verdiğimiz isimler
milletvekili oldular. Hakan Örüç: Özal sormuş babama. Bütün il
başkanları kendilerini milletvekili listesi başına yazmış, sen niye
yazmadın? Babam demiş ki, Bursa’da partimizin kökleşmesi için buna ihtiyaç
var. Dedim ki ben dört sene daha il başkanı olarak devam edeyim.
İş henüz bitmedi. Önümüzde yerel seçimler var. İl Genel Meclisi ve Belediye
teşkilâtları oluşturulacak. Benzer sonuçlara ulaşmalıyız, partimizin
kökleşmesi gerekir. Ve öyle de yaptım, 4 sene sonra, 1987 yılı seçimlerinde
milletvekili oldum, iki dönem arka arkaya bakan olarak kaldım. 1987’de kendi
arzumla milletvekilliğine girdiğim gibi 1995 yılında yine kendi arzumla
milletvekilliğinden ayrıldım. A.C.:
Ekrem Barışık’ı nasıl
bilirsiniz, nasıl biriydi? Ekrem Bey bu seçimler öncesinde zaten
Bursa Belediye başkanı idi. 1983 seçiminden önce bu görevinden ayrıldı ve
hemen partimize müracaat etti. Kendisini az tanıyordum ama müsbet
referanslar aldım. Bursalılar tarafından tanınıyordu. Başkan adayı olmasına
arkadaşlarımdan hiç itiraz gelmedi. Benim il başkanlığı yaptığım dört sene,
Ekrem Bey ve vali Zekai Gümüşdiş ile birlikte üçlü dostlar gibiydik.
Demireller, Ecevitler ve diğer parti liderleri siyasi yasaklı idiler.
Onların ve diğerlerinin de yerel seçimlerde aktif kadroları olmamıştı. O
süreçte en azından iki günde bir mutlaka beraber olurduk. Mesela bir bakan
geliyor Ankara’dan. İnegöl sınırında onu karşılıyoruz. Onu orada
karşılayabilmek için buradan erkenden gidiyoruz, simit, peynir alıyoruz, bir
sohbet, bir sohbet. Bakan geldiğinde ben bakanın arabasına geçiyorum, yol
boyu bilgi vereceğiz diye. Öbür arabalar arkamızdan geliyor. Bu şekilde gece
gündüz beraber olduk, vali bey de dahil. Sonradan ben emeklilik safhasına
kaydığım zamanlarda bile ev görüşmelerine devam ettik A.C.:
ANAP’ın il başkanlığı neredeydi? İntam 101’de. 83 seçimini
kazanır kazanmaz orayı il başkanlığı olarak satın aldık, parti merkezimiz
adına tapulandırdık. Kısa bir süre sonra İntam İntam 101’de bitişik büroyu
da aldık. A.C.: Ekrem Bey belediye başkanı olarak nasıldı?
Ortak konular oluştukça, birbirimizle konuşmadan harekete geçmezdik. Ben de
seçim sonuçlarını gördükten sonra, organizasyonda reform niteliğinde
değişimler yapmaya çalıştım. Askeri darbeden kadrolar dağıtılmıştı tabii,
yeni kadrolar kurulacaktı. Ben de dedim ki örneğin, imar konularında bana
yardımcı olan, yakından tanıdığım, kabiliyetlerine ve ahlâklarına kefil
olabileceğim mimar, mühendis birçok arkadaşım var. Komisyon üyelerini
onlardan oluşturduk. Böyle olması sonradan bana yardımcı oldu. Mesela bir
partili geliyor, yönetici biri. Efendim, benim bir arsam var, bina
yapmıştım. Elli santim parsel dışına taşıyormuş. Bundan dolayı sıkıntıdayım.
Ne olur başkan rica ediver sen, düzeltsinler. Ben de ona diyordum ki, o
arkadaşları ben oraya yerleştirdim. Daha imzam kurumadı. Ben şimdi ona nasıl
derim, sen kendi kararınla değil benim kararımla hareket et diye. Ben
belediye işine, özellikle imar sorunlarına karışmamaya kararlıyım. Git
belediyeye, onlar da ANAP’lı. Ya anlayışla karşılarlar, çözerler yahut
yapmazlar. Yapmazlarsa da ben onları onaylıyorum. Böyle deyince ayakları
kesildi, bir gelen oldu, iki gelen oldu, sonra durdu. A.C.:
Bakanlık döneminiz ne zamandı? 9 Kasım 1989 tarihinde
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görevi son erdi. Merhum Turgut Özal onun yerine
cumhurbaşkanı oldu. Muhalefetin katılmadığı bu seremoni TMMM’de yapıldı.
