|
|
Çocukluğumun Çekirge'si çok farklıydı...
Söyleşen: Fevzi ŞEN
1922 yılında Bursa /
Çekirge’de doğan, ilk ve ortaöğretimini şehrimizde yapan Dr. Galip Uzunca,
58 yıllık doktorluk hizmetini Bursa’da tamamladı. Bursa Merkez Verem Savaş
Dispanseri başhekimi iken 1985’te isteği ile memuriyetten emekli oldu. Şair
olarak da tanınan Uzunca’nın bazı güfteleri bestelenmiş olup,
basılı on kitabı mevcuttur. Severek
yaşadığı semti ile ilgili öğrenmek istediğimiz soruları Dr. Galip Bey’e
sorduk,
Çekirge’nin pek bilinmeyen özelliklerini,
güzelliklerini öğrendik.
1930’lu-40’lı yılların, çocukluğunuzun
Çekirge semtini anlatır mısınız? O
dönemlerden hafızanda neler kaldı?
Güzel yurdumuzun hemen her
yerinde olduğu gibi Çekirge de, son 50 yıl içerisinde bir hayli gelişmiştir.
Bu olumlu değişikliği doğudan batıya doğru özetlemeye çalışayım: Çelikpalas
ve Atatürk Müzesi karşısındaki Hakimevi yoktu. Sadece
Çelikpalas
karşısındaki o tek ev vardı. Kükürtlü Kaplıcası’nın güney cephesinde,
caddenin karşısında, biraz tepede (İntam’ların arkasında) üç ev vardı.
Bugünkü Orman Müzesi olan bina, -zamanın Orman Okulu’na- kadar, her yer
bağlık bahçelikti. Keza Orman Okulu-Çekirge Meydanı arası tamamen boştu.
Süleyman Çelebi Türbesi dahi yoktu, oraları “Yoğutçubaba Mezarlığı” idi.
Yolun kuzey cephesinde, Orman Okulu karşısında sadece iki ev ve biraz batıya
doğru da “Çukurköşk” adı ile bilinen bina vardı. Kükürtlü Caddesi diye bir
cadde, ve de Kükürtlü Mahallesi diye bir mahalle yoktu. Acemler Caddesi’nde
ise bugünkü
Havuzlupark karşısında sadece Pembeköşk, biraz aşağıda da,
birinde Humeyni’nin sürgün kaldığı, üç ev vardı. Caddenin doğu cephesinde
ise Havuzlupark yoktu, biraz altında iki, daha da aşağıda bir olmak üzere,
üç ev vardı. Bugünkü Bölge Trafik Müdürlüğü’nün olduğu yer ve havalisi
tamamen ağaçlık ve yeşillik idi, Çekirgelilerin mesire yerlerinden birsiydi.
O zamanlar otomobiller yaygın değildi, hazırlanan yiyecek ve içecekler
merkeplerle taşınırdı. Keza bugünkü Çekirge SGK Hastanesi, Mutluevler ve
Mutluevler Mahallesi’nden eser yoktu. Her yer bağ-bahçelikti, sadece
Dikkaldırım yolu vardı. Dönelim eski Çekirge merkezine. Meydan denilen
bugünkü yerlerde, apartmanlar değil, sağlı sollu eski evler vardı. Eski
Kaplıca’nın önündeki meydan bugünkünden çok daha genişti. Ve adı “Hanbahçe”
olup, biz çocukların oyun alanıydı. Meydandaki beşyol ağzında bir köprü
vardı, Bursa’dan gelen araçlar bu köprüden geçerek ilerler, Acemlerden
gelenler ise köprü altından geçerlerdi. Kervansaray Termal Oteli, Eski
Kaplıca Hamamı idi. Anatolia Oteli, daha evvel Haydarpaşa’nın evi iken
sonradan Haydarpaşa Oteli’ne dönüştürülen eski bir bina idi. Biraz
üzerindeki boş arazi ise Sait Paşa’nın eski evi iken Saidiye Oteli haline
çevrilmiş ve daha sonra da eski Bursa milletvekili Muhittin Baha Pars
tarafından restore ettirerek, Park Oteli’ne dönüştürmüştür. Maalesef şimdi
bir mezbeleliktir. Onun da üstünde, yani batısında 1905’te ilk mezunlarını
veren Çekirge İlkokulu vardı, sonradan İmam-Hatip Lisesi oldu. Şimdi ise
