|
|
Söyleşen: Türkan GENÇ
Operatör Doktor Avni Domaniç, neredeyse bir asra
yaklaşan, çok özel başarılar, ilginç olaylar ve eskimeyen anılarla dolu
yaşamıyla adeta canlı bir tarih. Domaniç soyadını alışı, çocukluk ve
Kurtuluş yıllarının Bursa’sı,
Celal Bayar ile tanışma öyküsü, Hayme Ana
türbesinin restore edilmesi için gösterdiği tam 10 yıllık çaba, Söğüt
şenliklerinin başlatılmasına vesile oluşu ve yaşamının detaylarından çarpıcı
anekdotlar… Çekirge semtindeki evinde bizleri konuk eden sayın Domaniç,
yaşadıklarını anlatırken adeta o yılların heyecanı içindeydi…
Sizi tanıyabilir miyiz?Ben Gemlik’in Muratoba köyündenim. Babamı maalesef
göremedim. I. Cihan Harbi’nde Çanakkale’de şehit olmuş. Dedem vardı, Halil
Ağa derlerdi. İlkokulu bitirdim, liseye gideceğim. O vakit Bursa’da orta
mektep, yalnız
Erkek Lisesi vardı. Dedem beni okutmak istemiyor, kurdukları
düzenin başına beni geçirmek istiyordu. Fakat “Mutlaka tahsil yap, sakın
bırakma” diyen Murat adlı hocamın teşvik etmesiyle dedem beni Erkek
Lisesi’ne yazdırdı.
Liseyi bitirince çalışmaya başlayacaktım. Paraya
ihtiyacımız vardı. Umurbey köyü bize 3 kilometredir. O zaman Başbakan olan
Celal Bayar’ın oğlu Refik Bayar, İstanbul’da bir şirketin müdürüydü. Onun
aracılığıyla İstanbul’da bir bankada işe başlayacaktım. Devam mecburiyeti
olmadığı için de Ticari İlimler Akademisi’ne yazıldım.
Gemlik’e eşyalarımı
almaya geldiğimde, sonradan kayınpederim olacak kişi seçtiğim yolun yanlış
olduğunu, kendime bir meslek seçmem gerektiğini söyledi. Bunun üzerine
tıbbiyeye yazıldım. Başarıyla da mezun oldum.
Celal Bayar ile nasıl tanıştınız?
Ben köylüyüm.
Muratobalı’yım. Bizim köyümüzde
okur-yazar diye kimse yokmuş. Tıbbiye de okuyorum, tıbbiyenin ikinci
sınıftayım, Gemlik’e izne geldim. Köyüme geleceğim tatil için işte.
Dr. Ziya
Bey dedi ki, “Bana bak sen bugün köye gitme, Celal Bayar gelecek Umurbey’e,
seni onunla tanıştırayım”. Bekledim ben, hakikaten de öyle. O vakit
Umurbey’e tekerlekli vasıta çıkmıyor. Yol yok. Patika yol var. Ondan sonra
doktor bey, belediye reisi atlar hazırlattı. Geldi Celal Bayar, Müsteşarı,
bir de Bursa Valisi beraber. Beni tanıştırdı, “Muratoba köyünden tıbbiye
ikinci sınıfta” deyince Bayar şaşırdı, böyle bir acayip falan oldu. “Ben
Umurbey’de Rüştiyeye devam ederken, Muratoba köyünde bir tek okur-yazar
kimse yoktu. Mektuplarını bize getirirlerdi, biz okurduk. Şaşkınlığım
bundandır” dedi. Hiç unutmam onu.
İlk olarak nereye atandınız?
Öğrenciyken Sağlık Bakanlığı'nın yurtlarında kaldık
bedava. Onun karşılığı mecburi hizmet vardı. Tuttular beni, o zamanlar
harekat bölgesi olan Tunceli’nin Ovacık kazasına atadılar. Kimsem de yoktu. Celal Bayar’ı tanıyoruz ya, kendisini ziyarete gittim.
Mezuniyetimi tebrik etti. Ne yapmayı düşündüğümü sordu, derken bu sırada
yanına gelen kalem müdürü, “Doktor bey Avrupa’da ihtisas yapmak istiyor,
kendisi söyleyemiyor” dedi. Aslında böyle bir şey ne konuştuk, ne de adamı
tanıyordum. O anda gelişen bir şeydi.