Aynı gün, boşalan Başbakanlık pozisyonuna Yıldırım Akbulut atandı. Akbulut
da 47.nci Hükûmet olarak kabinesini açıklıyordu. Bu kabinede ben Devlet
Bakanı olarak görev yaptım. 1991’de Anavatan Partisinin kongresinde Yıldırım
Akbulut yerine Mesut Yılmaz çoğunluk oylarını alınca Yıldırım Akbulut istifa
etti. Kabine bu netice üzerine yeni Başbakan Mesut Yılmaz tarafından
değiştirildi. Kurulan 47.nci Hükûmette ben Bayındırlık Ve İskân Bakanı
olarak açıklandım. 1995 Genel Seçimlerinden önce başkanım Mesut Yılmaz’a
gittim. Sayın Başkanım ben bu seçimlere aday olmayacağım, milletvekilliğine
devam etmek istemiyorum dedim. Şaşırdı ve “Ne oldu” dedi, “1995 seçim
listesini yeni hazırladık, sen aday listesinin başındasın” dedi. “Böyle bir
yer bırakılır mı” diye sordu. Eksik olmayın ama ben artık sıkıldım dedim.
Daha önce istişare ettiğim bazı arkadaşlarımın da sıkıntılarının olduğunu
görmüştüm, Kâmuran İnan ve Safa Giray gibi. Sonradan Kamuran İnan’a sordum,
ben istifa ettim, sen de çok bıkkındın ama seçime katılıyorsun. Dedi ki,
“ben siyasetten başka bir şey görmedim ki hayatta. Ben başka iş bilmem.
Çıkarsam açıkta kalırım”. Safa Giray Yüce Divan’da yargılandı, beraat etti.
Hiç hak etmemişti halbuki. Büyük icraatlar yapmıştı. Çocuklarına “Yüce
Divanda yargılanan bakanın çocukları” diye bakacaklar diye üzülüyordu.
Beraat da etsem aynı ithamlarla karşılaşacağım, diyordu. A.C.:
Nasıl bir sıkıntıdaydınız yani? Mesut Yılmaz Başbakan olduktan
sonra, genel seçimlere kısa süre varken, tasarladığı yönetim ve uygulamak
istediği programlar için önünde yeterli ve güvenli bir süre göremediğinden,
erken seçim isteğinde ısrarlı oldu. Bunun üzerine 20 Ekim 1991 tarihinde
erken genel seçime gidildi. Anavatan bu defa kazanamadı, ancak ikinci parti
olabildi. Muhalefet iki misline yakın sayıda milletvekili çıkarmıştı. Mesut
Bey, “ben kurulacak koalisyonda - müteakip seçime kadar - görev almam”
demişti. Bu kararı, kendisinin ve biz ANAP’lı milletvekillerinin TBMM içinde
etkinliklerimizi bir ölçüde kısıtlamıştı. 1991’de seçimlerden sonra
koalisyona katıldık. Mesut bey, seçim sonucunu hazmedememişti.
A.C.:
Erdem Saker ile daha önceden tanışıyor muydunuz?
Ankara’da Bayındırlık Bakanı olduğumun haftası Bursa’ya gelmiştim. Erdem
Saker de DSİ 1.Bölge müdürüydü. Gittim ona dedim ki, “Erdem ben seni
tanıyorum, sen de beni tanıyorsun. Ben bakan oldum, seni DSİ genel müdürü
yapayım, gel Ankara’ya”. Erdem yana yakıla kendini savundu. “Ben uzun
yıllardır Bursa’da müdürüm. Karacabey’de, orada burada, ovalarda sulama
kanalları yaptık, birçok projenin de sahibiyim. Halen daha devam eden
projeler var. Ankara’ya gelirsem bir memur olacağım sadece. Bir başka bakan
gelip beni oradan alabilir. Müsaade edin ben burada kalayım. Bursa Ovası’nı
benden iyi bilen yoktur, altını üstünü bilirim, bu birikimi kaybetmeyelim”
dedi. Ben bakan olduktan sonra Bursa’nın neye ihtiyacı var diye baktırdım.
Yenişehir Ovası’nın suya ihtiyacı olduğunu yana yakıla anlattılar bana.
Yenişehir Barajı projesi 20 yıldır rafta bekliyormuş. Niye yapmıyorsunuz
dedim. Dediler ki, Boğazköy Barajı verimli bir proje, ilk yapılması
gerekenlerden. Peki niye yapmıyorsunuz diye yine sordum. Dediler ki Bursa
nispeten gelişmiş bir bölge. Öte yanda Doğu Anadolu’nun fakir yerleri varken
buraya öncelik veremeyiz. Yapacaksınız bunu dedim, emrettik. Geldim Erdem’e
anlattım durumu. Erdem, evet dedi, benim de önceliğimdi bu. Böylece temelini
attık barajın. A.S.D.: Siyasete girmeniz işlerinizi etkiledi mi?
Aroma beni çok meşgul etti. 1980 yılında Volkan oğlumu da kaybettim,
Aroma’yı da kaybettik. İkisi arasında ne alaka var diyeceksiniz. Manevi
yıkıntım başka yerleri de etkiledi. 1-2 olumsuz başka iş de olmuştu ve
bunları bahane ettim. Aroma’dan ayrıldım. 1980 sonrası, yeni bir düzen
kurana kadar benim için hava bulutludur. Sonuçta sıyrıldım bulutlardan.