yeri Hüdavendigar camii karşısında, çay bahçesi olmuş, o tarihi okulun
yerinde yeller esmektedir. Camiin güneyindeki cadde ve caddenin alt
kısmındaki evlerin hiçbiri yoktu. Ulaşım, cami ile türbe arasındaki bugünkü
muattal caddeden sağlanırdı. Çekirge’nin batısındaki bugünkü Hüdavendiğar
Muhtarlığı’nda bağlı olan oldukça modern Misi Mahallesi yoktu. Orası eski
Çekirge’nin iki kilometre kadar uzağında, küçük Misi köyü idi. Ayrıca kuzey
batısında Odunluk köyü vardı, orası da, genişleyen beton binalar içinde
kayboldu. Keza eski küçük Çekirge batısındaki, balık tuttuğumuz Çakal Deresi
ve daha da batıdaki Misi Deresi’nin ne suları kalmış, ne de yataklarından
bir iz.
Her yer beton binalarla dolmuş.
Bursa, tarih
boyunca kaplıcaları ile ünlü bir şehrimizdi. Bu kaplıcalar da ekseriyetle
Çekirge’de bulunurdu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Çekirge’de kaplıca ve halk hamamlarının toplamı
otuzdan fazladır Ayrıca bazı evlerde de sıcak su bulunmakta idi. Çelikpalas
Oteli haricinde bugünkü büyük otellerin hiç biri olmadığından, banyo
ihtiyacı olanlar Çekirge otellerine, ve de pansiyon olarak kiraya verilen
evlere giderlerdi. Bunlar arasında Servinaz Oteli’ni uzun yıllar dayım
işletmişti. Ben de otelin katibi idim, adım Katip Efendi idi. Çelikpalas
dışındaki otellerde kalorifer olmadığından yalnızca yaz aylarında faaliyet
gösterirlerdi. Ben de okul tatilinde rahatlıkla çalışırdım.
Çekirge
Kaplıcaları ve ılıcası bulunan oteller hangileriydi?
Çekirge Kaplıcalarını ve ılıcası bulunan otelleri
doğudan batıya şöyle sıralayabiliriz:
Küplüce Halk Hamamı (Uludağ
Yolu üzerindedir), Boyugüzel Oteli (Yıldız oteli üstü),
Yeşilyayla Oteli (Yıldız Oteli üstü),
Mahmudiye Oteli (Günümüzde Yıldız Oteli), Nilüfer Oteli (Günümüzde yıkılmış
durumundadır. Servinaz Oteli’nin karşısında), Servinaz Oteli (Uludağ
Yolu’nda sağda), Keçeli Hamamı (Askeri Hastanenin Karşısında), Hüsnügüzel
Oteli (Çekirge Hamamı karşısında), Çekirge Hamamı, Sevim Oteli( Günümüzde
yıkılmış durumda- Askeri Hastane karşısında Keçeli Oteli bitişiğinde),
Çekirgepalas Oteli (Günümüzde yıkılmış durumda),Yeşil Bursa Oteli (Günümüzde
Huzur Oteli), Şifa Oteli (Huzur Oteli bitişiğinde) Adapalas Oteli, Akman
Oteli (Günümüzde Mutlu Oteli), İkbal Oteli (Günümüzde yıkılmış durumda,
Adapalas Karşısında), Demirci Oteli (İkbal’in bitişiğinde), İmren Oteli
(Günümüzde Çekirge Oteli), İstanbul Oteli (Günümüzde Gold Oteli), Altınsu
Oteli (Günümüzde Dörtçelik Kız Öğrenci Yurdu), Hakkıpaşa Oteli (Günümüzde
yıkılmış durumda I. Murad Türbesi’nin bitişiğinde), Saidiye Oteli (Park
Oteli oldu, sonra da yıkıldı.), Haydarpaşa Oteli( Günümüzde Anadolia Oteli),
Eskikaplıca Hamamı, Horhor Halk Hamamı
(Eski Kaplıca Karşısında),Huzur Oteli (Hüdavendiğar Camiinin doğu yakasında,
günümüzde Vakıf Erkek Öğrenci Yurdu), Cıkcık Halk Hamamı (Hüdavendiğar
Camiinin doğu yakasında, Çelikpalas Oteli, Kükürtlü Kaplıcası, Yenikaplıca
ve Kaynarca. Anılarıma gelince: O zamanlar fizik tedavi pek revaçta değildi.