Celal Bayar da hemen “Doktor Avni Bey 5 sene müddetle
Almanya'ya gidecek ihtisas yapacak”
diye talimat verdi. Ooooo ben uçuyorum artık. Ama öyle bir hal oldu
ki, Atatürk vefat etti. Olaylar karıştı, kıyametler kopuyor. Beni de
Ovacık’a gönderdiler. Almanya' ya ‘Celal Bayar'ın adamı’ diye gidemedim.
İlk doktorluğunuz sırasında neler yaşadınız?
Göreve başladım ama nasıl biliyor musunuz? 140 nüfusu
var. Benimle beraber 141 kişi oldu. Hep Kürt. Türkçe bir kelime bilmiyorlar.
Hiç hastaneye de gelmiyorlar. Kendilerine göre kendilerini tedavi ediyorlar.
Öyle ananeleri vardı. Birçok aşiretlerden ibaret, esasen hepsi Türk yani.
Mesela aşiretin adları Aslanuşağı, Koçuşağı. Kazıca köyü, Saray köyü var.
Bunlar muhakkak Türk kökenliler. Ama Alevi olunca bu kültürü öğrenmişler.
Velhasıl orada 3.5 sene kaldık. Yıllık iznimi dahi vermediler.
Sonraki görev yeriniz neresi oldu?
İkinci Cihan Harbi devam ediyor. Sonra mecburi hizmeti
bitirdik. İzmir Devlet Hastanesi'ne asistan olarak atandım. İhtisasımı
bitirdim, operatör oldum. Buradan beni yine kimsemiz olmadığı için Maraş
Devlet Hastanesi başhekimliğine tayin ettiler. Maraş'a gittim, Maraş'ta şans
döndü. Orada doktorken, Maraş Mebusu Kemal Beyazıd Sağlık Bakanı oldu.
Maraş’a geldi, benim çalışmalarımı gördü. Çok beğendi, takdirname gönderdi.
Bir gün bana dedi ki, “Bakın doktor bey, ben Maraşlıyım. Maraş’ı da çok iyi
bilirim. Maraşlılar sizi çok seviyorlar, ama sizin Maraş’ı sevmenize imkan,
ihtimal yok. Size bir şeyler yapayım ki, sevgi karşılıklı olsun, tek taraflı
sevgi oluca zaten bir şey ifade etmez. Bunun için maaşınızı iki derece üst
yapabilirim.” Ben de kendisine, “Sayın Bakanım benim paraya pek düşkünlüğüm
yok, ama bir şeyim var, Amerika’ya gitmek istiyorum” dedim. “O kolay” dedi
ve beni Amerika'ya gönderdi. 3 sene Amerika da kaldım. İhtisas yaptım.
Bursa’ya ne zaman geldiniz?
Amerika dönüşünde Bursa Devlet Hastanesi cerrahi
kısmına şef olarak tayin edildim. 1955- 60 yıllarında zannedersem. İbrahim
Öktem adındaki bir operatör
Demokrat Parti mebusu olup gitmişti, onun yerine
tayin ettiler. 15 sene kaldım cerrahi kısmının başında.“
Lise
yıllarınızda Bursa’da aklınıza kalan neler var?
O zaman
Bursa
valisi Fatih (Güvendiren) Bey idi. Bir onun otomobili var, başka ne özel ne resmi araba
var.
Gemlik-Bursa arasında postaları, atlı arabalar yapıyor. Arabalarda
şilteler var, yolcular bağdaş kurup oturuyor. Gemlik’ten araba kalkıyor,
öğleye kadar tangır tungur. Tepederbent denilen yerde -Selçukgazi köyünün
yanında- orada duruyorlar, atlarını boşaltıyor, sularını içiriyor, yemlerini
veriyor, yolcular da iniyor, ne varsa bir şeyler yiyor, içiyor tekrar
arabaya biniyoruz. Akşam üzeri Bursa’dayız. Bunlar çok enteresan.
Bursa’da o
zamanlar faytonlar var. Ben o zaman lisedeydim demek ki, 12-14 yaşındayım.
Bir de yaysız arabalar var, adına tarika mı diyorlardı ne, basit arabalar.