Gazcılar’da bir dükkan açtık. Fomara caddesi üzerinde Mehmet Beysel’in
yaptığı Beyhan İşhanı’ndaki bürolardan birini satın aldım. Daha sonraları
Pars İşhanı’nda bir büro açtım ve mühendislik işleri yapmaya devam ettim. O
sırada Özal’ın teklifi geldi, siyasete girdik ve işler tamamen karıştı.
A.S.D.: Petek İnşaat’ın sonu ne oldu? Fikret Alakoç ve
Gönen Çakmakçı ortağımdı. 1976’da ortaklıktan ayrıldım. Çünkü fiilen
Aroma’da işlerin başındaydım. Devamlı meşgul olmamı gerektiren, tarım
sektöründe ülkeye yeni bir teknoloji getiren, farklı bir iş kolu idi.
Hakan Örüç: Fabrikanın makinalarını babam Avrupa’da tek tek
inceleyerek, araştırdı ve pazarlık yaparak ithâl etti. Getirtti.
Benzer bir fabrika ülkemizde olmadığı için, örnek alınabilecek bir tesis
bulunmadığı için, dolayısıyla yetişmiş teknisyenleri ve işçileri bulunmayan
modern bir tesis kurmak istediğim için ciddi zorlandığımı açıklamak isterim.
Montaj konusunda Avrupa’dan uzman bir şirketten yardım almıştık.
A.S.D.: Bir de ben 60’ların sosyal hayatını merak ediyorum. Sinema, tiyatro,
balo? Deneyenler oldu. Bizim büromuz Türk Ticaret Hanı’ndaydı.
Oranın çatı katını eğlence mekânı yapmaya niyetlendiler. Sacit Bey hem keman
çalardı, oranın işletmecisiydi, meşhurdu. Biz de dans etmek için oraya
giderdik. Sanayinin canlandığı, özel sektörün parladığı, fabrikaların
çoğaldığı, Bursa’ya dışarıdan mühendis ve teknisyenlerin aktığı bir dönemdi.
DPT desteğinde birçok yeni müessese kurulmuştu. O guruplar burayı yaşatırdı
ama, olmadı, neden bilmiyorum. Onun dışında Kültürpark içinde gazinolar, çay
bahçeleri vardı, halkın eğlendiği yerlerdi. Doğrusu benim sosyal hayata
ayırdığım zaman maalesef azdı. A.C.:
Hayri Terzioğlu’nu tanıdınız
mı? Tanıyordum. O bizim dahil olmadığımız bir sektörde, farklı
bulvarlardaydı. Ama yakın bir bağımız olmadı. A.C.: Yaptığınız
apartmanları hatırlıyor musunuz, nerelerdeydi? İlki
Beşikçiler’deydi, söyledim. İkincisi Setbaşı Karamani Sokak’taydı. Üçüncüsü
yine Beşikçiler’de, Kültürpark karşısında idi. Heykel’de Garanti Bankasının
altında olduğu Petek Apartmanını yaptık; Çekirge yolunda iki ayrı blok Petek
Apartmanları yapıldı. Yine Çekirge’deki Dağınık Serviler yoluna cepheli beş
blokluk site Petek Apartmanları sitesiydi. Arsanın önü ile arkası arasında
30 metre kot farkı vardı o yüzden çok zorlanmıştık. Ayrıca sulak bir
bölgeydi, yeraltı suları vardı; bir blok temelinde sert toprakta kompresör
kullanırken, diğer blok temelini kazarken dozeri çamura batırdık. Çelik
Palas’ın sıcak soğuk sularını getiren borular da araziden geçiyordu.
Bunların dışında Namazgâh Çobanbey Petek, Yeşil Irgandı Petek sitesi,
Acemler yolu Petek Apartmanı, İpekçilik, Maksem yolu, Ulucadde Petek
apartmanları gibi binaları yaptık. Erol Aysan, V. Keskin,
Turgut Arınel gibi
tamamı tek şahsa ait, ama adı Petek olan binalar da vardır.
A.C.: Çekirge Caddesinde apartmanların arttığı dönem ne zamandır?
1970-74 gibi. A.S.D.: Petek İnşaat’ta mimari projelerinizi kim
çiziyordu? Gönen Çakmakçı çiziyordu, başarılı ve çalışkan bir
mimardı. Güzel Sanatlar mezunuydu.
Çok teşekkür ederiz Hüsamettin Bey.
Söyleşiye Hüsamettin Beyin oğlu Hakan Örüç de katkıda
bulundu, kendisine teşekkür ederiz. -------------------
(1) Hüsamettin Bey 1965'te çıkan kanunu
kastediyor olmalı. (2) Bursa Organize Sanayi
Bölgesi'nin kuruluş çalışmaları 1961-62'de başladı, resmi açılış 1966'da
yapıldı. |