Topallayarak bastonla ya da ağrılarıyla kaplıcaya gelenlerin çoğu on beş gün
sonra sağlam olarak evlerine dönerlerdi. Türkiye’nin hemen her yerinden
gelenler olduğundan çok tanıdığımız olurdu. Örneğin Nazım Hikmet ile
tanıştım.1942 yılında liseyi bitirdiğim temmuz ayı idi, faytondan 40
yaşlarında bir hanımla, 17-18 yaşlarında bir kız, 10-12 yaşlarında bir oğlan
(ki o meşhur Mehmet imiş) ve bir de 2-3 yaşlarında kız indi. Hanımın ilk
sözü “Şadiye Hanım nerede?” oldu. Şadiye Hanım dayımın kayınvalidesi,
sonradan ben hekim olunca dayımın küçük baldızı ile evlenerek benim de kayın
validem oldu. Şadiye Hanım geldi sarmaş dolaş oldular. Meğer gelen
Nazım
Hikmet’in eşi Piraye Hanım imiş. Ve de Şadiye Hanım’ın akrabası imiş.
Arkadan gelen iki sivil polis beni bir köşeye çekerek: “Şimdi Nazım gelecek
sakın siyasetle ilgili konuşma ve birlikte resim çektirme” diye
tembihlediler. Üç beş dakika sonra oldukça yakışıklı, kıvırcık saçlı mavi
gözlü biriyle bir jandarma otomobilden inerek otele girdiler. Böylece Nazım
Hikmet ile tanışmış oldum. Piraye Abla ve çocukları on beş gün kaldılar. Bu
sürede Nazım Hikmet her gün bir başka jandarma ile saat 9’da gelip 17’de
giderdi. O iki sivil polis de bizleri izlerdi. Nazım Hikmet ile polislerin
duyabileceği siyasi içerikli olmayan hayli münakaşalara girdim. Lakin,
çoğunda ben kaybettim. Bir yıl sonra Piraye Abla çocukları ile yine geldi,
daha evvel dayım tembihlediğinden, onları bugünkü Yıldız Oteli olan
Mahmudiye Oteli’ne yerleştirdim. İkinci anıma gelince, okul arkadaşım
Müzeyyen Senar ile ilgili. 1932 yılı yaz aylarında ilkokuldayken Müzeyyen’in
bir keçisi, benim de bir ineğim vardı. Bir de iki öküzü olan Halil Pehlivan
amcamız vardı. Yaz aylarında üçümüz, her akşamüstü Çekirge’nin güney
yamaçlarında hayvanlarımızı otlatırdık. O zaman bu günkü binalar yoktu,
oraları yemyeşil çayırlıktı. Pehlivan Amca askerlik anılarından bahsederdi.
Müzeyyen de yanık ve güzel sesiyle bol bol şarkı söylerdi. O günkü okul
müdürümüz Ertuğrul Bey zamanında okulda her ay bir müsamere düzenlenirdi. Ve
her müsamere sonunda Müzeyyen şarkı söylerdi. İlkokuldan sonra bir yıl kadar
Belediye Bahçesi’nde (Orhangazi Camii’nin batısında idi) sahnede şarkı
söyledi sonra kayboldu. Duyduk ki, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde kurslara
başlamış.