Faytonlar çok pahalıydı binemiyorduk. Şehirde tatil günleri birkaç arkadaş
çıkıyorduk, o yaysız arabalara biniyorduk. 45 dakikada Çekirge'ye
gidiyorduk. Kaplıcalarda falan banyo yapıyorduk. Yine biniyorduk, 45
dakikada liseye dönüyorduk.Nasıl bir
şehirdi Bursa o zaman?
36 bin
nüfuslu küçük bir şehirdi. Eskiden kozacılık çok ilerdeydi. Bütün köylerde
kozacılık vardı.
Koza Han var ya, küfelerle koza dolardı, köylüler
getirirdi. Kapalı Çarşı baştan aşağıya hep koza dolardı. Naylon çıkınca
bitti, kalmadı. Parkın karşısı, Ziraat Bankası’nın olduğu yerler, evler
falan yapıldı, orası baştan aşağı mezarlıktı. Satışlar çok enteresandı.
Adamlar omuzlarında şerbet dağıtırlardı. Çok enteresan günler yaşadık.
Sanayi gelince her şey değişti.
Kültürpark
çiftlikti. Eski evler çok güzeldi. İki deresi vardı. Pınarbaşı suyu diye bir
su vardı. Havuzlar vardı, bahçeli evlerdi hep. Şimdi hepsi değişti gitti.
Altıparmak’a başlamadan, şimdi SSK müdürlüğü var ya, orada bir zatın konağı
vardı tahtadan. Çok muazzam bir konaktı.
İnsan
ilişkileri nasıldı o zamanlar?
Tayyare
Sineması diye bir sinema vardı. Başka bir şey yoktu. Şark sonradan oldu.
İnsanlar birbirine karşı gayet iyiydi, herkes birbirini tanırdı. Biz
çıkardık Yeşil’e giderdik, saçlarımızı briyantinle taradık. Yeşil tarafına
yürürdük. Atatürk Caddesi yoktu, yani ben geldiğimde. Altıparmak’ın daracık
bir yolu vardı, çok Yahudi vardı orada. Yahudilik derlerdi, kimse de
giremezdi. Çocukları, ‘sizi fıçıya atarlar’ diye korkuturlardı hatta.
Hayme Ana’nın türbesini onartan ve Söğüt Şenlikleri’ni
de başlatan kişisiniz. Bunu anlatır mısınız?Büyüklerimden dinledim hep Hayme Ana’yı, Domaniç’i
falan... 1934 yılında tıbbiye de tahsilimi yapıyorum, Soyadı Kanunu çıktı.
Anlatılanlar, Hayme Ana’nın hikayesi bana o kadar tesir etmiş ki, hiç
düşünmeden, hatta görmeden Domaniç soyadını aldım. Bizimkiler oradan
gelmişler zaten. 1982 yılında, soyadı aldıktan tam yarım asır sonra gördüm
Domaniç’i görmeye gittim. Belediye reisi Rasim
Karakoç, beni Domaniç'in Çarşamba Köyü'nde Hayme Ana’nın türbesine götürdü.
Türbeyi görünce inanın ki çarpılmışa döndüm. Bir bahçe içersinde yapılmış
türbe, bir tarafında okul, bir tarafında konukevi var. Türbe taştan olduğu
için pek fazla yıkılmamış. Konukevinin ve okulun çatıları içeri çökmüş,
kapıları devrilmiş, cam çerçeve kırılmış, bahçe duvarı yıkılmış. Bahçenin
bir tarafında hayvanlar oturuyor, bir tarafında köylüler oturmuş. Kimsenin
haberi yok, bilgisi, ilgisi yok. İlk dikkatimi çeken şey, bir camileri var,
yine milyarlar sarf ederek ikinci bir cami yaptırıyorlar. Tuttum bu harap
olmuş ecdada ait binaların 16 poz resmini çektim ve bu resimleri birer
yazıyla bu binaların restorasyonu için ait oldukları yere, mercilere
gönderdim. Bu konuda yıllarca çalıştım. Dosyası vardır. Nihayet 10 sene
sonunda restore edildi, pırıl pırıl oldu türbe.
Kurtuluş
Savaşı yıllarından neler hatırlıyorsunuz?
Bizde kiraz
ağacı çoktur. Dedem Gemlik’e kiraz satmaya gidiyor, fakat kirazlarla beraber
döndü geldi bir gün. İki gözü iki çeşme. “Yandık, bittik, mahvolduk” diyor.