Bursa,
sürgün
şehirlerinden birisi olarak da tanınmaktadır. Birçok ünlü şahsiyet sürgün
hayatlarının bir bölümünü Bursa’da geçirdi. Bursa’da sürgün hayatı yaşayan
ünlülerden tanıdıklarınız ya da varlığından haberdar olduklarınız hakkında
bilgi verir misiniz?
Bursa’nın Çekirge Semti’nde birçok
ünlüler sürgün olarak bulunmuşlardır. Bunları hatırladığım kadarıyla
sıralayayım. Cezayirli Emir Abdülkadir: Çekirge’ye sürgün olarak 100 kişilik
mahiyetiyle geldiğinden arazi alıp tarımla uğraştığı, Avrupa’dan tarım
aletleri getirdiği söylenir. Sadrazam Ahmet Vefik Paşa: II. Abdülhamit
döneminde Vali olarak Çekirgeye sürgün gönderilmiştir. Sait Paşa: 9 kez
sadrazamlık yaptığı halde II. Abdülhamit’in sürgünlerindendir. Fehim Paşa:
II. Abdülhamit’in yeğeni olup Çekirge’de sürgün imiş.1908 Meşrutiyet
ilanında kaçarken Yenişehir’de vurulmuştur. Kemalettin Paşa: II.
Abdülhamid’in damadı ve de Gazi Osman Paşa’nın oğludur. Şeyh Sunusü:
1969-1979 yıllarındaki Libya’daki krallık döneminden evvel ve Kurtuluş
Savaşı yıllarında bir müddet Çekirge’de sürgün kalmış. Humeyni:1963-1964
yılları arası 13 ay Çekirge’de sürgün kalmıştır.
Yetki sizde
olsaydı, Çekirge’yi güzelleştirmek adına neler yapardınız?
Yetki bende olsaydı, Çekirge’mizin daha da
güzelleşmesi için şu hususlar üzerinde dururdum:
Önce eğitime el atardım. Bölgedeki her çocuğun
ilköğretim ve liseyi bitirmesi için teşebbüslerde bulunurdum. Zeki gençlere,
gerek lise gerek üniversite eğitimi için bursalar sağlamaya çalışırdım,
okumayı teşvik ederdim. Çarpık ve kaçak yapılaşmayı önlemeye, şehirciliğe
uygun planların tatbikini sağlamaya çalışırdım. Ağaçlandırmaya önem vererek,
her semti ağaçlandırırdım. Keza parklar ve çocuk bahçelerini daha da
artırırdım.
Teşekkür ederim Galip Bey.
http://yesilbursadergisi.com/haber/cocuklugumun-cekirgesi-cok-farkliydi-259.html' den kısaltarak alınmıştır
----------------------------------------------------------------------------
Galip Uzunca'nın şiir kitabı: Bursa Nağmeleri
Eski
Bursa’dan, vefalı dostları özlüyorum...
Çocukluğunuzun
Çekirge’si nasıldı
Galip Bey?
Çocukluğumun Çekirgesi asude, sakin herkes birbirini
tanır, birbirini sayar, yabancı diye bir şey bilmezdik. Dediğim gibi herkes
birbirine aşina idi. Bize babalarımız öyle terbiye vermişlerdi. Bir yaşlı
geçerken dururduk, onlar geçsin biz ondan sonra geçelim diye. Mesela şehir
otobüsü vardı. Eskiden çok yoktu tabii, yarım saatte bir geçerdi. Otobüslere
yaşlı birisi bindiği zaman hemen kalkar yer verirdik. Biz bunu fazilet
telakki ederdik. Çekirge’de evlerde herkesin bir merkebi yani bir eşeği
vardı. Otomobil yoktu, bizler bu hayvanlarla pazara gider gelirdik. Ben
bahçeye giderken öğretmeni gördüm mü eşekten aşağı iner, ceketimin önünü
ilikler, selam verirdim ve sonra tekrar eşeğe binerdim. Böyleydik biz.
Gemlik’e at
arabalarıyla gidilip gelinirmiş…
Evet Gemlik’e at arabalarıyla gidilip gelinirdi.
Sonra Bursa-İstanbul arasında ulaşım zordu. Çokçası Mudanya’dan denizden
gidilirdi. Eğer daha eskiyi isterseniz anlatayım. İlkokuldayken dedem bana
derdi ki; “Evladım biz ikinci boylardanız”. Ne demek dede birinci, ikinci
boy, diye sorardım ben de. “Yavrum birinci boylar asıl Türkler, Orhan Gazi
zamanında gelenler. Biz Sultan Murat zamanında geldik, ikinci boylardanız”
derdi hayıflanarak. Bursa Mudanya arası ormanlıkmış dedemin gençliğinde.
Bursa’dan Mudanya’ya, affedersiniz Mısır merkepleriyle giderlermiş. Daha
kuvvetliymiş bunlar. Bir grupmuş, 30 kişilik bir arkadaş grubuymuş bunlar.
Bursa’dan Mudanya’ya bu 30 kişilik grup müşteri almaya giderlermiş. Burada
merkeplere binerlermiş. Tepedevrent’te yani yarı yolda merkeplerden
inerlermiş, dinlendirmek için. Çift merkeple giderlermiş birine kendileri,
birine müşteriler binermiş. Merkeple İstanbul’dan gelen bir yolcu alıp
getirirlermiş, hak geçmesin diye de merkepler yolda değiştirilirmiş. Ta ki
1886’da tren yolu yapılıyor. Abdülhamit’ten önceki padişah anlaşma yapıyor.
Diyordu ki dedem; Bursa - Mudanya arasındaki ormana öyle bir kar yağarmış
ki, 2 ay kalırmış. 2-3 metre kalınlığında. Padişahla anlaşma yapmışlar.
Ormanları kesilecek, trene yakıt sağlanacak ve arazi tarla haline gelecek,
halk da istifade edecek. Bu şekilde Bursa-Mudanya yolu açılmış.
Bursa-Mudanya
arasındaki
treni kaldırmak hata imiş…
Ben 1960’larda Paris’teyim. Bir ara Bordo şehrine
gittim. Bordo’nun Bordolez diye bir kazası var. Deniz kıyısında, 35
kilometre. Bursa - Mudanya benzeri aşağı yukarı. Orada biz 8-9 asistan
arkadaş trene binmiştik. “Yahu bu tren Bursa’daki tren” dedim. Arkadaşlar
güldüler, nasıl olur dediler. Paris’te treni yapan şirket iki sene sonra
yanlış hatırlamıyorsam Paris’te 1884 bize de 1886’da, iki sene farkla tren
vagonlarını yapan aynı şirketmiş. Pierre’in ansiklopedik malumatından sonra
bana hak verdiler. Bordo’da Bordolez arasında bir otoban vardır, altı
şeritli, üç gidiş üç dönüş. Ondan sonra Garon nehri vardı en geniş ve büyük
gemiler Bordolez’den, Bordo’ya girip çıkar. Yani bir bakıma deniz kıyısı
gibidir. Buna rağmen adamlar treni kaldırmıyor, kaldırmadılar, hala var
orada, biz kaldırdık. Ne akıla hizmet ettik bilmiyorum.
Bu trenle
yolculuğunuzda ilginç bir anınız var mı?
Aaa tabi, tabi efendim. İlginç olayım şu: Bazen çok
ağır gider diyorlar, ama 5 - 6 vagon İstanbul tramvayları gibi bayağı gider
yani. 9 adet istasyon vardı. İnmesi binmesi 1,5 - 2 saat sürerdi. Ama bazen
14 -15 vagon takarlardı. Hatta 16 vagonlu gördüm. 16 vagon takıldığı zaman
ağır giderdi. Tepedevrent’te atlayıp bir karpuz koparıp binebilirdik. Ama
bunlar istisnai zamanlarda olurdu, her zaman değil. Aslında bayağı hızlı
giderdi, 5 - 6 vagon olduğu zamanlarda. Valla hoştu: Neden kaldırdılar,
nasıl kaldırdılar bilmiyorum.
http://www.yesilbursadergisi.com/haber/eski-bursadan-vefali-dostlari-ozluyorum-196.html 'den
kısaltarak alınmıştır
|