İngilizler Gemlik’i işgal etmiş. Ondan sonra 15-20 gün falan kaldı
İngilizler Gemlik’te. Sonra Yunanlılara devrediyor. Kayınpederim
Dr. Ziya Kaya Bey’den dinlediğim şey o. İngiliz donanmasından bir kısmı
gelmiş Gemlik’e bir filikayla. Bir de yanlarında Yunan tercüman. Bizim
kayınpeder Belediye reisiymiş, “Gemlik’i işgal edeceğiz, sakın en küçük bir
hareket olmasın. Yoksa Gemlik’i yakarız” demişler. Bizimkiler de demiş ki,
“Sakın böyle bir şeye tenezzül etmeyin, çeteler var. Biz anlatamadık,
çetelere. En küçük bir hareket ederseniz -hepsi Rum zaten Gemlik’in- bütün
Rumları yakacaklar. Donanma bırakıp geri gidiyor. Bir hafta sonra blöf
olduğunu öğreniyor, tekrar geliyor işgal ediyorlar. Gemlik jandarma
kumandanı, Gemlik Belediye Dr. Ziya Kaya Bey ve bazı kimseler Katırlı köyü
var, buradan yaya olarak
Yenişehir’e geçmek istiyorlar. Yenişehir’de Milli
Kuvvetler var. Katırlı Köyü’nü geçiyorlar, Sultancılar bunları çeviriyor,
ellerinde ne varsa alıyor ve çok enteresandır kendilerini bırakıyorlar,
bunlar da milli kuvvetlerin tarafına geçiyorlar.
Sizin köyde
nasıl oldu etkisi?
Son zafer
kazanılmadan evvel bizim köye herhalde bir haber gelmiş olacak ki, bütün
köylü karşıki dağa geçtik. Ooo bir rezalet ki, görseniz… Tavuklarını bile
alan vardı yanına. Orada bir akşam falan kalındı. Ertesi akşam dendi ki, dağ
aşılacak arka tarafta Yenişehir var, Milli Kuvvetlere kavuşulacak. Gece
yarısı hareket ettik. Gece oldu dediler ki, yerimiz belli yerimizi
değiştirmemiz lazım, baskın yaparlar. Kalktık biz yer değiştireceğiz. Bizim
köyde bir kadın var, 120-130 kiloluk Hürmüz Ana diyorlar, çok şişman. Köyün
ileri gelenlerinden, zenginlerinden falandı. Onu da ata bindirdiler.
Yerimizi değiştiriyoruz biz. Birden silahlar patlamaya başladı. Herkes çil
yavrusu gibi dağıldı. Bu kadıncağız da atın üstünde kaldı. Düştü ayağının
birisi bağlı kalmış, böyle duruyor, at da durmuş. Herkes kaçtı saklandı.
Ondan sonra o kadının sesi duyulmaya başladı. “Gelin, kaçmayın, bizimkiler
geldi, bunlar bizim askerlerimiz” diye bağırıyor. Ama ileri gelenler,
yaşlılar konuşuyorlar, “İnanmayın bunlar Çerkezlerdir.” diye. Çünkü
Çerkezler, Yunan işgali zamanında Halifelerin ordusu, yani padişahın
ordusundandı. Hiç unutmam Halil Ağa diye bir adam vardı, o dedi ki, “Bakın
arkadaşlar, ben gideceğim ama ne olursa olsun, hakikati bağıracağım. Ama
beni öldürürler bilmem.” Ondan sonra bu adam gitti, baktık Hürmüz Ana ve
bizim askerlerle beraber hoop çıkageldi. O geceyi hiç unutmayız. Asker tabi
devam etti Mudanya’ya, bizi bıraktı.
Uzun ömrünüzde sağlığınızı neye borçlusunuz?
Gençken belki bir iki duble rakı içerdik. Ama sonra
bıraktım. Sigara da hiç içmedim. Sonra bir şeyim vardır, benim talebelikte
bile, mesela yarın imtihana gireceğiz değil mi, arkadaşlarım uyumazlar,
çalışırlar falan. Ben zamanım doldu mu, yatar uyurdum. Düzenli bir hayatım
var. Yakında 98 yaşında olacağım, 100. yılı beraber kutlayalım inşallah. Hep
başardım, hep karşılığını da gördüm. Tanrı’ya teşekkür ediyorum. Kaynak: Bursa Time
Dergisi (3.8.2008) |